Peygamberimiz'e Gelen Vahyin Tekrar Başlaması

Fetret-i vahy (vahyin kesilmesi) altı ay sürdü.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, vahyin tekrar başlamasını şöyle anlatır:

Ben (birgün) yürürken birdenbire semâdan bir ses işittim. Başımı kal­dırdım. Bir de baktım ki, Hirâ’da bana gelen melek (Cebrâîl), semâ ile arz arasında bir kürsî üzerinde oturmuş. Pek ziyâde ürperdim. (Evime) dönüp:

«Beni örtün, beni örtün!» dedim.

(Ben, üzerimi örttürmüş bir hâlde iken, Cebrâîl -aleyhisselâm- geldi.) Allâh Teâlâ, (onun vâsıtasıyla bana):

يَااَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ. قُمْ فَاَنْذِرْ. وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ. وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ. وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ

“Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)! Kalk, (artık azâb ile) inzâr et! Rabbini yücelt! (Yâni onun yüceliğini tekbîr ile terennüm eyle ve herkese bildir!) Elbiseni temizle! (Yâni zâhirini ve bâtınını temiz tut; güzel ahlâk ile ahlâklan!) Kötü şeylerden uzak dur!” (el-Müddessir, 1-5) âyetlerini inzâl buyurdu.

Artık vahiy (bundan sonra) bir daha kesilmedi.” (Buhârî, Tefsîr, 74/4, 5; Müslim, Îman, 255-258)

Allâh Teâlâ buyurur:

وَلَقَدْ وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

“And olsun ki Biz, düşünüp ibret alsınlar diye vahyi birbiri ardınca yetiştirdik (vahyi aralıksız gönderdik).” (el-Kasas, 51)

Vahyin aralıksız devâm etmesi de, Kur’ân-ı Kerîm’in îcâzındandır. Zîrâ bütün in­sanların bir araya gelerek ve yardıma çağırabilecekleri herkesi de çağırarak bir âyetini bile meydana getiremeyecekleri ulvîlikteki âyetlerin, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e peşpeşe nâzil olması, Kur’ân-ı Kerîm’in vahiy mahsûlü olduğunu kat’î bir sûrette ispat etmektedir. Bu, ona aslâ beşerî bir müdâhale olmadığının da en bâriz bir delîlidir.

Diğer taraftan en küçük bir şiir kitabının bile bin bir gayret ve yoğun mesâîler netîcesinde teşekkül etmekte olduğu mâlumdur. Üstelik ne kadar titizlik gösterilse de beşer mahsûlü olan bu tip eserlerin kusursuz olabileceğini iddiâ etmek de mümkün değildir. Ancak ilâhî vahiyde böyle bir husus söz konusu olmayıp, o, ilk şekliyle bâkî, sayısız mûcizeyi muhtevî ve bütün beşerî nok­sanlıklardan münezzeh bir kelâm olarak lutfedilmiştir. Bu da Kur’ân-ı Kerîm’in hakkāni­yet ve yüceliğini ifâdeye kâfîdir.

KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.