Peygamberimizin Bir Ay Hanımlarından Uzak Kalması

Sahabeler neden peygamberimizin hanımlarını boşadığını sanmışlardır? Peygamberimiz hanımlarından neden bir ya uzak kalmıştır? Validelerimiz peygamberimizden ne istemiştir? Bu konularla ilgili hadisler neler nelerdir? Sahabeler neden ilim için acele ederdi? Dr. Murat Kaya anlatıyor...

Ömer bin Hattâb (r.a) şöyle anlatır:

“Ensâr’dan bir komşum ile berâber Benî Ümeyye bin Zeyd yurdunda oturuyordum. Burası, Medîne’nin Avâlî denilen üst taraflardaki semtindeydi. (Bir şey öğrenmek ümîdiyle) Rasûlullâh (s.a.v)’in nezdine nöbetleşe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahiy ve sâireye dâir ne duyarsam haberini komşuma getirirdim. O da indiği zaman böyle yapardı. Ensârî arkadaşım bir nöbet gününde indi. Dönüşünde kapımı pek şiddetli çalarak:

«‒Burada mısın?» diye seslendi. Fenâ hâlde korkup endişelendim. Yanına çıktım.

«‒Büyük bir hâdise oldu. (Rasûlullâh (s.a.v) hanımlarını boşadı.)» dedi.

(Ben zâten böyle bir şey olacağını tahmin ediyordum. Sabah namazını kılınca giyinip kuşandım. Sonra Medîne’ye inip) kızım Hafsa’nın yanına girdim. Baktım ki ağlıyor.

«‒Rasûlullâh (s.a.v) sizi boşadı mı?» diye sordum.

«‒Bilmiyorum.» dedi.

Ondan sonra Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine vardım. Ayaküstü durduğum yerden:

«‒(Yâ Rasûlâllâh,) zevcelerinizi boşadınız mı?» diye sordum.

«‒Hayır.» buyurdular.

Bunun üzerine ben de «Allâhu Ekber!» demişim.” (Buhârî, İlim, 27)

BU HADİSTEN NE ANLAMALIYIZ?

İlim için nöbetleşmek… Bu hâl, müslümanların ilim öğrenmeye olan şiddetli arzularını, hırslarını ve bu uğurdaki takdire şâyan gayretlerini gösteriyor. Çalışan insanların da isterlerse ilim öğrenebileceğini ortaya koyuyor.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ashâbını ısrarla ilme teşvik ediyor, onlar da bu uğurda büyük bir gayret sarfediyorlardı. Allah Rasûlü’nden öğrendikleri bilgileri hemen birbirlerine ve diğer insanlara öğretiyorlardı.

Hz. Ömer’in korkması, o günlerde Gassânîlerin saldıracağına dâir bir haberin şâyî olmasındandır. Nitekim:

“–Nedir o; Gassânîler mi saldırdı?” diye sormuş, Ensârî ise:

“–Hayır, fakat ondan daha büyük ve daha mühim… Rasûlullah (s.a.v) kadınlarını boşamış!” cevabını vermiştir. (Buhârî, Mezâlim, 25)

Bu cevaptan anlaşıldığına göre, ashâb-ı kirâmın katında, Peygamber Efendimiz’in azıcık üzülmesi, dünyanın süper gücü olan büyük bir devletin saldırısına uğramaktan daha büyük bir mes’eleydi. Zira onlar, Efendimiz (s.a.v) üzerine titriyorlardı…

Vâlidelerimiz, Peygamber Efendimiz’den biraz dünya rahatlığı taleb etmişler, Efendimiz (s.a.v) de onlarla bir ay konuşmayacağına yemin ederek birkaç basamakla çıkılan kendisine âid bir odaya çekilmişti. Buna Îlâ Hâdisesi denir. Ashâb-ı kirâm ise Allah Rasûlü’nün hanımlarını boşadığını zannetmişlerdi.

Îlâ müddetinin nihâyetinde şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Ey Nebiyy-i Muhterem! Hanımlarına söyle ki: «Siz eğer dünyâ hayâtına ve onun zînetine tâlib iseniz gelin size biraz mal ve metâ vereyim de tatlılıkla, hüsn-ü sûretle bırakıvereyim. Yok eğer Allah’ı, Rasûlü’nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız şüphesiz biliniz ki Allah Teâlâ sizin muhsin olanlarınıza büyük bir ecir hazırlamıştır».” (el-Ahzâb, 28-29)

Vâlidelerimizin hepsi de ikinci şıkkı tercih ettiler. Allah Teâlâ hepsinden râzı olsun!

