Ramazan-ı Şerif’i Nasıl Devam Ettiririz?

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, Ramazan-ı Şerif'in tüm hayata yayılmasının ehemmiyetinden, Ramazan'daki ibâdetlerimizin kabûlünün delîlinin ne olduğundan ve tüm hayatımızı Ramazan rûhaniyetinde yaşamamız için neler yapmamız gerektiğinin püf noktalarından bahsediyor.

RAMAZÂN-I ŞERÎF’İ NASIL DEVAM ETTİRİRİZ?

Efendim, bir Ramazân-ı Şerîfʼten ayrıldık. Bir Ramazân-ı Şerîf uğurlandı. Bu Ramazân-ı Şerîfʼi nasıl devam ettiririz? Nasıl bir Ramazan devam eder ki, son nefesimiz bir bayram sabahı olur?

Dâimâ bayramlar, Ramazan bayramı bir takvâ hayatından sonra geliyor, bir şehâdetnâme. Kurban bayramı bir fedakârlıktan sonra geliyor, yine bir şehâdetnâme. Yani gelişigüzel bir günde bayram olmuyor.

Fakat en mühim bayram, Cenâb-ı Hakkʼın âyette buyurduğu:

“…Melekler iner; «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.»” (Fussilet, 30) buyurduğu, bu, son nefes bayramı.

Zira Cenâb-ı Hak:

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“…Ancak müslümanlar olarak ölün.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor, başka türlü ölmeyin!

“Siz, Allâhʼın dînine yardım ederseniz (yaşarsanız, yaşatırsanız) Allah da size yardım eder (buyruluyor. Demek ki…) Ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyruluyor.

Cenâb-ı Hakkʼın, -inşâallah- öyle bir hayatımız olacak, bu Ramazân-ı Şerîfʼten aldığımız o sürur, huzur, o kalbî rikkat, ömür boyu devam edecek. Her Ramazanʼda bu tekrarlanacak. O mevsim yaşanacak. O mevsim bir senede devam edecek. Son nefesimiz de bir bayram sabahı olacak -inşâallah-.

Velhâsıl, Ramazân-ı Şerîf mevsimi, Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşma mevsimiydi. Menfî vasıflardan arınmak için riyâzat hâlinde yaşama mevsimiydi. Rasûlullah Efendimizʼin ahlâkıyla ahlâklanma mevsimiydi.

En büyük nîmet; -unutmayacağız ki- Rasûlullah Efendimiz… Bütün nîmetler Oʼnun yanında çok az, sıfırlanır.

Zira Cenâb-ı Hak:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ buyuruyor.

“Kim Allah Rasûlüʼne itaat ederse Allâhʼa itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80)

Yine Cenâb-ı Hak “üsve-i hasene” buyuruyor; “en büyük rehber”… En muhteşem rehber; Rasûlullah Efendimiz.

Oʼnun Dünyaʼya teşrifiyle, Allah bizi de Oʼna ümmet kıldı. Oʼnun Dünyaʼya teşrifiyle gönüller huzur buluyor dâimâ. Oʼnun hâlini düşünmekle, Oʼnun hâlini kendimize şiâr edinmekle gönüller huzur buluyor. Mahzun sîneler, Oʼnunla seviniyor. Zulmet dolu gönüller, Oʼnunla nûra gark oluyor. Mazlum yürekler, Oʼnunla, Oʼna ümmet olmakla tesellî oluyor. Kalpler, gönül mektebinde mârifetullah tahsili yapıyor, Oʼnun vesîlesiyle…

Velhâsıl, Dünyâ, Oʼnunla gerçek bir medeniyet yaşadı. Asr-ı Saâdet medeniyeti. İşte bu Asr-ı Saâdet medeniyetinin içine girebilmek, yaşayabilmek…

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede buyuruyor, bilhassa bu Ramazan âyetinin hemen aşağısında, Bakara 186. âyette; “…Ben size yakınım…” Cenâb-ı Hak; “Ben size yakınım…” diyor. (Bkz. el-Bakara, 186)

Hattâ şöyle oluyor âyetin nüzûlü:

Yeni müslüman olmuş câhil bir bedevî geliyor:

“‒Yâ Rasûlâllah! (Diyor.) Ben (diyor) bağırarak mı duâ edeyim (diyor) yoksa yavaş sesle mi duâ edeyim.” diyor.

