Peygamberimiz Ramazan Ayını Nasıl Geçirirdi?

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah Teâlâ’ya olan şükrünü ibadetleriyle gösterdiği için hayatının her karesi ibadet ile örülü idi. Ramazan’da ise, bu ibadetlerini daha fazla artırırdı. Özellikle sahur vaktine çok titizlik gösterir ve ümmetine de bu vaktin feyzi ve bereketinden istifade etmeyi tavsiye ederdi. Son on günde ise, “îtikaf” ile mescide ibadete çekilir; evrâd, ezkâr, Kur’ân okuma, hayır ve hasenâtını artırır ve çevresini de teşvik ederdi.

Îtikâf ibadeti hakkında, tâbiînin büyük âlimlerinden İbn-i Şihâb ez-Zührî -Allah ondan râzı olsun- şöyle buyurur:

“Îtikaf, amellerin en şereflisidir. Çünkü îtikâfa giren kimse, geçici bir zaman için de olsa dünya meşgalelerinden uzaklaşır, kendini tamamen Allâh’a verir, oruçlu olur. Mescidde namazı beklemekte olduğu için dâimâ namaz kılıyormuş gibi sevap alır. Vaktini ibadet ve taatle, Allâh’ı zikrederek, Kur’ân-ı Kerîm okuyarak ve benzeri faydalı şeylerle geçirir. Dünya ve âhireti için faydasız şeylerden uzak durur.”

RAMAZAN AYINI İBADETLE İHYÂ EDERDİ

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sevâbını Allah’tan bekleyerek Ramazan ayını ibadetle geçiren kimsenin geçmiş günahlarının bağışlanacağını haber vermiştir. Bu vesîle ile farz namazlardan sonra en kıymetli namazın “gece namazı” olduğunu bildirmiş, gece namazında daha dinç olabilmek için gündüz, “kaylûle”den (öğlen uykusundan) destek alınmasını tavsiye etmişti.

Ramazan ayının son on günü girdiğinde; başka zamanlarda olmadığı kadar ibadetlerine ağırlık vermiş, geceyi ihyâ etmi, ailesini gece ibadeti için uyandırmıştı.

Peygamber Efendimiz bir defasında Abdullah ibni Ömer -radıyallâhu anhümâ- için:

“-Abdullah ne iyi adamdır! Keşke bir de geceleyin namaz kılsa…” buyurmuştu. (Buhârî, Teheccüd, 2)

Bu söz, İbn-i Ömer’in kulağına gidince, o günden sonra gecelerini ihyâ etmeye başladı. Böylece Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bizzat seher vakitlerini değerlendirdiği, teheccüd namazını kaçırmadığı gibi, âilesini ve ashâbını da bu vakitleri ihyâ etmeye özendirmiştir.

İFTAR VE SAHUR YEMEKLERİNE DİKKAT EDERDİ

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın ifadesiyle; genellikle “hurma” ve “su” dışında bir şey bulunmayan Hâne-i Saâdette; Hayber Fethi ganimetleri sonrasında, ashâb-ı kirâmın da maddî olarak rahatlamasıyla birlikte, yemek pişmeye başlamıştır. Ama Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in genel îkazı, insanın kifayet miktarı yiyecekle yetinmesidir. Ancak ille de yenecekse, midenin tamamının doldurulmaması; üçte birinin hava, üçte birinin su, üçte birinin yemek için ayrılması tavsiye edilmiştir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu “az yeme” ölçüsüne, Ramazan ayında da riâyet etmiştir. Sünnete ittibâ (uyma), yalnızca yokluk anlarında ve normal günlerde değil; bolluk ve Ramazan iftarlarında da olmalıdır.

Nitekim mideyi çok doldurmak, kalbi zayıflatmakta, ibadetlerde tembelliğe sevk etmektedir. Hâlbuki Ramazan ayı; binbir türlü feyz ve bereketin sağanak sağanak yağdığı mübârek bir aydır. Bu ayda kaçırılan fırsatlar için, sonra ne kadar pişman olunsa azdır.

Peygamber Efendimiz, iftar vaktine yakın zamanların çok kıymetli olduğunu haber vermiş, bu vakitte duâ, zikir, istiğfar ve benzeri ibadetleri artırmayı tavsiye etmiştir. Nitekim bir rivâyette:

“Allah her iftar vakti cehenneme girmesi kesinleşmiş kullarını cehennemden âzâd eder. Bu, Ramazan boyunca her akşam tekrarlanır.” buyrulmuştur.

