Peygamberimize Gelen İlk Vahiy

Nübüvveti

İlk vahiy nedir? Peygamber Efendimize ilk vahiy ne zaman, nerede, hangi ayetlerle gelmiştir? İlk vahiy nasıl gelmiştir? İşte Peygamberimize (s.a.v.) gelen ilk vahiy.

Allah’ın son elçisi; Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ilk vahyin gelişi...

İlk Vahiy Hangisidir?

Peygamber Efendimize ilk inen vahiyler Alak sûresinin ilk beş âyetidir. Alak sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 19 âyettir. Hira dağında Peygamberimiz (s.a.s.)’e ilk kez nâzil olan âyetlerdir.

İLK VAHİY NE ZAMAN, NEREDE, HANGİ AYETLERLE GELMİŞTİR?

Allâh’ın Resûlü, kırk yaşında idiler. Vahye muhâtab olacak mânevî kıvâma ulaşmak için geçirdiği, hazırlık mâhiyetindeki altı aylık zaman sona ermişti.

Mübârek Ramazan ayının 17. günüydü. ( İbn-i Sa’d, I, 194.) Resûl-i Ekrem Efendimiz, mûtâdı üzere Hirâ Mağarası’nda idiler. Cebrâîl (a.s.) geldi ve Hazret-i Peygamber’e:

–Oku!” dedi. Peygamber Efendimiz:

–Ben okuma bilmem!” karşılığını verdi. Bunun üzerine melek, Hazret-i Peygamber’i tâkati kesi­linceye kadar sıktı. Sonra yine:

–Oku!” dedi. Efendimiz yine:

–Ben okuma bilmem!” cevâbını verdi. Cebrâîl (a.s.) ikinci kez O’nu tâkati kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar:

–Oku!” dedi. Hazret-i Peygamber yine:

–Ben okuma bilmem! (Ne okuyayım?)” dedi. Cebrâîl (a.s.) Hazret-i Peygamber’i üçüncü defâ da sıkıp bıraktı.

İLK VAHİYDE HANGİ KONULARDAN BAHSEDİLMEKTEDİR?

Ardından vahy-i ilâhîyi kendisine şöyle bildirdi:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aleka’dan yarattı. Oku, Rabbin nihâyetsiz kerem sâhibidir. O, kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” (el-Alak, 1-5)

Bu emr-i ilâhî ile Allâh'ın Resûlü’nün şahsında bütün insanlığa Rabbin en büyük lutfu olan Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlü başlamış oldu.

Hazret-i Peygamber, semâ kapılarından yeryüzüne rahmet ve şifâ olarak nüzûl etmeye başlayan Kur’ân-ı Mübîn’den ilk olarak bu âyet-i kerîmeleri telâkkî etti. Cebrâîl (a.s.) ayrılıp gidince, vahyin haşyetinden yüreği titreyerek Hazret-i Hatîce vâlidemizin yanına döndü:

–Beni sarıp örtünüz; beni sarıp örtünüz!” buyurdu.

Bir müddet istirahat ettikten sonra, başına gelen bu hâli, birlikte insanlığa numûne nezih bir âile hayâtı yaşadığı Hatîcetü’l-Kübrâ annemize anlattı. Endişeli bir şekilde:

–Yâ Hatîce! Şimdi bana kim inanır?” dedi.

O mübârek zevce, Hazret-i Peygamber’e:

“Allâh’a kasem ederim ki, Allâh Sen’i hiçbir vakit utandırmaz (mahcûb etmez). Çünkü Sen, akrabânı himâye edersin, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fukarâya infâk eder, kimsenin yapamayacağı kadar iyilikte bulunursun, misâfire ikrâm edersin, Hak yolunda zuhûr eden hâdiselerde (halka) yardım edersin...

Ey Allâh’ın Elçisi! Sen’i (evvelâ) ben kabûl ve tasdîk ederim. Allâh yoluna önce beni dâvet et!” diyerek kendisini ilk tasdîk eden ve ilk destekleyen oldu.

Yâni Hazret-i Hatîce vâlidemiz, bir bakıma O’na lisân-ı hâl ile:

–İyilik, ancak iyilik getirir! İhsânın karşılığı ihsândan başka ne olabilir ki!” demek­teydi.

Böylece o, Resûlullâh’ın tertemiz ve nezih mâzîsini, apaydınlık bir istikbâlin müjdecisi ve gerekçesi olarak değerlendirmekteydi. Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:

“İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir?” (er-Rahmân, 60)

“OKU” EMRİNİN ANLAMI

Resûlullâh’a gelen ilk vahyin ilk kelimesinin “Oku!” olması münâsebetiyle bunu gönül ehli, şöyle tefsîr etmiştir:

Oku! Her şeyi oku! Allâh’ın kitâbını oku! Allâh’ın âyetlerini oku! Kâinât kitâbını oku! Dâimâ oku! Hidâyete ermek, dalâletten uzaklaşmak için oku! Îmânını bütünleştirmek için oku! Allâh’ın adıyla oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı bir kan pıhtısından yara­tan, fakat ona her şeyi okuma, aydınlatma, anlama ve anladığını yaşama imkânı veren yüce Rabbinin adıyla oku! İnsana okuma nîmetini ihsân ederek en büyük lutfu gösteren Allâh’ın adıyla oku! Öğrenmek için oku! Kudret kaleminin bu âleme çizdiği her satırı oku! İnsana bilmediğini öğreten Allâh’ın adıyla oku!

“OKU” EMRİNİN ÖNEMİ

Âyetteki “oku” emri çok mühimdir. Ancak bu okumanın Allâh’ın adıyla olması da aynı de­recede bir ehemmiyet taşımaktadır. Zîrâ “oku” emrine riâyetin ne sûrette olması gerektiğini bildirmektedir.

“Oku” emri, sâdece zâhirde bir okuma emri değil, kalbin, mânevî tezkiye ve tasfiye netîcesinde kitap ve hikmeti alıcı hâle gelmesidir. Bununla, tecellîlerin mâkesi olan kalp ile her şeyi okuyabilmek kastedilmektedir. Yâni kâinâtın bir kitap hâline gelmesi, kalbin kâinât sayfalarını çevirip hikmetleri ve ilâhî sırları okuyabilmesi, velhâsıl insanın kâinâtı, kendini, Kur’ân-ı Kerîm’i okuması, idrâk etmesi ve yaşamasıdır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları