Peygamberimize (s.a.v) Karşı Sorumluluklarımız Nelerdir?

Peygamberi (s.a.v) sevmek imandandır. Sevmek fiilinin cereyan bulduğu sevgide elbette ispat istemektedir. Bunun ispatı olarak ayet ve hadislerle Peygamberimize (s.a.v) karşı bizlere düşen vazifeler nelerdir?

 Allah Teâlâ bu ümmete Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e en üst seviyede tâzimde bulunmayı ve onu yüceltmeyi vâcip kılmıştır:

اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ. لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُۜ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا

“Şüphesiz biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ta ki (ey müminler!) Allah’a ve Rasûlü’ne iman edesiniz, Rasûlü’nün izzetini hakkıyla takdir edip ona yardım edesiniz, O’na saygı gösterip ihtiramda bulunasınız ve sabah akşam Allah’ı tesbih edesiniz.” (Fetih, 8-9)

فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟

“…O Peygamber’e iman eden, kuvvetle ve en güzel şekilde tâzimde bulunan, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nûr’a (Kur’ân’a) ittibâ edenler var ya, işte felâha erenler onlardır.” (Aʻrâf, 157)

Taʻzîr: Tâzimde mübâlağa etmek, en büyük ihtiramı göstermek demektir.

Tevkîr: İhtirâm, yüceltme, medhetme, hürmet gösterme mânâlarına gelir. Tevkîr, muhabbet makamından daha üst seviyede bir duygudur.

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki öyle bir gün gelecek, o zaman beni göremeyeceksiniz. Beni bir defâ görebilmek sizden birine ehlinden ve malından daha sevimli gelecek!” (Müslim, Fedâil, 142)

“Ümmetim içinde beni en çok seven insanlardan bir kısmı benden sonra gelecek. Onlardan biri beni bir defacık görebilmek için bütün ehlini ve malını seve seve fedâ etmeyi canına minnet bilecek!” (Müslim, Cennet, 12)

-  Cenâb-ı Hak varlıklar içinde Âdemoğlunu seçip üstün kılmıştır: (İsrâ, 70)

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ

-  İnsanlar içinden rasulleri seçmiştir: (Hac, 75)

-  Peygamberleri diğer insanlara üstün kılmıştır (Enʻâm, 86)

-  Seçtiği bazı peygamberleri diğerlerine üstün kılmıştır (Bakara, 253; İsrâ, 55)

-  Sonra Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafâ’yı bütün peygamberlere üstün kılmıştır.

Ashab-ı kiram Efendimiz’in bir tek saçını, abdest aldığı suyun bir tek damlasını yere düşürmüyordu.

PEYGAMBERİMİZE KARŞI SAHABÎ EFENDİLERİMİZİN HASSASİYETİ

Peygamber Efendimiz’in evinde zuhur eden en ufak bir problemle meşgul olup üzülmesine tahammülleri yoktu. Bunu o zamanın en büyük imparatorluğu olan Bizans ile savaşmaktan daha büyük görüyorlardı.

Hz. Enes (r.a) şöyle der:

“Ashâb-ı kirâm için Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den saha sevimli başka kimse yoktu.” (Ahmed, III, 132, 250-251)

Câbir t şöyle der:

“Rasûlullah (s.a.v) onlara gözlerinden daha kıymetli ve sevimli idi. Efendimiz’e rahatsızlık veririz korkusuyla yanına iyice yaklaşmazlardı.” (Dârimî, I, 28-29; Ahmed, III, 397-398)

-   Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e olan sonsuz muhabbet, tâzim ve hürmetleri sebebiyle ashâb-ı kirâm  bir seferden döndüklerinde önce Efendimiz’in yanına uğrar, onun mübarek yüzüne doya doya bakar, kendisine selâm ve hürmetlerini arzeder, daha sonra evlerine giderlerdi. (Ahmed, IV, 437-438)

-  Ashâb-ı kirâm y Rasûlullah Efendimiz’e olan sonsuz muhabbet, tâzim ve hürmetleri sebebiyle onun elinin, ağzının veya herhangi bir uzvunun dokunduğu şeylere tekrim ederlerdi. Hz. Osman ve İmrân bin Husayn v derler ki:

“Rasûlullâh r Efendimiz’e beyʻat ettiğim günden beri sağ elimi edeb yerime hiç dokundurmadım.” (İbn-i Mâce, Tahâret, no: 311; Ahmed, IV, 439)

-  Ashâb-ı kirâm y Rasûlullah r Efendimiz’e olan sonsuz muhabbet, tâzim ve hürmetleri sebebiyle onun hâtıralarını muhâfaza eder, onlarla hayatında ve vefâtından sonra teberrük ederlerdi.

