Peygamberimizin Hemen Gerçekleşen Bazı Mucizeleri

Peygamber -sallâllahu aleyhi ve sellem-Efendimiz'in haber verdiği gibi tahakkuk eden bazı hâdiseler meydana gelmiştir.

PEYGAMBERİMİZİN UHUD DAĞI'NI SÂKİNLEŞTİRMESİ

Bir gün Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman (r.a) ile birlikte Uhud Dağı’na çıkmıştı. O sırada dağ sarsılmaya başladı. Âlemlerin Efendisi ayağıyla yere vurup şöyle buyurdular:

“–Sâkin ol ey Uhud! Senin üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehîd vardır.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 6; Tirmizî, Menâkıb, 18/3703; Nesâî, Ahbâs, 4)

Gerçekten de Hz. Ebû Bekir (r.a) yatağında vefât etmiş, diğer iki halîfe de şehîd edilmişlerdir.

HAZRET-İ HASAN'IN İKİ ORDUYU BARIŞTIRMASI

Ebû Bekre (r.a) şöyle der:

“Rasûlullâh (s.a.v)’i minberde gördüm, yanında Hazret-i Hasan vardı. Bazen halka yöneliyor, bazen Hasan’a yöneliyor ve:

«Allâh, şu torunumla iki muazzam müslüman orduyu sulha kavuşturacaktır.» buyuruyordu.” (Buhârî, Menâkıb, 25; Fedâilu’l-Ashâb, 22)

Hicrî 40 senesi Ramazan ayında 5. Râşid Halîfe olarak Hz. Hasan’a bey’at edildi. Bu esnâda Muâviye de halîfelik için mücâdele ediyordu. Hz. Hasan, 6 ay 3 gün halifelik yaptıktan sonra H. 41 senesinde Allah’ın rızâsını kazanmak ve Ümmet-i Muhammed’in kanını muhafaza etmek maksadıyla halifeliği Muaviye’ye bıraktı ve büyük bir fitneye mânî oldu. Böylece insanlar barış ve huzûra kavuştular. Bu fedâkârlık senesine “Âmu’l-Cemâa: Birlik yılı” adı verildi. Bu hareketiyle Hz. Hasan müslümanlar arasında kan dökülmesine mânî olmuş, insanların barış ve huzur içinde yaşamalarına vesile olmuştur.

Hz. Hasan’ın kumandasındaki 40-50 bin asker ile Muâviye’ye tâbi çok sayıdaki asker arasında muhârebe vukûuna ramak kalmış iken İmam Hasan (r.a) Efendimiz, uhdesindeki hilâfeti Muâviye’ye terkederek âteş-i fitneyi ıtfâya inâyet buyurmuşlardır. (Muhammed Esʻad Erbilî, Kenzü’l-İrfân, İstanbul: Erkam Yayınları, 1434, s. 43)

MÜŞRİKLERİN ÖLECEĞİ YERLERİ BİLDİRDİ

Hazret-i Ömer (r.a) der ki:

“Rasûlullâh (s.a.v) Bedir’de akşamleyin:

«–Şurası inşâallâh yarın filanın vurulup düşeceği yerdir!» diye müşriklerden ileri gelenlerin öldürülecekleri mekânları tek tek gösterdi. O’nu hak peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, onlardan hiçbiri Allâh Rasûlü’nün gösterdiği sınırları aşamadı. Sonra da bir kuyuya üst üste atıldılar.” (Müslim, Cennet 76, Cihâd 83)

MU'TE SAVAŞI'NDAKİ KUMANDAN TAYİNLERİ

Peygamber Efendimiz (s.a.v), ordusunu Mu’te’ye gönderirken Zeyd (r.a)’ı kumandan tâyîn etti. Sonra şu tâlimâtı verdi:

“Şâyet muhârebede Zeyd şehîd olursa, kumandayı Câfer alsın! Câfer de şehîd dü­şerse, Abdullâh bin Revâha orduya kumandanlık etsin! O da şehîd olursa, artık müslümanlar aralarından birini kumandan olarak belirlesinler!..” (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, IV, 238)

Daha sonra savaş ânını ashâbına nakleden Allah Rasûlü (s.a.v):

“Şimdi sancağı Allâh’ın kılıçlarından bir kılıç eline aldı. Netîcede Allâh mücâhidlere fetih müyesser kıldı.” buyurdu. (Buhârî, Meğâzî, 44; Ahmed, V, 299; III, 113; İbn-i Hişâm, III, 433-436; Vâkıdî, II, 762; İbn-i Sa’d, III, 46, 530; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 237)

Sonra yaşlı gözlerle dergâh-ı ilâhîye el açıp:

“Allâh’ım! Hâlid, Sen’in kılıçlarından bir kılıçtır. Sen ona nusret ihsân eyle!” diye duâ etti. (Ahmed, V, 299)

HABEŞ NECAŞİSİNİN VEFÂTINI HABER VERMESİ

Receb ayı içinde iken, Habeş Necâşîsi vefât etti. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, arada deniz bulunduğu ve karadan da günlerce gidilecek mesâfe olduğu hâlde Necâşî’nin vefâtını hemen o gün ashâbına haber verdi ve:

“–Uzak bir beldede ölen kardeşinizin cenâze namazını kılınız!” buyurdu.

Sahâbîler:

“−Yâ Rasûlallâh! Kimdir o?” diye sorduklarında, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Necâşî Ashama’dır! Bugün Allâh’ın sâlih kulu Ashama öldü! Kardeşiniz için Allâh’tan mağfiret dileyiniz!” buyurdu ve gıyâbî cenâze namazı kıldırdı. (Müslim, Cenâiz, 62-68; Ahmed, III, 319; IV, 7)

Sonradan Necâşî’nin gerçekten tam da Allâh Rasûlü’nün haber verdiği gün vefât ettiği öğrenildi.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.