Peygamberimizin Çocuk Yetiştirme Metodu Nasıldı?

Osman Nûri topbaş Hocaefendi çocuk yetiştirmekte dikkat edilecek husulardan, Peygamberimizin çocuk yetiştirme metodundan ve bir müslümanın düğününün nasıl olması gerekğinden bahediyor.

ÇOCUKLARIN GÜZEL İŞLERİ TAKDİR EDİLMELİ

Anne-babalar evlâtlarına güzel bir şahsiyet, büyük bir karakter bırakmalıdır. Anne-babalar örnektir. Hattâ bir misal verirler:

Mâlum, denizde yaşayan yengeçler vardır, yamuk yamuk yürürler. Yengeç demiş ki yavrusuna:

“‒Doğru yürü, yamuk yürüme!” demiş. O da demiş ki:

“‒Anne demiş, sen doğru yürü ki ben de arkandan doğru yürüyeyim.”

Velhâsıl, münâkaşalı, kavgalı ortamlarda büyüyen çocuklar, huysuzlaşır ve hırçınlaşır. Dengeli bir ortamda ise güzel huylar ve terbiye ile büyür.

Yavrularımızın -bilhassa bugün- davranışlarını iyi kontrol etmek lâzım. Tenhâlarda yanlış işler yapmasına meydan vermemek lâzım. Bu, îtiyat hâline gelir, tabiî hâle gelir, o da felâkete götürür.

Çocukların güzel işleri takdir edilmeli, mükâfatlandırılmalı.

İmâm Mâlik buyuruyor:

“Ben çocuktum diyor, babam bana her gün bir hadis ezberletirdi, bir hediye verirdi. Ben de ertesi gün bir hadis ezberleyerek huzuruna çıkardım, bir hediye daha alayım diye.

Bende öyle bir hâl oldu ki, bir câzibe hâline geldi. Babam bir hediye vermese de her gün bir hadîs-i şerîf ezberliyordum.”

Velhâsıl anne-babalar, bilhassa babalar, yavrularına hediyeler verecek, ufak yaşta câmilere alıştıracak, telkinatta bulunacak. Ceplerine beş on kuruş koyup onların sadaka vermesini temin edecek. Güzel huylarla müzeyyen hâle getirilecek.

Çocukların hatâlı işleri tatlı bir dille îkaz edilmeli. Kusurlarının tekrarlanmamasına gayret edilmelidir. Bir de çocuklara sık sık cezâ verilerek arsız hâle getirilmemelidir.

Emirler, yasaklar, kâideler, dînî mevzular öğretilirken de kavrayacağı şekilde ifâde edilmelidir. Çünkü çocuklar, ilk defa bir müşahhas misal ister. Mücerred misâle geçmeye zorlanır. Onun için müşahhas misallerle, ona anlayabileceği bir şekilde telkin etmek lâzım.

Anne-baba, muâşeret, âdâb-ı muâşeret üzerinde ciddiyetle durmalı. Anne-babanın çocuğunun şahsiyet ve kimlik kazanmasında çok büyük rolü vardır. Kibar, zarif, ince ruhlu olarak yetiştirilmesi, çocuğumuzun en büyük tahsilidir.

Onun için anne “ اَلْأُمُّ مَدْرَسَةٌ” buyruluyor, “bir mekteptir” buyruluyor.

Çocuklarımıza dâimâ Hakkʼın nîmetleri hatırlatılmalı. Dâimâ besmele, hamd ve şükre hazırlanmalı.

PEYGAMBERİMİZİN ÇOCUK YETİŞTİRME METODU

Efendimiz, bilhassa bunun üzerinde çok dururdu. Efendimizʼin üvey evlâtlarından Ebû Hafs vardı, üvey evlâtlarından. Ebû Hafs diyor ki:

“Ben (diyor), Allah Rasûlüʼnün terbiyesinde yetiştim (diyor). Çocuktum (diyor). Yemek yerken (diyor), elimi (diyor), yemek tabağının bir yanına giderdi, öbür yanına gider, karışık olarak istediğim yerden yemeği alırdım (diyor). Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana buyurdu ki:

«‒Oğlum (dedi), besmele çek, sağ elinle ye, hep önünden ye.»

O günden sonra (diyor), Rasûlullâhʼın buyurduğu gibi yemeye başladım.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Et’ime, 2; Müslim, Eşribe, 108)

“‒Zamanla öğrenir.” Yok! Ufak yaşta yavruya telkin etmek lâzım.

Yine Ebû Râfî (Râfî bin Amr) diyor, başından geçen bir hâdiseyi anlatıyor:

“Küçükken (diyor), Ensarʼdan birinin hurma ağacını taşlıyordum (diyor). Taşlarken, Efendimiz gördü, benim yanıma geldi:

«‒Çocuğum niçin hurma dalını taşlıyorsun?» diye sordu.

Ben de:

«‒Acıktım yâ Rasûlâllah! Yemek için.» dedim.

Bana dedi ki:

«‒Ağacı taşlama! Sen ağaçlardan düşen hurmaları o şekilde ye.»

Sonra benim başımı okşadı. Sonra bana bir duâ etti:

«‒Allâhʼım! Bunun karnını doyur!» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 85/2622; İbn-i Mâce, Ticârât, 67)

Velhâsıl, işte yavrulara Efendimizʼin metodunu anlatmakla bitiremeyiz.

Velhâsıl, çocuğumuzun kusursuz olmasını istiyorsak, kusursuz anne-baba olmaya gayret etmemiz zarûrî.

Bilhassa, yine kısaca tekrar edersek, burada da saâdetin temeli dindarlık esas, çünkü Allâhʼın rahmeti tecellî edecek.

