Peygamberimizin Mucize Gösterdiği Çadır

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Ebû Bekir Sıddîk ve âzatlısı Âmir bin Fuheyre ile birlikte Abdullâh bin Ureykıt rehberliğinde Kudeyd mevkiinde bulunan bir çadıra uğradılar. Bu çadır Ümmü Mâbed’e âitti. Peygamber Efendimiz (s.a.v) burada Ümmü Mâbed’in zayıflığından dolayı süt vermeyen koyunundan bizzat kendi eliyle gün boyunca pek çok defa süt sağarak mucize gösterdi.

Medîne’nin mukaddes yolcuları da Ümmü Mâbed’den süt istediler.

SÜT VERMEYEN KOYUNDAN GÜN BOYU SÜT AKTI

Çadırda Ümmü Mâbed’in gâyet zayıf bir koyunu vardı ki sütü ve yağı olmak şöyle dursun, zayıflığının had safhada olması sebebiyle, hayvancağızın sürüye katılarak meraya gitmeye bile mecâli yoktu. Bu sebeple çadırın bir köşesinde kalmıştı. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, koyunu sağmak için izin istediğinde Ümmü Mâbed:

“−Anam babam sana fedâ olsun! Şâyet onda süt bulabilirsen sağ!” dedi.

Sevgili Peygamberimiz, Allâh Teâlâ’nın bereket ihsân etmesi için duâ ettikten sonra besmele çekerek bizzat kendi elleriyle o gün koyundan pek çok süt sağdı.

Ümmü Mâbed -radıyallâhu anhâ-’nın bildirdiğine göre o koyun, Hazret-i Ömer’in halîfeliği zamânında meydana gelen kuraklığa kadar yaşamıştır.

Yine Ümmü Mâbed -radıyallâhu anhâ-:

“Yeryüzünde hayvanlar yiyecek bir şey bulamazken biz onu akşam sabah sağardık.” diyerek koyundaki bereketi ifâde etmiştir.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- oradan ayrıldıktan sonra çadıra Ümmü Mâbed’in kocası Ebû Mâbed çıkageldi. Çadırda pek çok süt görünce hayretle:

“−Ey Ümmü Mâbed! Bu sütler nereden geldi? Koyunlar uzak merada, hepsi de kısır, burada ise sağılır hayvan yok! Bu ne hâldir?” diye sordu.

Hanımı:

“−Bugün bize mübârek bir zât uğradı. Şöyle şöyle güzel hâlleri vardı.” diye o gün yaşadığı hâdiseleri anlattı.

Kocası:

“−Aman şu zâtı bana târif et!” deyince, Ümmü Mâbed, Varlık Nûru’nun şemâilini şöyle târif etti:

ÜMMÜ MÂBED PEYGAMBERİMİZİN ŞEMAİLİNİ TARİF EDİYOR

“−Gördüğüm zât öyle bir kimseydi ki, güzelliği zâhir, yüzü nûrânî, ahlâkı güzel ve emsâlsiz idi. Kendisinde hiçbir ayıp olmayıp bilâkis son derece hoş-endâmlı ve güzel sîmâlıydı. Gözünde siyahlık, kirpiklerinde çokluk, sesinde nezâket vardı. Gözünün beyazı gâyet beyaz, karası gâyet kara ve Kudret’ten sürmeliydi. Kaşlarının ucu ince, saçları koyu siyahtı. Gerdanı uzun ve yüksek olup sakalı sık ve hafif uzundu.

Sustuğunda üzerinde sekînet ve vakar hâsıl olur, konuştuğunda güzellik, güler yüzlülük ve tatlı dillilik zuhûr ederdi. Sözleri sanki dizilmiş inciler gibi olup, ağzından tâne tâne çıkardı. Sözü açıktı, hak ile bâtılı gâyet iyi ayırırdı. Ne âcizlik sayılacak derecede az, ne de bıktıracak kadar çoktu.

Uzaktan görüldüğünde, insanların en heybetlisi ve en güzeli, yakınına gelince de insanların en tatlısı ve melâhatlisi idi. Orta boylu olup, boyu ne hoşlanılmayacak derecede uzun ne de gözün hakir göreceği şekilde kısaydı. Sanki bir fidandı ki, fidanlar arasında bitmiş, güzelliği onların üzerine çıkmıştı. Yanında birtakım arkadaşları vardı ki, bir şey söylediği zaman huzurla dinlerler ve verdiği emri yerine getirmek için koşuşurlardı. Hizmetine koşulan ve hürmet edilen biriydi. Mütebessim bir çehreye sâhipti. Kimseyi ayıplamaz ve azarlamazdı.”

ÇADIRIN  SAHİPLERİ MÜSLÜMAN OLDU

Ebû Mâbed bu güzel sıfatları işitince yemin ederek:

“−Bu zât Kureyş kabîlesinde zuhûr eden Peygamber’dir. O’nunla berâber olup kendisine arkadaşlık etmeyi ne kadar isterdim. Yine de bir yol bulabilirsem bunu muhakkak yapacağım!” dedi.

O günlerde Mekke’de sâhibi bilinmeyen bir sesin Ümmü Mâbed’in çadırına gelen misâfirleri medheden içli şiirler okuduğu duyulmuştur. Hâtiften gelen bu şiiri duyan Hassân bin Sâbit de Peygamber’leri aralarından çıkıp giden kavmin hüsrâna uğradığını ve O Peygamber’in Medîne’de hidâyeti neşredip Allâh’ın kelâmını okuduğunu anlatan bir şiir ile cevap vermiştir. (İbn-i Sa’d, I, 230-231; VIII, 289; Hâkim, III, 10-11)

Ebû Mâbed ve onun mes’ûd âilesi, hep birlikte İslâm’a girerek sahâbîlik şerefine nâil olmuşlardır.

 Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Kur’an-ı Kerim Işığında Nebile Silsilesi Hz. Muhammed Mustafa – 1

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.