Ramazan'da Kur’ân’a Hizmetin Önemi

Ramazân-ı Şerîfʼin câmilerde ve kurslarda yaz Kurʼân eğitimine tevâfuk ettiği şu günlerde, Kurʼânʼa hizmet, en büyük nîmet bilinmelidir. Kimi ilmiyle, kimi malıyla, kimi de emeğiyle, bu hizmetlere cân u gönülden destek vermelidir. Âyet-i kerîmede buyrulur: “Eğer siz, Allâhʼa (Allâhʼın dînine) yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7)

Bir mü’minin en yakın mîrasçıları evlâtlarıdır. Onlara bırakılacak hakîkî mîrâs ise ebediyyet zenginliğidir. Evlâtlara fânî lezzetler değil, solmayan, eskimeyen, pörsümeyen bir seâdeti mîras bırakmalıdır. Aksi halde her evlât hesâb günü ana-babasından dâvâcı olacaktır.

Kur’ân’a karşı gösterilen ihmâlden daha ziyâde insanın mânevî hayatını karartan bir hatâ yoktur. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetinin günahları gösterildiğinde en büyük günah olarak “öğrendiği Kur’ân’ı unutma”yı görmüşlerdir. Bu münâsebetle hem kendimizi ve hem de evlâdlarımızı öğrenmeye ve yaşamaya çalıştığımız Kur’ân-ı Kerîm’in muhabbet ve ahlâkı ile techîz etmeliyiz.

Hayat, dünyâ ve âhirete âid olmak üzere iki safhadır. Dünyevî ilimlerin hayatın uhrevî safhasını aydınlatmadaki kifâyetsizliğine mukâbil, dînî ilimler, hem dünya hem de âhiret seâdet, selâmet ve huzûrunu temin edecek bir muhtevâ arz ederler. Kur’ân rûhâniyetinden mahrûm kalmış bir toplumun hayatı, ikbâl güneşi batmış, karanlık bir hayatın kâbuslu gecesine benzer. Kur’ânî hakîkatler karşısında dünyâlık bilgileriyle övünüp mücâdeleye girenler, hiç düşünmüyorlar ki; ilimlerin temelini teşkîl eden aklı Allâh yaratmış; fikirlerinin parıltıları Allâhu Teâlâ’nın irâdesi ile meydana gelmiştir. Kur’ânî hakîkatler onların kendilerini de ilimlerini de ihâta etmektedir.

YAVRULARIMIZ KUR’ÂN’A TABİ OLDUKÇA ÂBÂD OLURLAR

Yabancı bir lisân öğrenmek için bin bir emek verilip kolejler arasında kıyaslar yapılırken, Kur’ân Kurslarını göz ardı ederek -hattâ küçümseyerek- yavrularımızı o ilâhî kelâmdan mahrûm etmemiz ne hazîndir. Halbuki en güzel muvaffakıyet, öldükten sonra mânevî hayâtımız için akar temin edecek, arkamızdan duâcı olacak, hayırlı bir nesil bırakmaktır.

Târih şâhiddir ki fertler, âileler ve milletler ilâhî emânet olan Kur’ân-ı Kerîm’e tâbî oldukları nisbetle âbâd olmuşlardır. Kur’ân-ı Kerim’i kabûl etmeyen topluluklar bile -bugünkü batı âlemi gibi- nâil olabildikleri dünyevî refah ve huzûru Kur’ânî olduğunu bilmeden tatbîk ettikleri bir takım düstûrlara borçludurlar.

HAYÂTÎ BİR EHEMMİYET

Hak ve hakîkat adına her fetret devrinden kurtuluşun bir numaralı sâikı, Kur’ân-ı Kerîm hizmetindeki gayretten ibârettir. Asıl bereket bundadır. Zamanımız, böyle azim ve gayretlerin hayâtî bir ehemmiyet arz ettiği bir devirdir. Bu zamanda bütün ümmetin yeniden silkiniş ve öz benliğine dönüşünü temîn edebilecek olan asıl hizmet Kur’ân-ı Kerim’e müteveccih alâkaya revâç verebilmektir.

Kur’ân Kursları ve İmam-Hatip Mektepleri’nin içinin boşaltıldığı zamanımızda gayret ve fedâkarlıklar çok ehemmiyetlidir. Bu gayrette ihmâlkârlık göstermek, kendimizin, neslimizin ve bütün ümmetin geleceğini tehlikeye atmak gibi ağır bir vebâli mûcîbdir.