BUGÜN ÇOKLAR, ANCAK YARIN AZALIP GİDERLER

Allah Rasûlü (s.a.v) vefât ettiğinde amcası Abbâs’ın oğlu Abdullah (r.a) on üç yaşlarında idi. Efendimiz’in duâsı sâyesinde daha sonra çok büyük bir âlim olmuştur. (Buhârî, Vudû, 10)

Onun ilim yolundaki gayretleri kendi ifadesine göre şöyleydi:

“Rasûlullah (s.a.v) vefat edince, Ensâr’dan bir kişiye:

«–Ey filan! Gel, fırsat elimizdeyken Peygamber Efendimiz’in ashâbına gidelim, bilmediğimiz şeyleri sorup öğrenelim. Onlar bugün çok, ancak ya­rın azalıp giderler» dedim. O:

«–Şaşıyorum sana ey İbn-i Abbâs! İnsanların arasında Peygamberimiz’in ashâbından bu kadar kişi varken halkın sana ihtiyaç duyacağını mı düşünüyorsun?!» dedi ve teklifimi kabul etmedi.

Ben ise ashab-ı kiramdan ilim öğrenmek için peşlerinde koşmaya ve onlara sorular sormaya başladım. Bir kişide bir hadîs-i şerîfin olduğunu öğrendiğimde hemen evine giderdim. Öğle vaktiyse bazen istirahat ediyor olurdu. Ben de kapısının yanında elbisemi yastık yapıp yaslanır ve sahâbînin öğle namazına çıkmasını beklerdim. O esnâda rüzgâr yüzüme toprak savururdu. Sahabînin uyandırılmasını isteseydim hemen uyandırırlardı, lâkin o hadisleri gönül hoşluğuyla rivayet etsin, ben de gönül hoşluğuyla dinleyeyim diye kendiliğinden dışarı çıkıncaya kadar rahatsız etmezdim. Sahâbî dışarı çıkıp beni gördüğünde:

«–Ey Rasûlullah’ın amcaoğlu! Niçin zahmet ettin? Haber gönderseydin de ben sana gel­seydim ya!» derdi. Ben de:

«–Benim sana gelmem daha münâsip olur» derdim.

«–Hiç değilse haber gönderseydin de seni bekletmeseydim!» derdi. Ben:

«–Bütün ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra yanıma gelip bana rahatça ilim öğretmeni istediğim için böyle yaptım» der­ ve kendisine o hadisi sorardım.

Gün geldi, teklifimi kabul etmeyen kişi, insanların ilim öğrenmek için benim başıma toplandığını gördü ve:

«–Bu delikanlı ben­den daha akıllıca davrandı!» diyerek pişmanlığını ifade etti.” (Bkz. Dârimî, Mukaddime, 47/573-576)

İbn-i Abbas (r.a) ayrıntı denebilecek bir bilginin bile peşinde nasıl arzu ve iştiyakla koştuğunu şöyle anlatır:

Tahrîm sûresinin 4. âyetinde kendilerine hitâb edilen Peygamber Efendimiz’in iki hanımı hangileriydi diye Hz. Ömer’e sormayı çok istiyor, bunun için fırsat kollayıp duruyordum. Nihayet onunla birlikte hacca gittim. Bir ara Hz. Ömer (r.a) yoldan ayrılıp bir yere saptı. Ben de elimde deriden bir su kabı olduğu hâlde onunla birlikte yoldan ayrıldım. Ben kenarda beklerken Hz. Ömer (r.a) kuytu bir yerde tuvaletini yaptı. Yanıma gelince kaptan su döktüm, abdest aldı. Tam fırsatını bulmuşken kafama takılan suali sordum. O da âyetin nüzûlüne sebep olan hâdiseleri uzun uzun anlattı. (Buhârî, Mezâlim, 25)

İbn-i Abbâs’ın âzadlısı İkrime (r.a) şöyle anlatır:

Abdullah bin Abbâs (r.a) bana ve oğlu Ali’ye:

“–Ebû Saîd’e gidip ondaki Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in hadislerini dinleyin!” dedi.

Ebû Saîd (r.a)’in yanına vardık. O, kardeşiyle birlikte bahçelerini düzeltiyor ve suluyordu. Bizi görünce yanımıza gelip oturdu ve anlatmaya başladı… (Bkz. Buhârî, Salât, 63; Cihâd, 17)

SAHABELERİN İLİM PEŞİNDE KOŞMASI

Ubâde bin Velîd (r.a) şöyle anlatır:

“Ben ve babam, vefât etmeden evvel kendilerinden ilim elde edelim diye Ensâr’ın ikamet ettiği mahalleye gittik. İlk rastladığımız kişi Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in sahâbîsi Ebu’l-Yeser oldu. Beraberinde bir de hizmetçisi vardı ki, elinde sahîfelerden müteşekkil bir bohça taşıyordu…”

Ubâde (r.a) bu sahâbîden bazı bilgiler aldıktan sonra diğer sahâbîleri de ziyaret edip onlardan öğrendiği bilgileri uzun uzun nakleder. (Müslim, Zühd, 74)

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.