Peygamberimiz Kadınlara Nasıl Davranırdı?

Peygamber Efendimiz kadınlara nasıl davranırdı? Kadınlarla ilgili ayet ve hadisler...

Câhiliye devrinde kadınlar, hanımlık haysiyetini rencide edici bir muâmele görüyorlardı. Fâhişe olurlar endişesiyle ve açlık korkusuyla kız çocukları merhametsizce diri diri toprağa gömülüyordu. Taşlaşmış vicdanlarla, büyük bir cehâlet eseri olarak bir musîbetten korunmak için daha kötü bir cinâyet işleniyordu.

Nitekim Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de onların hâllerini şu şekilde tasvîr eder:

“Onların birine kız (çocuğu) müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir!” (en-Nahl, 52)

Câriyeler, onur kırıcı biçimde bir eğlence âleti gibi görülerek aşağılanıyordu. Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu:

“Kadınlarla iyi geçinin, onlara güzel muâmele edin!” (en-Nisâ, 19)

Allah ve Resûlü’nün emirleriyle hanımlara âit bir hukuk tesis edildi. Kadın, toplumda iffet ve fazîlet timsâli oldu. Annelik müessesesi, şeref buldu. “Cennet (sâliha) annelerin ayakları altındadır!”[1] hadîs-i şerîfi ile de kadın, lâyık olduğu değere iltifât-ı Peygamberî ile kavuştu.

PEYGAMBERİMİZİN KADINLARA OLAN NEZAKETİ

Hazret-i Peygamber’in kadınlara olan nezâketine dâir şu misâl ne güzeldir:

Bir seyahatte Enceşe adlı bir köle, şarkı söyleyerek develeri hızlandırdı.[2] Hazret-i Peygamber de, hızlanan develer üstündeki hanımların zayıf vücutlarının incinebileceği ihtimâlini, şu zarif teşbîh ile ifâde ederek:

“–Yâ Enceşe! Dikkat et, camlar kırılmasın!” buyurdular. (Buhârî, Edeb, 95; Ahmed, III, 117)

Nitekim Hazret-i Peygamber diğer bir hadîs-i şerîflerinde de:

“Bana dünyânızdan, kadın ve güzel koku sevdirildi; namaz da gözümün nûru kılındı.” buyurmuşlardır.[3] (Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, III, 128, 199)

Kadın ve güzel koku, dünyâ hayâtının mühim nîmetlerindendir. Kadının Allah Resûlü’ne sevdirilmesi, gaflet nazarıyla değerlendirilmemelidir.[4] Bilmeli ki bu sevgi, Cenâb-ı Hakk’ın fıtrata koyduğu ve ancak aşk-ı ilâhîye vesîle olacak bir muhabbet basamağıdır. Dolayısıyla aslâ kadına karşı süflî bir düşkünlük değil, aksine onlara hak ettikleri ulvî değeri vermektir.

İSLAM’DA KADININ DEĞERİ VE HAKLARI

İnsanlık tarihinde kadın, ancak İslâm’ın ulvî iklîminde en yüce mevkiine nâil olmuştur. İslâm’ın dışında kadına değer verdiklerini iddiâ eden bütün sistemler, ona sadece vitrin malzemesi olarak kıymet vermekte, arka plânda ise kadını ancak ekonomik ve nefsânî bir metâ olarak kullanıp ezmekte ve tüketmektedir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“İçinizden, kendileriyle huzûra kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (er-Rûm, 21)

Yâni birbirine sevgi ve merhametle yaklaşıp huzur kaynağı olan, birbirini hayırda destekleyen eşler, mes’ûd bir âilenin teşekkülünde, böyle mes’ûd âileler de sağlam ve huzurlu bir toplumun oluşmasında en mühim vazîfeyi icrâ etmiş olurlar.

Kadın ve erkek, ilk yaratıldığı andan itibâren birbirini tamamlayan iki engin âlemdir. Ancak bu tamamlamada kadına Hak tarafından daha tesirli bir rol verilmiştir. Öyle ki, toplumları berbat eden de, âbâd eden de kadındır. Bu itibarla İslâm nazarında toplumu âbâd eden kadını yetiştirmek, çok büyük bir ideal olmuştur.

Hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Her kim üç kız çocuğunu veya kız kardeşlerini himâye edip büyütür, güzelce terbiye eder, evlendirir ve onlara lutuf ve iyiliklerini devâm ettirirse, o kimse cennetliktir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 120-121/5147; Tirmizî, Birr, 13/1912; Ahmed, III, 97)

Bir başka hadîs-i şerîfte de Resûlullah:

“Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyâmet günü o kimseyle ben, şöyle yanyana bulunacağız.” buyurmuş ve parmaklarını bitiştirmiştir. (Müslim, Birr, 149; Tirmizî, Birr, 13/1914)

SALİHA KADININ DEĞERİ

Sonra da sâliha kadının değerini şöyle vurgulamıştır:

“Dünyâ geçici bir faydadan ibârettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı; dindar, sâliha bir kadındır.” (Müslim, Radâ, 64; Nesâî, Nikâh, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 5)

Umûmiyetle büyük insanların arkasında dâimâ sâliha bir kadın vardır. Meselâ Peygamber Efendimiz’in ilk tebliğinde kendisine ilk ve en büyük destek, Hazret-i Hatice vâlidemiz olmuş ve Efendimiz, onu ömür boyu unutamamıştır. Kezâ Hazret-i Ali’nin muvaffakıyetlerinde de Hazret-i Fâtıma annemizin rolü büyüktür.

Dünyâ hayâtının huzur ve saâdet içinde geçmesinde sâliha kadının ehemmiyeti âşikârdır. Malı muhâfaza eder, evi tanzîm eder, nesli ve nâmusu korur, âileyi rûhânî neş’elerle doldurur.

Yuvaların saâdet iklîmi, annenin tebessümü ile başlar. Yavruların her türlü sıkıntıları, onların şefkatli nazarları ile zâil olur. Evlâtlara hayat ve saâdet nağmeleri aksettirecek, ana kalbinden daha ince, daha derin ve daha duygulu bir mekân var mıdır?

ALLAH’TAN EN FAZLA NASİP ALMIŞ VARLIKLAR

Analar, Hak Teâlâ’nın ilâhî merhametinden en fazla nasîb almış varlıklardır. Hanımların saâdet saltanatı, fazîletli birer anne olmaları ile başlamaktadır.

Hâl böyleyken kadını sadece bir zevk vâsıtası görmek, onu nefsânî arzu ve heveslerin metâı olarak telâkkî etmek ve onun sadece cismânî özelliğiyle alâkadar olmak, büyük bir sefâlettir. Allâh’ın kadına verdiği yüksek husûsiyetlere karşı körlük ve kadının mânevî şahsiyetine karşı nankörlüktür.

Bugün kadının, tüketim dünyâsında deşifre edilerek bir reklâm aracı olarak istismâr edilmesi, onun haysiyeti bakımından ne kadar acı ve onur kırıcı bir durumdur.

Oysa kadın, toplumun gerçek mimarı olarak görülmelidir. O; sâlihler, Fâtihler ve cengâverler yetiştiren bir semâvî kucak olmalıdır. Bizleri bir müddet karnında, sonra kollarında, ölünceye kadar da kalplerinde taşıyan annelere sevgi ve saygı husûsunda onlara denk olacak başka bir varlık yaratılmamıştır. Kendisini âilesine hasr ve hîbe eden vefâkâr anne; engin bir sevgiye, derin bir saygıya, ömürlük bir teşekküre lâyıktır.

Resûlullah kadınlarla ilgili bir hadîs-i şerîfte:

“Sizin en hayırlınız, âilelerine en güzel muâmelede bulunanınızdır!..” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Nikâh, 50; Dârimî, Nikâh, 55)

Diğer bâzı hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır:

“Kişinin, nefsine, âilesine, çocuğuna ve hizmetçisine yapmış olduğu harcamalar, sadakadır..” (İbn-i Mâce, Ticârât, 1)

“Bir kişi Allâh’ın rızâsını umarak âilesinin geçimini sağlarsa, harcadıkları onun için birer sadaka olur.” (Buhârî, Îmân 41, Megâzî 12, Nefekât 1; Müslim, Zekât 49)

O, bu hadîs-i şerîflerle, sağlıklı âilelerin, ancak muhabbet temeli üzerine kurulabileceğini de ifâde buyurmuştur.