ZEKİ MÜSLÜMANIN BİRİNCİ VAZİFESİ

Bugün ne hazîndir ki Kur’ân yuvalarının bir kısmına talebesizlikten kilit vurulmuş durumdadır. Bu hâl, bu müesseseleri pek çok fedâkârlıklara katlanarak kuran geçmişlerimize karşı büyük bir vefâsızlıktır. Mes’ûliyeti ağırdır. Yavrularını fânî dünyânın ikbâl yaldızlarına aldanarak bu yuvalardan mahrûm edenler de bu müesseselere karşı işlenen cinâyetlere ortak olmuş olurlar.

İnsanları seâdet ve olgunluğa, milletleri şeref ve ululuğa götüren hakîkatler cenneti olan Kur’ân-ı Kerîm’in, ihmâlinden doğacak büyük musîbetleri, ağır mahkûmiyetleri düşünüp ona göre davranmanın her olgun gönül sahibi, zekî müslümanın birinci vazîfesi olduğundan şüphe edilemez.

KUR’ÂN’A HİZMETİN ÖNEMİ

Kur’ân düşmanlığı kadar büyük bir bedbahtlık düşünülemezse de onun hizmetinde bulunmak hususundaki ihmâlkârlıkta ona yakın derecede bir vebâli mûcibtir. İnsanların selde sürüklenen kütükler misâli zamânın menfî modalarına kapıldığı günümüzde ayakta kalabilmemiz; küfür, ilhad ve tâviz selinden üzerimize bir katre dahî sıçramayacak sûrette korunabilmemiz için, yakınlarımıza, âile efrâdımıza, muhîtimize Kur’ân’ı öğretmeye, onun nûrunu, feyzini, bereketini yaymaya gayret etmeliyiz. Kur’ân’a olan ihtiyâcımızı aslâ unutmamalıyız. Kur’ân’la dâimî bir ünsiyet içinde hemhâl olmamız; onun emir ve nehiyleri ile istikâmetlenmemiz ve ahlâkı ile ahlâklanmamıza vesîle olur. Aksine hâreket büyük bir hüsrândır. Ebedî istikbâli fânî lezzetler mukâbilinde hebâ etmektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulur: “Onlar Kur’ân’ı inceden inceye düşünmezler mi? Yoksa kalplerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 24)

KUR’ÂN-I KERÎM HOCALARININ MES’ULİYETİ

Kur’ân-ı Kerîm hocalarının talebelerine daha çok ihtimâm göstermeleri zarûrîdir. Talebenin gönlü, hocasının muhabbeti ile dolmalıdır. Ondan “Elif-bâ”ya başlamadan “Elif”in hakîkatini öğrenmelidir. Minicik yüreğine, Allâh ve Rasûlullâh sevgisinden pırıltılar aktarılarak feyz ile yoğrulmalıdır. İslâm’ın nezâket, zerâfet ve tüm güzellikleri mâsum kalblerde mâkes bulmalıdır.

Allâh kelâmının tâlimine, ilâhî hitâba muhâtab olabilmenin heyecânı ile başlanmalıdır ki; minik ve mâsum yürekler, Kur’ân “Elif-bâ”sının diğer alfabelerden farkını anlayıp hayat boyu Kur’ân’a bir ihtiram üzere olsun ve kalben de Kur’ân’la yoğrularak ilâhî esrârın nûrânî bir hazînesi olsun.

KUR’ÂN’A İMÂN VE MUHABBET

Daimî bir yolcu bulunduğumuz bu dünyâda, yerli edâsında bulunmamak îcâb eder. Asırlar ve insanlar ilâhî göç kâfileleridir. Yaşadığımız şu gölgeler âleminden hakîkat diyârına intikâl kânunu, hayatın özü ve kaçınılmaz bir gerçeğidir.

Toprak üzerinde gezip dolaşırken birgün gelip de o çiğnenen topraktan bir parça olacağımız gerçeğini kavrayıp hayatımızı bu kavrayışın ışığı altında tanzîm edebilmemiz için ancak Kur’ân-ı Kerim’in engin muhtevâsına îmân ve muhabbet ile eğilmemiz gerekmektedir. Yavrularımızın da hayat ve sonrasına dâir olgun bir görüş ufkuna sahip olmaları için evveliyetle ana-babalara vazîfe düşmektedir.

Ne mutlu evlâtlarına ve gelecek nesillere karşı böyle şerefli bir hizmeti îfâ ederek ilâhî mîzânda Kur’ân-ı Kerim nîmetinin mes’ûliyetinden beraat fermânı alabilenlere…

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 171. Sayı, Mayıs 2000

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.