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

(“Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senʼden yardım dileriz.” [el-Fâtiha, 5])

Biz ne kadar güzel bir kul olursak, Allahʼtan o kadar yardım gelir.

Diğer bakımdan; düğünler, merâsimler; ondan da kısaca bahsetmek istiyorum:

MÜSLÜMANIN DÜĞÜNÜ NASIL OLMALI?

Düğünler, nikâh akdinin îlân edilmesi ve bir âile yuvasını kurmanın sevinci ve bir memnuniyetin, sevincin toplumla paylaşılmasıdır. Yani bir dünya evine adım atmaktır. Cenâb-ı Hakkʼın rahmetini celbedecek şekilde icrâ edilirse, Cenâb-ı Hakkʼın yardımı tecellî eder.

Evlilik, nikâh ve düğünle başlar. Nikâh ve düğün, birbirini tamamlayan unsurlardır.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, nikâhla beraber bir velîme, yani bir düğün yemeği verilmesini, zengin-fakir, sâlih, bütün toplumun içindeki eş-dost, akrabâ, tanıdıkların ayırt edilmeksizin dâvet edilmesini tavsiye buyurmuştur.

Nitekim -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Fâtıma Vâlidemizʼin düğününde Bilâl-i Habeşîʼye:

“‒Ey Bilâl! (Dedi.) Ben, evlenme sırasında ümmetimin yemek yedirmeyi sünnet edinmelerini arzu ediyorum.” (Bkz. İbn-i Sa‘d, VIII, 23; Abdürrezzâk, V, 487; Diyârbekrî, I, 411)

Bu yemek yedirme, bu düğün, demek ki Efendimizʼin bir sünnet-i seniyyesidir.

Burada dikkat edilecek husus da bütün, ayırt etmeden bütün din kardeşlerini çağırmak, dâvet etmek, sâlihlerin, bilhassa onların duâlarından bu ilk adımda istifâde etmek.

Toplumun müşterek sevinci, böyle düğünleri Efendimiz terviç eder. Allâhʼın hükümlerine göre icrâ edilen nikâh meclisleri ve cemiyetler mübârektir ve duâların kabul olacağı mekânlardır.

Düğünler, İslâmî hassâsiyet içinde olmalıdır. Ve düğünde, evlenenlerin en büyük ihtiyacı, ümmet-i Muhammedʼin hayır duâsıdır. Çünkü evlilik, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Bu hayat, takvâ temelleri üzerinde inşâ edilmelidir.

Bu yeni bir hayata; Kurʼân-ı Kerîm tilâvetiyle, mânevî sohbetlerle, Cenâb-ı Hakkʼa duâlar ve ilticâlarla, bilhassa arada fark gözetmeden fakir-zengin, sâlihlerin ihmâl edilmediği bu ikramlarla adım atılmalıdır ki, onların duâlarına muhtacız. Ki Cenâb-ı Hakkʼın, bu âile yuvasında Cenâb-ı Hakkʼın rahmeti ve inâyeti tecellî etsin. Rasûlullah Efendimizʼin âile hayatının rûhânî dokusundan o yuvada tecellîler olsun. O yuvada;

قُرَّةَ اَعْيُنٍ âyette buyrulan;

رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ

(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla!..” [el-Furkân, 74])

Göz nûru olacak nesiller yetişsin.

Bugün maalesef günümüzde bu düğünler;

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ

(“…Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” [el-Fâtiha, 7])

O tarafa doğru gidiyor. İslâmî ölçüler ve hassasiyetlerden uzaklaşılıyor.

Hâlbuki bir müslümanın düğünü, gayr-i müslimlerin düğünü gibi olmamalıdır.

Birincisi; âilede maddî ve mânevî yıkım sebebi olan israf çılgınlıkları olmamalıdır. Güç gösterileri olmamalıdır.

Mahremiyet çiğnenmemelidir. Mahremiyete, kadın-erkek mahremiyetine dikkat edilmelidir. Helâl-haram sınırlarının unutulduğu bir merasim olmamalıdır.

Zira İslâm bir bütündür; hayatın her safhasında yaşanıp bazı safhalarında unutulmamalıdır. Hayatımızın her safhasını İslâmî ölçülerle düzenlememiz zarûrîdir. Bunun için İslâmʼın hassâsiyetleri, ahlâkı ve rûhâniyeti düğünlerimize aksetmelidir.

Okunan âyet-i kerîme en son, Furkan Sûresiʼnde, Cenâb-ı Hak nasıl bir düzen, nasıl bir âile düzeni istiyor?

رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ

(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla!..” [el-Furkân, 74])

Göz nûru zevceler, eşler.

Demek ki baştan eşler geliyor. Eşlerin, yani hanımların evlenecek kızlarımızın çok iyi yetiştirilmesi lâzım. Dînî, ahlâk, edep… Esas tahsil de budur. “ اَلْأُمُّ مَدْرَسَةٌ” Çünkü o anne olacak, medrese olacak.

قُرَّةَ اَعْيُنٍ; oradan bir göz nûru evlâtlar çıkacak. Biz de toplum olarak:

وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا

(“…Bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])

Takvâ sahibi olacağız. O da kâfî değil, takvâda da karakter ve şahsiyetimizle numûne olacağız -inşâallah-.

Cenâb-ı Hak böyle bir düzen istiyor. İşte böyle bir düzen, asr-ı saâdet düzeni. Zaman zaman tarihimizde devam eden, toplumların huzur bulduğu devirlerdir.

Cenâb-ı Hak -inşâallah- böyle yuvalarla toplumuzu, böyle yuvalarla -inşâallah- müzeyyen kılar.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.