Tabi daha yeni müslüman olduğu için, Allâhʼın müteâl olduğunun idrâki içinde değil. Onun için bu âyet-i kerîmede:

“…Ben size çok yakınım…” diyor Cenâb-ı Hak.

Siz de Bana diyor, Kitap ve Sünnetʼle yaklaşın buyuruyor. Siz de Bana yakın olun, buyuruyor.

Zira Cenâb-ı Hak:

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“…Nereye gitseniz, Allah sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4)

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

“…Şah damarından daha yakın…” (Kāf, 16)

İçimizden geçen duyguları da Rabbimiz biliyor. Demek ki ne kadar duygularımızı temizleyeceğiz?

Cenâb-ı Hak, hâlimizle, kālimizle, Rasûlullah Efendimizʼin hayatı önümüzde bir örnek olacak, Cenâb-ı Hakkʼa Oʼnunla bir yakınlık peydâ edeceğiz.

Yine bir, Mirza Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri var, o buyuruyor ki:

“Ramazân-ı Şerîfʼi zikirle, takvâ üzerinde olarak geçirilirse, senenin kalan kısmı da böyle güzel hâl üzerine devam eder. Eğer bu ayda, Ramazân-ı Şerîfʼte kusur ve gevşeklik olursa, bunun izi bütün sene boyunca görülür.”

Velhâsıl Ramazanʼımızın kabûlünün delili, Ramazanʼdan sonraki hâl ve istikâmetimizdir.

Unutmamalıdır ki amellerde asıl olan, sonlardır. Samimiyet, ihlâsla neticelendirilmeli…

Zira Cenâb-ı Hak:

يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ buyuruyor.

“Ey îmân edenler! Allâhʼın azametine (Allâhʼın yüceliğine, Allâhʼın sonsuz kudretine) göre takvâ sahibi olun. (Nefsânî arzularınızı bertaraf edin. Rûhânî istîdatlarınızı inkişâf ettirin.) Ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor.

Elhamdülillah, hidâyet üzere Dünyaʼya geldik. Fakat Cenâb-ı Hak bize bir son nefes îkazında bulunuyor.

Yine Cenâb-ı Hak nasıl bir huzûr-i ilâhîye gitmemizi arzu ediyor:

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ

(“O gün, ne mal fayda verir ne de evlât…” [eş-Şuarâ, 89])

O gün, o kişiye Dünyaʼdaki mallar, evlâtlar fayda vermiyor. Bitti. Bütün antenler kesildi. Onları nasıl icrâ etmişse o şekilde karşılanacak.

Ne istiyor bizden?

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(…Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89])

Nasıl insan çocukken tertemiz Dünyaʼya geliyor, mis gibi kokuyor rûhâniyetinden. Demek ki Cenâb-ı Hak öyle bir şekilde bir kalb-i selîm, rafine olmuş, tezkiye olmuş, tasfiye olmuş, kalb-i selîme ulaşmış;

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. [eş-Şems, 9])

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى

((Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lâ, 14])

İç âlem düzelmiş, -illâllah-; o kalp Cenâb-ı Hakʼla beraber olmuş; öyle bir kalple Cenâb-ı Hak kullarını Cennetʼe dâvet ediyor.

Bilhassa Ramazanʼdan sonra birtakım gevşekliğe dûçâr olmak, doldurulan bir çuvalın dibinin delinmesi gibi akar gider. Onun için bu Ramazanʼdan sonraki hâlimiz de çok mühim.

Bu sebeple yaptığımız bütün ibadet ve tâatler, Cenâb-ı Hakkʼın bize sonsuz lûtufları karşısında, biz yaptığımız ibadet ve tâatleri az göreceğiz. Cenâb-ı Hak bize sonsuz, çok nîmetler verdi.

Ramazân-ı Şerîfʼi teravihlerle, hayır-hasenatla, güzel ahlâkla îfâ ettik (diye), aslâ gurura, ucuba kapılmayacağız. “Ben yaptım” diyerek nefsimize pay çıkarmayacağız. Enâniyete kapılmayacağız. Ramazân-ı Şerîfʼi kaybetme bedbahtlığına uğramayacağız -inşâallah-.

