Ramazan'ın Özü Bunda Saklı!

Ramazanda Allah’ı hoşnut etmek gayretiyle kulluğa sarılmalıyız. Ramazan nurdur, miraçtır, rahmettir, secdedir, mânâdır. Ramazandaki bereket ve kutsallığı göremiyorsak, Ramazanın ruhunu ve özünü yaşamak mümkün değildir.

Bir maneviyat büyüğünden şöyle rivayet edilmiştir; “Şayet ölmem gerekseydi, sadece üç şeyin sevgisi yüzünden bu dünyada kalmak isterdim; biri secde etmenin zevki, ikincisi sıcak bir yaz mevsimine denk gelmiş Ramazan’da oruç tutmanın ihlâsı, üçüncüsü ise insanların Allah için birbirine duyduğu muhabbet.”

Bir müminin hayatında kutsal Ramazan ayı kadar manevi açıdan potansiyeli yüksek bir zaman yoktur. Bu yüzden Ramazan ayı Allaha ihlaslı bir şekilde dönmeyi ve sığınmayı temsil eder.

DÜNYADAKİ EN KUTSAL ZAMAN

Allah dünyayı, bütün kullarının O’nun bilinmek muradına icabet edebilmesi için yarattı. Kullarının dünyadan vazgeçip, ebedi güzelliklere varması için yarattı. Kullarının esfeli safilin’den geçip ahsen-i takvime varmaları için yarattı. Allah cc. dünyayı yarattığında kutsal zamanı da yaratmıştır ve o anlarda rahmetin kapılarını açıp cehennemin kapılarını ise kapatmıştır ve şeytanlar bağlanmıştır.

Allah bu kutsal zamanda müminleri kalplerin birliğine davet ediyor, evrensel aşka katılmaya davet ediyor, Muhammed ümmetinin sevecen kardeşlik birliğini kutlamaya, ona katılmaya davet ediyor. O’nun cemalini ve kemalini görmemiz için davet ediyor, bütün müminler kalpten kalbe ebedi bir feyz akıntısı hissetmeye davet ediyor. Bu davet onbir ayın sultanınadır! En büyük ilâhi müjdedir ve bir müminin hayatındaki en kutsal vakittir.

Sultan saltanat sahibi demektir; demek ki Ramazan en yüksek mertebedeki bağımsız güce sahiptir. Ramazan bitip tükenmez değerleriyle hayatımızı zenginleştirir.

Hacda hacılar kutsal Mekke diyarına göç ederek manevi bir yolculuğa çıkarlar. Buna karşılık Ramazan’da ise bu kutsal ay oruç tutan müminlerin hayatına misafir olur.

SEVGİ VE RAHMET ÇAĞRISI

Ramazan’ın ruhu Muhammed ümmetini etkisi altına alarak, hayatın her aşamasını ilahi varlığı ile donatarak müminlerin onun anlamını ve kıymetini idrak etmesini sağlar. Böylece, mübarek Ramazan’da bütün yeryüzü oruç tutan ümmet-i Muhammed için ilahî bir sahne haline gelir.

Kutsal Ramazan ayında, Allah Teâlâ mahlukatı kulluğa çağırır ve müminlerin kalplerindeki Nur-i ve Aşk-ı Muhammedî’yi idrak etmeleri için fırsatlar verir. Başka değişle; Allah (c.c.) kalplerde Nur-i Muhammedi’yi muhafaza etmek için Ramazan ayını yarattı.

Ramazan ayı Allah (c.c.) tarafından imanın mutlak güzelliğine ulaşmak için bir davettir. Namazda göz nuruyla kastedilen manevi tatmini yaşayabilmek için bir davettir. Gök sofrasına katılmak ve hayat suyu içmek için bir davettir. İnsanlar arasında sevgi ve rahmet alışverişi yapmak için bir çağrıdır. Ramazan ilahi idrak ve aşk hazinesi kazandığımız aydır çünkü kulları O’nun bilinmek muradını gerçekleştirir. Ramazan ayı müthiş bir birleştirici gücü gerçekleşiyor ve o ayda evrensel bir muhabbet sergileniyor. Ramazan’da Rahmetenlil - âleminin bereketi ve merhameti tüm dünyaya yayılıyor.