HAYIR VE HASENÂTINI ARTIRIRDI

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cömert kimsenin Allâh’a, cennete ve insanlara daha yakın olduğunu bildirir ve kendisinden bir şey isteyeni aslâ geri çevirmezdi. Bu vasfı, Ramazan ayında ölçülemeyecek kadar artar, ev halkına:

“-Ben ihtiyaç sahiplerine vermeden size hiçbir şey veremem!” buyururdu.

RAMAZAN'DA SADAKA VERİLMESİNİ TAVSİYE EDERDİ

“-Hangi sadaka daha faziletlidir?” diye sorulunca ise:

“-Ramazan ayında verilen sadaka.” buyurmuş, Zeyd bin Sâbit -radıyallâhu anh-’e bu aydaki sadakanın fazileti hakkında:

“-Ey Zeyd! Verecek hiçbir şeyin yoksa, bir parça ip ile dahî olsa halkla birlikte fıtır sadakasını ver!” (Taberânî, 5, 123) diye tavsiyede bulunmuştur.

İFTAR DÂVETLERİNE İCÂBET EDERDİ

Ramazan ayının bir coşkusu da birlikte iftar etmektedir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisini dâvet eden zengin-fakir hiç kimseye “Hayır!” demez; hattâ aynı anda çağıran kişilere davetteki öncelik sırasına göre icâbet ederdi. Bu vesîle ile şöyle buyurmuştur:

“Kim Ramazan’da kazandığı helâl rızık ile oruç tutan birini iftara çağırırsa, melekler ona Ramazan geceleri boyunca duâ ederler. Cebrail -aleyhisselâm- Kadir gecesi onunla kucaklaşır.”

Sahâbîler:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek kadar bir şey bulamıyoruz.” deyince; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“-Allah, aynı sevâbı bir hurma tanesi yahut bir yudum su veya su katılmış bir yudum süt ile iftar ettirene de verir. Bu, başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olan bir aydır. Bu ayda kölesinin yükünü hafifletene Allah mağfiret buyurur ve onu cehennem ateşinden âzâd eder. Bu ayda şu dört şeyi çokça yapınız. Bunlardan iki tanesi ile Rabbinizi râzı edersiniz. İki tanesine de çokça ihtiyacınız vardır. Kendileriyle Rabbinizi râzı edeceğiniz işler, Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehâdet getirmek ve O’ndan mağfiret dilemektir. Kendilerine muhtaç olduğunuz iki haslet ise, Allah’tan cenneti istemek, cehennemden de sığınmanızdır. Oruçlu birisine içecek bir şey verene Allah, benim Kevser Havuzu’mdan içirecektir ve o, cennete girene kadar da bir daha susamayacaktır.’ ” (İbn-i Huzeyme, Sahih, III/191)

PEYGAMBERİMİZ RAMAZAN AYINDA MİSAFİRSİZ İFTAR YAPMAZDI

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- özellikle Ramazan ayında misafirsiz iftar yapmaz, misafirlerine kendi elleriyle ikram eder, onları kapıya kadar uğurlardı. Suffe talebelerinden Vâsile bin Eska -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“-Ramazan ayında sahâbîler bizi bölüşerek iftara davet ederlerdi. Ramazan’ın ilerleyen günlerinde bir akşam hiç kimse bizi iftara götürmedi. Ertesi gün aç karnına oruç tuttuk. İkinci akşam yine gelen olmadı. Açlıktan bîtap düşünce Allah Rasûlü’ne giderek durumumuzu anlattık. Hâlimize çok üzülen Allah Rasûlü tek tek bütün eşlerinin evine haber göndererek evde yiyecek bulunup bulunmadığını sordurdu. Eşleri yemin ederek, yiyecek hiçbir şey bulunmadığını, hattâ kendilerinin de bir lokma dahî yemediklerini söylediler. Allah Rasûlü mübarek ellerini açtı ve şöyle duâ etti:

«Allâh’ım, Senin fazlın ve rahmetinden istiyoruz. Her şey Senin elindedir. Senden başkasının hiçbir şeye gücü yetmez!»