Unutmayalım ki İbrahim -aleyhisselâm- malıyla (Cenâb-ı Hakkʼa) dost oldu, canıyla dost oldu, evlâdıyla dost oldu. (Gönlündeki) bütün fânî tahtlar yıkıldı. Kalp, Cenâb-ı Hakkʼın tecellîsi hâlinde oldu. Fakat Cenâb-ı Hakkʼın azamet-i ilâhiyyesini müşâhede ettikçe bir acziyet içinde kaldı:

وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ

“Yâ Rabbi! (Dedi.) O kıyamet günü, insanların diriltildiği gün beni mahcup etme.” buyurdu. (Bkz. eş-Şuarâ, 87)

Bize bu, dehşetli bir misal bu.

Yine Cenâb-ı Hak bize:

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَاْتِيَكَ الْيَقِينُ buyuruyor.

“Sana yakîn/ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et.” (el-Hicr, 99)

Yani kulluk, bir mevsim değil. Ömürlük bir mevsim.

İnsan hakkında ilâhî karar, son nefesi esas alır. Bu sebeple “beyneʼl-havfi veʼr-recâ” (korku ve ümit arası) hâlinde bir hayat yaşanacak. Ve son nefes, bardağı dolduran damlalar gibi, bütün hayat, o damlaya ve son nefese bir hazırlık hâline gelecek.

Onun için Efendimiz, kendini misal vererek, bize bildiriyor:

“Yâ Rabbi! (Diyor.) Beni göz açıp kapayıncaya kadar (yani anlık) nefsimin eline bırakma!” buyuruyor. (Câmiu’s-Sağîr, c. I, s. 58)

“«طَرْفَةَ عَيْنٍ :göz açıp kapayıncaya kadar» beni nefsime bırakma!” buyuruyor.

Velhâsıl, demek ki Rasûlullah Efendimizʼin bize verdiği imaj, tâlimat; kul dâimâ, kalp bir teyakkuz hâlinde olacak. Tek kurtuluş:

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])

Dünyaʼda da huzur, ne kadar med-cezirler geçse de, işte peygamberler, en büyük huzur, Cenâb-ı Hakʼla kalbin beraber olması.

Cenâb-ı Hak:

فَفِرُّوا اِلَى اللّٰهِ

“Allâhʼa koşun, (Allâhʼa sığının)…” (ez-Zâriyât, 50) buyruluyor.

Cenâb-ı Hak bize en büyük nîmet, bizden zikir istiyor. En büyük nîmetlerden biri, Kur’ân-ı Kerîm:

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ

(“Biz, Kur’ânʼdan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müʼminler için şifâ ve rahmettir…” (el-İsrâ, 82]) buyuruyor.

Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîmʼi bir şifâ ve rahmet olarak…

Kur’ân-ı Kerîmʼle istikâmetleneceğiz, yaşayacağız, yaşatacağız ve bize bir rahmet, Rabbimiz, bir şifâ olacak -inşâallah-.

RAMAZAN'I DEVAM ETTİRMENİN 4 PÜF NOKTASI

Efendim, Ramazân-ı Şerîfʼi biz nasıl devam ettiririz?

Şimdi, Ramazân-ı Şerîfʼte oruç vardı. Her gece kılınan teravihler vardı. Nâfile namazlar vardı. Îtikâflar vardı. Tabi bunlar kolay değildi.

Peki, bunları mı yapmamız lâzım Ramazânʼdan sonra ki Ramazânʼı devam ettirmemiz (için)?

Hayır! Bunlar mevsimlik ibadetler. Bu ibadetlerin rûhunu devam ettirmek.

Meselâ birincisi:

Oruç riyâzatını bütün zamanlara taşıyabilmek. Yani helâlleri bile asgarîde kullandık, yeme-içmeyi. Demek ki Ramazan dışında da oburluk, israf, pintilik vs. Bunlardan kalbimizi koruyabilmek.

Bu gösteriş durumu, bir felâket. Bu, kibre yol açan bir hâdise. Cenâb-ı Hak, kibrin kapılarını kapatmamızı istiyor. Onun için:

“İbâdurrahmân, yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar...” (el-Furkân, 63) buyuruyor.