peygamberimizin_ramazan_hadisi_serifi2

Rabb’in kuluna, Peygamber’in ümmetine, her daim canlı ve kesintisiz bir çağrısı vardır. Allah (c.c.) her bir mahluka “kul” olarak hitab eder ve Peygamber Efendimiz bütün insanoğluna “ümmet” olarak hitab eder. Ramazan ayı kulun, Rabb’in çağrısına olan cevabını simgeler. Ramazan ayının hazinesi müminlerin hayatını zenginleştirir, güzelleştirir ve canlandırır. Varlığımız nurlanır, insan hakiki kimliğine kavuşur ve nihayet kulluk makamına erişir. Ramazan ayı, Peygamber Efendimizin ümmetine olan çağrısına ümmetin cevabıdır. Ramazan ayının hazinesiyle oruç tutan ümmetin kalpleri tevhid nuruyla birleşir. Müminler Efendimizin “ümmetim, ümmetim!” yakarışlarına karşılık vermenin hazzını hissederler. Peygamberin çağrısı aşktır! Yaratılana ve ümmetine olan sevgisinin eşi benzeri yoktur, çünkü bu dünyaya öyle bir gönül gelmemiştir. Dolayısıyla; Onun çağrısına sadece aşkla ve gönülden cevap verilir. Ancak tevhid ile ümmet-i Muhammed potasında birleşen kalpler Peygamber Efendimizin çağrısına icabet edebilir. Ancak, sadık kullarının kalplerinden Nur-i Muhammedî saçılır.

KULLUĞA GİDEN YOL PEYGAMÖBERİMİZ'E (S.A.V.) BENZEMEKTEN GEÇER

Biz gönlü Muhammediyi araştırmak mecburiyetindeyiz. Çünkü onun bize olan sevdası benzersizdir. O en seçkin insandır, varlık sebebidir, ama o kulluğu tercih etmiştir. Hatemü’l Enbiya, insanlığın iftiharı Efendimiz, kelime-i şehadette Allah’ın kulu ve elçisi şeklinde tavsif edilmiştir. Allah (c.c.) kelime-i şehadette bir müminin varacağı en yüce makamın kulluk makamı olduğunu ilan etmiştir. Bir ağaç yeşerdiğinde dalları yukarı doğru boy verir. Meyve verdiğinde ise, ağırlaşan dallar toprağa doğru sarkar. Bu dünyadaki hiç kimse Efendimiz (s.a.v.) kadar çok meyve vermemiştir. Bu yüzden onun tevazuu en derinlere kadar inmiştir.

Bizler O’nun asil karakterinin, üstün vasıflarının mirasçısı olduğumuzda, omuzlarımıza yüklenen ilahi mesuliyetlerin ağırlığını da fark ederiz. İşte bu sebeple Hz. Mevlânâ bir rubaisinde “Ben O’nun yolunun toprağıyım, O’nun ayağının tozuyum…” demiştir. Hz. Peygamber’i O’nun izinden gidip, O’nu takip ederek sevmeliyiz. O’nu severek O’nun izinden gitmeliyiz. O’nun sünnetine riayet ederek O’nu sevmeliyiz. O’nu severek ancak onun izinden gitmiş oluruz. Kulluğa giden ana yol Peygamber Efendimiz’e benzemekten geçer. Bizim O’na uyma, sevme, takip etme borcumuz var. Bütün çabalarımızı “Muhammedi” olabilmek için harcamalıyız. Biz Peygamber Efendimizi (s.a.v.) kendi hayatımıza ne kadar rehber edebilirsek, O’na olan muhabbetimiz o kadar artar. Efendimize bağlanmak şarttır. Çünkü Ümmet sahibi O’dur. Kur’an sahibi O’dur. Miraç sahibi O’dur. Yaratılış sebebimiz O’dur. Nurun kaynağı O’dur. Kulların mücevheri O’dur. Kabe Kavseyn sahibi O’dur. Şefaat sahibi O’dur. Makam-ul-Mahmud sahibi O’dur. Mergub-u-Huda, Mahbub-u Huda, Melce-i-Fukara, Enis-üz-Zuafa, Serdar-i-Enbiya O’dur!

MİRAÇ HADİSESİNİ AKILDA TUTMALIYIZ

Müminler Peygamber Efendimizin çağrısına icabet ettikleri zaman miraç gerçekleşir. Rasulullahın güzelliği kulluk makamının güzelliği gibidir. Kulluk makamının nuru ise miracın nuru gibidir. Miraç yaşanmadan kulluk bilinemez. Kul olmadan Allah’ın huzuruna kabul olunamaz. Aslında; işin özü melek gibi olmak değildir, asıl olan Abdiyyet’tir. Abdiyyet ise miraca götürür. Çünkü; kulluk yaşanmadan miraca erişilmez. Kul ne kadar çok fedakârlık gösterirse Allah da kulunu o kadar çok O’nun kurbiyet cennetiyle şereflendirir. Ne kadar çok sabırla acılara katlanırsa, ilahî mükâfat o kadar büyük olur. Çaba ve mücadele ne kadar çoksa ilahî ihsan da o kadar çoktur. Ne kadar güzel davranışlarda bulunursa Cemîl-i Mutlak da onu o kadar ilahî huzurunun Cemaliyle müşerref eder. Ayette Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur; “Kulunu bir gece, Mescid-i Haram’dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir” (İsra,1).