Osman bin Abdullah’ın nakline göre Ümmü Seleme vâlidemizin yanında, deve çanına benzer gümüş bir kap içinde Peygamber Efendimiz’in saç telleri vardı. İnsanlar hastalandıklarında bunlarla teberrük ederek Allah’tan şifâ taleb ederlerdi. Ba­zen bir su kabının içine onları koyarlar ve o suyu içerler, bazen de onları sulu bir tekne içine daldırır sonra o suyun içine otururlardı. Böylece kendilerine şifâ hâsıl olurdu. Nitekim âilesi, Osman bin Abdullah’ı bu teberrük için defalarca Ümmü Seleme validemizin yanına göndermişlerdir. (Buhârî, Libâs, 66; Humeydî, el-Cemʻ beyne’s-Sahîhayn, IV, 233; İbn-i Hacer, Fethü’l-Bârî, X, 353; Aynî, Umdetü’l-Kârî, X, 278-279; Kastallânî)

Ebû Musa el-Eşʻarî  şöyle anlatır:

“Medîne-i Münevvere’ye geldiğimde Abdullah bin Selâm t beni karşıladı ve:

«­–Haydi, seni evime götüreyim de Rasûlullah r Efendimiz’in su içtiği bardaktan su içireyim, Efendimiz’in namaz kıldığı yerde namaz kılasın!» dedi.

Onunla beraber gittim, bana sevîk içirdi, hurma yedirdi ve mescidinde namaz kıldım.” (Buhârî, İʻtisâm, 16; Menâkıbu’l-Ensâr, 18)

Abdullah bin Selâm t Peygamber Efendimiz’i evine dâvet edip en güzel yerinde namaz kılmasını ricâ etmiş, sonra da orayı mescid edinmişti. Burada bahsedilen mescid Efendimiz’in o evde namaz kıldığı yerdir.

-  Ashâb-ı kirâm, Rasûlullah r Efendimiz’den uzak kalmaya hiç dayanamazlardı. Birisi Efendimiz’i bir gün göremediğinde dışarı çıkıp onu görünceye kadar arardı. Rasûlullah r onlara herhangi bir isteği olup olmadığını sorduğunda kıyamet günü Efendimiz’in yakınında olmaktan başka bir şey istemezlerdi.

Zeyd bin Hârise’nin ağabeyi Cebele şöyle anlatır:

“Rasûlullah Efendimiz’in yanına vardım:

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kardeşim Zeyd’i benimle birlikte gönder!» dedim. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–İşte kendisi burada. Eğer seninle gelmek isterse, ben ona mânî olmam» buyurdu. Ancak Zeyd benim teklifimi reddederek:

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben hiç kimseyi Sana tercih etmem?» dedi.

Daha sonra, kardeşim Zeyd’in görüşünün benimkinden daha isâbetli ve üstün olduğunu gördüm.” (Tirmizî, Menâkıb, 39/3815)

Rasûlullah r Efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ile birlikte Abdullah bin Mes’ûd t’ın yanına uğramışlardı. O namaz kılıyordu. Namazı bitirip dua etmeye başladı. Rasûlullah r üç defa:

“–İste! Ne istersen sana verilecek!” buyurdu. Abdullah’ın duasında şu cümleler de vardı:

اللّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ إِيمَانًا لَا يَرْتَدُّ وَنَعِيمًا لَا يَنْفَدُ وَمُرَافَقَةَ نَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي أَعْلَى جَنَّةِ الْخُلْدِ

“Allah’ım, senden zayıflayıp yok olmayan bir iman, tükenmeyen bir nimet ve Huld cennetinin en yüksek mertebesinde Nebiyy-i Ekrem’in Hz. Muhammed Mustafâ r Efendimiz ile birlikte olmayı istiyorum!”

PEYGAMBERİMİZİ HER KONUDA ÖRNEK ALMAK

Hz. Ömer hemen Abdullah’ın yanına varıp onu müjdelemek istedi ancak Hz. Ebu Bekir’in daha önce davrandığını gördü. Ona:

“–Bu davranışın kesin olarak ispat ediyor ki sen hep hayırda en önde koşan bir insansın!” dedi. (Ahmed, I, 445)

-  Rasûlullah r Efendimiz’in yaşadığı evden daha yüksek bir yere çıkmak istemezlerdi.

Peygamber Efendimiz, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinin alt katında kalmayı istemişti. Ebû Eyyûb t bir gece endişeyle uyandı:

“–Peygamber r Efendimiz’in mübarek başı üzerinde yürüyoruz!” diye hayıflanarak âilesi ile birlikte iyice duvar diplerine sıkıştılar. O geceyi bu şekilde duvarın dibinde geçirdiler. Ertesi gün Efendimiz’in “aşağısı bizim için daha uygun” buyurmasına rağmen:

“–Sizin altında bulunduğunuz tavanın üstüne çıkamam” diyerek yer değiştiler.

Peygamber Efendimiz’e yemek götürürler, geri gelen tabakta Efendimiz’in parmak izlerini arar, oraları yiyerek teberrük ederlerdi. Bir gün Efendimiz’in yemeğe hiç dokunmadığını görünce dehşete kapılmış, acaba bir kusur mu işledim diye korkmuştu. Rasûlullah r sarımsaklı olduğu için yemediğini bildirince:

“–O haram mıdır ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):

“–Hayır, ancak ondan hoşlanmıyorum” buyurdu.