Beşerî münâsebette de bir nezâket:

“…Câhiller gelip sataştığı zaman «selâmâ» derler geçerler.” (el-Furkân, 63) Muhatap olmazlar.

İkincisi:

Bu, nasıl helâllerden bir riyâzat hâlindeydik, demek ki hayatımızı dâimâ, bilhassa bu globalleşen dünyada, dâimâ bir haramlar câzibe hâlinde, onlara karşı kerahatlere, haramlara da çok titiz davranma. Bu şekilde Ramazan şuurunu devam ettirme.

İnsan şahsiyeti üzerinde iki müessir vardır:

Birincisi; ağzımıza aldığımız bir lokma.

İkincisi; beraberinde bulunduğumuz insan.

O kadar, büyükler bu hassasiyeti taşır ki, Mevlânâ Hazretleri diyor ki:

“Bu gece, bu seher bende bir tuluât, bir sünuhât olmadı, bir hikmet doğmadı kalbime. Anladım ki ağzıma bir tane kerih bir lokma girmiş.”

Üçüncüsü:

Teravihler vardı. Bu teravihleri cemaatle, câmiye koşmalar vardı. Demek ki Ramazanʼımızın devamı için, namazlarımızı -inşâallah- cemaatle kılmaya devam edeceğiz. 27 misli buyuruyor Rasûlullah Efendimiz. O cemaatin, o beraber kardeşliğin getirdiği rûhâniyetten hisseler alacağız. Ramazanʼı bir devam ettirme (için).

Diğer bir durum:

Sahurlar vardı. Sahurları bir gönül uyanıklığı ile bütün seherlere yayabilmek.

Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seher vaktinde (Allahʼtan) bağışlanma dileyenler.” [Âl-i İmrân, 17]) buyuruyor. Kapıları açıyor.

Nasıl Cenâb-ı Hak Kadir Gecesiʼnde kapıları açıyor, sonsuz kapılar açıyor, rahmet kapılarını açıyor; demek ki biz de seherlerde öyle anları arayacağız. An vardır, asırlara bedeldir rûhâniyet bakımından. Seksen küsur sene, “مِنْ اَلْفِ شَهْر” buyruluyor. (el-Kadr, 3) An vardır, Allah korusun, ayağın kaymasına sebeptir.

Velhâsıl seherler, Cenâb-ı Hakkʼın bir lûtuf anlarıdır. Tabi zordur, yatak çeker. Fedakârlık ister, ferâgat ister.

Cenâb-ı Hak:

“Tatlı yataklarından vücutlarını kaldırırlar «beyneʼl-havfi veʼr-recâ» korku ve ümit arasında Cenâb-ı Hakkʼa ilticâ ederler ve infak ederler.” (Bkz. es-Secde, 16) buyuruyor.

Velhâsıl halk ağzında bir şey vardır, darb-ı mesel:

“Her gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir bil.”

Öyle bir an olur ki o seherde, neredeyse bir Kadir Gecesiʼne yaklaşacak kalpte bir sünuhât olur, bir tuluât olur. Onun için Cenâb-ı Hak ısrarla seherlere davet ediyor.

سَاجِدًا وَقَائِمًا

(“…(Geceleyin) secde ederek ve kıyamda durarak…” [ez-Zümer, 9]) buyuruyor diğer âyette. Bilenlerle bilmeyenler arasında, bilmenin bir şeyi de (şartı da), Cenâb-ı Hakkʼın o kalbe bilgi vermesi (için), onun seherleri ihyâ etmesi…

Yine ibâdurrahman / Allâhʼın rahmetinin tecellî ettiği kulları bildiriyor. Onların bir vasfı da

سُجَّدًا وَقِيَامًا

(“…Secde ederek ve kıyamda durarak…” [el-Furkân, 64])

Yine seherlerde secde ve kıyam hâlinde olurlar…

Olur ki, an vardır, büyük fütuhatlara tohumdur. Onun için seherler mübârek anlardır.

Ramazân-ı Şerîfʼin devamı -inşâallah- nasıl bir sahurda kalkıyorduk, aç kalmayalım diye; mânen de, kalben de, rûhen de aç kalmamak için, -inşâallah- seherlerin ihyâ edilmesi, bu şekilde Ramazân-ı Şerîfʼin devam edilmesi…

 

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.