Eğer Peygamber Efendimize (s.a.v.) benzemeye çalışıyorsak, Miraç hadisesini hep akılda tutmalıyız. Kulların Sultanı, ilahî huzura vardığında, bir insanın yaşayabileceği en büyük saadet olan Cenab-ı Allah’ı müşahede esnasında, Allah (c.c.) ona gönülde ne arzu varsa lütfedeceğini söyledi. O ise şöyle cevap verdi; “Tek dileğim ümmetime yakınlıktır!” Makam-ı Miraç Peygamber Efendimizin ayak izlerinden yürüyerek kazanılır. Miraç hadisesini anlamak bize Peygamber Efendimiz’i anlamaya imkan tanıyacaktır. Miraç bizde Peygamber Efendimize olan aşkı alevlendiriyor.

Mübarek Ramazan ayı bir miraç ayıdır. Çünkü Ramazanın özü ve miracın özü mümin kulların Rahman’ın huzuruna varmasıdır. Ramazan’da Yüce Rabbimiz bizi Cemalullah’ı seyretmeye davet ediyor, bizi kurbiyet cennetine davet ediyor, yani, bize miraca çıkmayı ihsan ediyor. Miraca yükselen kul yaratılmışlık hudutlarını geçer ve Hakk’ın Huzur-u İzzet’ine dâhil olur.

El-Bâkî ile sohbetin hakikatine erer ve Allah’ın ilâhî Cemâl’ini müşahede eder. “Göz aydınlığım bana namazda verilmiştir” buyuran Sevgili Efendimiz (s.a.v.)’in yaşadığı ilâhî hazları yaşar. Bütün ay boyunca müminler Allah’ı müşahede etme imkânı buluyorlar ve oruç ile, mukabele ile, teravih ve teheccüd namazı, Kadir gecesi, dua, sohbet, itikâf, infak, tefekkür, hizmet ile Allah’a kavuşmanın zevkini yaşamaları mümkün kılınıyor. Ümmet-i Muhammed’in en büyük ve kıymetli mirası miraçtır ve 30 gün boyunca bize bu yüce şeref yaşattırılıyor. Böylece, Ramazan ayı, namazımızı mükemmelleştirmek için, hakiki miraç namazını kılmak için muazzam bir fırsattır.

RAMAZAN'IN FEYZİNDEN İSTİFADE ETMEK İÇİN...

En yüksek makam Allah’ı bilmek değil, Allah’ı görmektir. Ramazan ayı Allah’ı görme imkânı veriyor.

Abdülkadir Geylani Hazretleri sohbetlerinde oruç açmanın da farklı derecelerinin olduğunu anlatmaktadır: “İlk mertebede, mümin iftar vakti yemeğin tadına varır. Daha ileri mertebelerde orucun hazzı hilali görmeyle yaşanır. Daha üst mertebede ise orucun hakiki manasını bilenler, oruç açma neşesini cennete girip oradaki nimetleri tattıklarında yaşarlar. Oruç açmadaki en büyük saadet, Hakk’ı kalp gözüyle görmektir.”

Ramazan-ı şerif bize canlılık katan, insani ilişkilerimizi yeniden yapılandıran, güzel davranışlarımızı, ahlâkımızı, amellerimizi ve niyetlerimizi güçlendiren, iman zevkini yeniden keşfettiren, ilahî şuurumuzu yeniden kuvvetlendiren, fakirlere, açlara ve kimsesizlere karşı şefkat, cömertlik, tevazu ve muhabbet duygularımızı yeniden canlandıran senelik bir terbiyedir. Ramazan, insanlar arasında yeniden adalet, huzur, ahenk tesis eder.

Ramazanda Allah’ı hoşnut etmek gayretiyle kulluğa sarılmalıyız. Ramazan nurdur, miraçtır, rahmettir, secdedir, mânâdır. Ramazandaki bereket ve kutsallığı göremiyorsak, Ramazanın ruhunu ve özünü yaşamak mümkün değildir. Bu sebepten dolayı bütün ibadetler şekilden ibaret kalıyor. Bütün felaketlerin sebebi; kalbimizin makamını, değerini ve sırrını anlamamızdan kaynaklanıyor. Bu yüzden Peygamber Efendimiz ile olan rabıta kesiliyor. Onun feyzinden feyizyâb olamadığımız zaman miraca erişemeyiz ve dolayısıyla her türlü güzelliklerden mahrum kalırız.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, 364. Sayı, Haziran 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.