Peygamber Efendimiz’in Sohbet Sünneti

“Sahâbî” ve “sohbet” kelimeleri aynı kökten gelmektedir. Şüphesiz ki bu kelimeler arasındaki mânâ yakınlığı, tesâdüfî değildir. Zira sahâbeyi sahâbe yapan en mühim vesîlelerden biri de, onların Peygamber sohbetinden istifâde bereketine nâil olmuş bulunmalarıdır.

Gerçekten de sahâbe-i kirâm, Resûlullah Efendimiz’e duydukları muhabbet, hürmet ve edep hissiyâtı içinde, mânevî sohbet ve terbiyeden murâd edilen istifâdenin en müşahhas ve mükemmel numûnesi olmuşlardır. Bu sebeple “Sohbet, bir Sünnet-i Müekkede’dir.”[1] diyebiliriz.

Yine bu demektir ki, ibâdet vecdiyle îfâ edilen, feyz ve rûhâniyet dolu her sohbet; aslında Resûlullah Efendimiz’in sohbet meclislerinden günümüze ulaşan bir rahmet esintisi ve asr-ı saâdet neşvesidir.

Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“…Bir grup insan, Allâh’ın evlerinden bir evde toplanır, Allâh’ın Kitâbı’nı okur ve onu aralarında müzâkere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler çevrelerini kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder.” (Müslim, Zikr, 38; Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1455; Tirmizî, Kırâat, 10/2945)

EN GÜZEL SOHBET

Dolayısıyla en güzel sohbet, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler muhtevâsında yapılan sohbettir. Cenâb-ı Hak, kullarının bir araya gelerek âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle müzeyyen bir sohbet meclisi oluşturmasından hoşnut olur. Bu kullarını kendi katındaki meleklere medheder. Böylece sohbete gelen insanlar, Allah katındaki seçkin meleklerin duâ ve muhabbetine mazhar olurlar.

Bu tür meclislerde bulunanlar, ilâhî affa da yakın olurlar. Rahmet melekleri onların etrafını kuşatarak yerden göğe kadar bir halka içine alır ve onları her türlü kötülük ve tehlikeden muhafaza ederler. Mecliste bulunanların zihinlerine ve gönüllerine açıklık ve ferahlık verirler.

et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye isimli eserde şöyle denilmiştir:

Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i Hârun’un, İsrâiloğulları’nın kötü muâmelesine rağmen kırk sene çölde onlarla birlikte kalmaları, İsrâiloğulları’nın da bu peygamberlerin Allah katındaki kıymetinin bereketiyle bulutla gölgelenmeleri, kendilerine çölde kudret helvası ve bıldırcın etinin indirilmesi, çok ibretlidir. Bu durum, hem sâlihlerle birlikte olmanın (sohbetin) bereketini hem de fâsıklarla birlikte olmanın kötü tesirini gösteren en güzel misâldir.” (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, IV, 516)

[1] Sünnet-i Müekkede: Peygamber Efendimiz’in devamlı olarak yaptığı, sırf bağlayıcı ve kat’î bir emir olmadığını göstermek için nâdiren terk ettiği; farz ve vâcib olmayan amelleri.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Sohbet ve Adabı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.