Ebû Eyyûb el-Ensârî t:

“–Senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam” dedi ve bir daha sarımsak yemedi. (Müslim, Eşribe, 170-171; İbn-i Hişâm, II, 116)

-  Efendimiz’e âit eşyalara son derece tâzim eder, onlara müşriklerin dokunmasını istemezlerdi:

Hâlid bin Velid  içinde Efendimiz’in mübarek saç ve sakalı bulunan sarığı yere düştüğünde kâfirlerin ona basmaması için kendisini düşmanın içine atmıştı. (Taberânî, Kebîr, IV, 122)

Ümmü Habîbe  vâlidemiz, babasının altından minderi çekmişti. (İbn-i Hişâm, IV, 12-13)

Ebû Dücâne  Peygamber Efendimiz’in verdiği kılıçla çarpışırken Ebû Süfyan’ın karısı Hind ile karşılaştı. Efendimiz’in kılıcını müşrik bir kadının kanıyla kirletmeyeyim diye onu öldürmekten vazgeçti. (Hâkim, III, 230-231; Heysemî, VI, 109)

-  Peygamber Efendimiz’in meclisinde otururken sanki başlarının üzerinde kuş varmış da ses çıkarsalar veya kımıldasalar uçuverecekmiş gibi sükûnet ve huzur içinde durur, Efendimiz’i dinlerlerdi.

-  Efendimiz’in yanında kesinlikle seslerini yükseltmezler, yüksek sesle konuşan olursa hemen onu îkâz edip sesini alçaltmasını söylerlerdi. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer gibi büyük sahabiler bile Efendimiz’e bir şey söylerken sanki sır söylüyormuş gibi hafif sesle konuşurlardı.

-  Vefât edeceğini anlayan sahabîler buna sevinir:

“–Ne mutlu bana, yarın sevgililerime kavuşacağım, Muhammed u’ın ve arkadaşlarının yanına gideceğim diye sevinç gözyaşları dökerlerdi.

-  Bazı sahabîler Peygamber r Efendimiz’i her hatırladıklarında ağlar, konuşamaz hâle gelirdi. Efendimiz’in evinin yanından geçerken ayrılık ateşine dayanamayarak yüzünü çevirir, Efendimiz’in evine bakamazdı.

Meselâ Abdullah bin Ömer t Peygamber r Efendimiz’i ne zaman zikretse mutlaka ağlardı. (Dârimî, I, 40; İbn-i Saʻd, IV, 168)

-  Efendimiz’in sevdiği her şeyi sever, hoşlanmadığı şeyleri de sevmezlerdi:

Hazret-i Enes t anlatıyor:

“Bir terzi, Rasûlullâh r’i hazırladığı bir yemeğe davet etti. Beraberinde ben de gittim. (Ev sâhibi sofraya) arpa ekmeği, içerisinde kabak bulunan bir çorba ve kadid (kurutulmuş et) getirdi. Ben, Rasûlullâh r’in tabaktaki kabakları özellikle seçip yediğini gördüm. O günden beri kabağı sevmeye devam ediyorum.[1] O günden beri benim için yemek yapılıp da içine kabak koyma imkânı olduğu müddetçe mutlaka yemeğe kabak koydururum.” (Müslim, Eşribe 144-145)

Bir sahabî oğluyla birlikte Efendimiz’e beyʻat etmek için gitmişlerdi. Efendimiz’in gömleğinin düğmeleri açıktı.

Daha sonra o baba ve oğlu gömleğinin düğmeleri kapalı olarak gören bir Allah’ın kulu olmadı. Sıcak soğuk demez devamlı, Efendimiz’i gördükleri üzere gömleklerinin düğmeleri açık gezer, kesinlikle kapatmazlardı. (Ahmed, VI, 210)

-  Hâfız, fakîh, ehl-i Hicâz ve Şam’ın imamı olan İmam Zührî, insanların en sakini ve en îtidal üzere bulunanı idi. Ancak yanında Rasûlullah r zikredildiğinde kendinden geçer sanki sen onu o da seni tanımıyormuş gibi bir hâl alırdı. (Kâdî Iyâz, Şifâ, II, 597-598)

ü  Selef-i sâlihîn abdestsiz hadis rivayet etmeyi çirkin görürlerdi. Aʻmeş hadis rivâyet etmek istediğinde abdest alma imkânı bulamazsa teyemmüm ederdi. (Kâdî Iyâz, Şifâ, II, 601-604)

Said bin Müseyyeb -rahmetullahi aleyh- hasta yatağında yatarken kendisine hadis-i şerif sorulunca hemen kalkmış, gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra hadis-i şerif nakletmiştir.

-  Teslimiyette zirve idiler:

Ebû Saîd el-Hudrî şöyle anlatır:

Rasûlullah r ashabına namaz kıldırırken mestlerini çıkarıp sol tarafına koydu. Bütün sahabiler de aynı şeyi yaptılar. Namaz bitince Efendimiz niçin öyle yaptıklarını sorunca:

“–Sizin çıkardığınızı gördük biz de çıkardık…” dediler. (Ahmed, III, 20, 92)

Dipnotlar:

[1]  Buhârî, Et’ime 33, Büyû’ 30; Muvatta, Nikâh 51.

Kaynak: kuranvesunnetyolunda.com

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.