Yine Efendimiz hanımlar husûsunda sahâbîlerine nasihatte bulunur ve onlara karşı muhabbeti zedeleyecek davranışlardan uzak durmalarını tembihlerdi. Nitekim muhtelif zamanlarda şöyle buyurmuşlardır:

“Kadınları dövmeyiniz!.. Kadınlarını döven kimseler, sizin hayırlınız değildir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 42; İbn-i Mâce, Nikâh, 51)

“Bir kimse karısına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ, 61)

Hazret-i Ayşe vâlidemizin ifâdesiyle, kendisi de hayâtı boyunca hiçbir hanımına el kaldırmamış ve hiç kimseye eliyle vurmamıştır. (İbn-i Mâce, Nikâh, 51)

KADINLARIN EŞLERİ ÜZERİNDEKİ HAKLARI

Bir sahâbî:

“–Yâ Resûlallâh! Kadınlarımızın bizim üzerimizdeki hakkı nedir?” diye sorduğunda, şöyle buyurmuştur:

“–Yediğiniz ölçüde yedirmek, giydiğiniz seviyede giydirmek, (yaptıkları hatâlar karşısında onların haysiyetini rencide etmemek için) yüzlerine vurmamak, yaptıkları işin ve kendilerinin (sîmâ ve edep bakımından) çirkin olduğunu söylememek…” (Ebû Dâvûd, Radâ, 41; İbn-i Mâce, Nikâh, 3)

Allah Resûlü’nün bu ifâdelerinde ne büyük bir nezâket, zarâfet ve hassâsiyet görülmektedir. Kadınlara İslâm’ın lutfettiği hakları ve insânî değeri verebilen başka bir sistem mevcut mudur?

[1] Nesâî, Cihâd, 6; Ahmed, III, 429; Süyûtî, I, 125.

[2] Develer, güzel ses ve tegannîye meftundurlar. Deve çobanları da, sürülerini hızlandırmak için tegannîde bulunurlar. Buna “Hidâ” denir.

[3] Hadîs-i şerîfte geçen “güzel kokular” rûhları incelik ve derinliklerle dalgalandıran ferahlıklardır. Latîf varlıklar olan meleklerin de hoşlandığı ve tâlip olduğu bir zevk-i bediîdir. Ayrıca güzel koku, temizlik nişânesidir. Çünkü temiz olan güzel kokar. Nitekim Resûlullah’ın mübârek tenleri de her zaman gül kokusuyla ıtırlanmış hâldeydi. Âdeta gül, O’ndan damlayan mübârek terlerden meydana gelmişti. O güller şâhı, bir çocuğun başını okşasa, uzun müddet o yavrucağın başı misk kokardı.

“Namaz” da, kulun Rabbi ile olan mülâkâtı olup Rabbânî bir vuslat ve Allâh’ı görürcesine yapılan bir ibâdettir. Rûhun Mîrâca yükselmesidir. Bu itibarla da göz nûrudur.

[4] Resûlullah’ın evliliklerinin hiçbirinde nefsânî bir temayül ve düşkünlük görmek mümkün değildir. O hiçbir kıza gençliğinde de tâlip olmamış ve kendisine tâlip olan 40 yaşında, çocuklu, dul bir hanım olan Hazret-i Hatice ile evlenmeyi kabûl etmiş, ömrünün en zinde yıllarını onunla yaşamıştır. Ondan sonraki evlilikleri hep yaşlılık dönemine denk gelir. (54 yaşından sonra.)

Bunların hepsi de kendi arzusuyla değil, ilâhî emirle gerçekleşmiş ve pek çok hikmetinin yanında, bilhassa dînin hanımlara onlar vâsıtasıyla öğretilmesi maslahatı gözetilmiştir. Üstelik bu evliliklere mazhar olan annelerimizin çoğu yaşlı, çocuklu ve çâresiz kimselerdir.

Hâsılı Allah Resûlü’nün birden fazla evlilik devresinin hem yaşlılık zamanına hem de dînin uzak bölgelere ulaştırıldığı devreye rastlaması, bu evliliklerin ilâhî tâyinle ve İslâm’ı daha geniş kitlelere rahatça ulaştırma gâyesiyle gerçekleştiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Daha geniş bilgi için bkz. Osman Nûri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafâ, c. I, sf. 130-140.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN HAYATI

Peygamber Efendimiz’in Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.