Rasûlullâh’ın duâsı henüz bitmişti ki, bir adam elinde kızarmış bir koyun ve ekmekle içeri girdi. Rasûlullah bizim önümüze koydu, biz de doyuncaya kadar yedik. Daha sonra Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

«-Biz Allâh’ın fazl ve rahmetinden istedik. Zira O, rahmetini katında bizim için saklamıştır.»” (Hilyetü’l Evliyâ, II, 22)

ÇOCUKLARI SEVİNDİRİRDİ

Çocukların mâsum gönüllerinde sevinç ve mutluluklar da, hüzün ve acılar da derin bir iz bırakır. Bunu çok iyi bilip yürekten hisseden Gönüller Sultanı Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocuklara ayrı bir önem verir; her zaman olduğu gibi, Ramazan ayında ve bayramlarda onlarla çok yakından ilgilenirdi. Mescidden mübârek hânelerine gelirken muhakkak çocukları kucaklar, bayramlarını tebrik eder, onlara hurmalar ve meyveler verirdi.

Bir bayram sabahı, sokaktan geçerken oyun oynayan çocukların içinde birinin mahzun durduğunu görünce yanına varmış, mübârek elleriyle başını okşamış ve niçin arkadaşlarıyla oynamadığını sormuştu. Çocuk da:

“-Benim babam şehid oldu, annem de evlendi. Üvey babam beni evde istemiyor!” diye cevap verince; Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocuğun üzgün ve mâsum yüzünü avuçlarının içine alıp:

“-Benim baban, Âişe’nin annen, Hasan ve Hüseyin’in de kardeşlerin olmasını ister misin?” diye sormuştu.

Çocuk sevinçle Peygamber Efendimizin boynuna atılınca, Rasûl-i Ekrem Efendimiz, onun minik ellerinden tutup kendi evine götürmüş, yedirip içirmiş, yıkayıp giydirmişti. Daha sonra çocuk sokağa çıkmış ve arkadaşlarına, yeni âilesiyle iftihar etmişti.

BAYRAMLARDA ASHÂBIYLA BAYRAMLAŞIR, EĞLENMEYE İZİN VERİRDİ

Bayramlar, Allah Teâlâ’nın rahmet ve mağfiretinin sağanak sağanak yağdığı mübarek günlerdir. Bu vesîle ile sevinç ve neşeyle şükredilmesi, mutlu ve bereketli geçirilmesi gereken demlerdir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bayram günlerinde sevinç ve coşkunun ifadesi olan meşrû eğlencelere müsaade etmiştir. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- bayram günüyle ilgili bir hâtırasını şöyle anlatır:

“Bir bayram günü Allah Rasulü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- eve geldiğinde yanımda iki câriye vardı. Def çalıp, Medînelilerin yaptıkları Buas Savaşı’nı anlatan şiirler söylüyorlardı. Peygamber Efendimiz, câriyeleri gördüğü hâlde hiçbir şey söylemeden bir örtüye bürünüp yattı ve sırtını bize döndü. Biraz sonra babam Hazret-i Ebubekir -radıyallâhu anh- geldi ve:

«-Allah Rasûlü’nün yanında şeytan çalgısı ha!» diye kızdı.

Bunun üzerine Allah Rasûlü yüzünü açarak döndü ve:

«-Onları kendi hâllerine bırak, ey Ebûbekir! Her milletin bir bayramı vardır, bugün de bizim bayramımız!» buyurdu.

Bunun üzerine, ben babam bir şeyle meşgul olunca kızlara işaret ettim, onlar da dışarı çıktılar.”

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bayram gecelerini ibadetle geçirir:

“Kim bayram geceleri kalkıp karşılığını Allah’tan bekleyerek namaz kılar, geceyi ihyâ ederse, kalplerin öldüğü o günde kalbi ölmez.” buyururdu. (İbn-i Mâce, Sıyâm, 68)

Peygamber Efendimiz, bayram namazına gitmeden önce yıkanır, güzel koku sürünür, en güzel elbiselerini giyer, birkaç hurma yer ve Ramazan bayram namazına giderdi. Namaz sonrasında, birçok kişiyle bayramlaşmak için bayram namazına gidiş ve dönüşte farklı yolları kullanırdı.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bayram namazlarına kızları ve eşleri ile birlikte giderdi ve sahabe eşlerini de muhakkak teşvik ederdi. Hatta hayız gören kadınlar dahî bayram namazına gelir, namaz kılmaz, ama hayırda ve duâlarda hazır bulunurlardı.

Kaynak: Seher Küçük, Şebnem Dergisi, 136. Sayı

İslam ve İhsan

RAMAZAN NE DEMEK?

Ramazan Ne Demek?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Çok güzel ve öz şekilde yazmışsınız teşekkürler

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.