Peygamberimiz Fakirlere Nasıl Davranırdı?

Hz. Muhammed (s.a.v.) fakir ve yoksul kimselere nasıl davranırdı? Peygamberimizin (s.a.v.) fakirlere muamelesi ve onlara verdiği müjdeler.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in fakirlere karşı nezâketi...

Allah Resûlü, maddî refah seviyesinin eksikliğini telâfî maksadıyla fakirlere çok daha müşfik davranırdı.

KUR’AN’DA SABRETMESİ EMREDİLEN KİMSELER

Ebû Saîd radıyallahu anh anlatıyor:

“Muhâcirlerin fakirlerinden bir grupla birlikte oturmuştum. Bunlardan bir kısmı, (bütün vücûdunu örten bir elbisesi olmadığı için) diğerleri(nin karaltısından istifâde) ile iyice örtünmeye çalışıyorlardı. Bir kimse de bize Kur’ân okuyordu. Derken Resûlullah çıkageldi ve yanımızda durdu. Allah Resûlü’nün gelmesi üzerine Kur’ân okuyan kimse okumayı bıraktı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de selâm verdi ve:

«–Ne yapıyorsunuz?» diye sordu.

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! O hocamızdır, bize Kur’ân okuyor. Biz de Allah Teâlâ’nın kitâbını dinliyoruz.» dedik. Bunun üzerine Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi ve sellem:

«–Ümmetim arasında, kendileriyle birlikte sabretmem emredilen kimseleri yaratan Allâh’a hamd olsun!» dedi.[1]

Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, büyük bir tevâzû ile ortamıza oturdu. Eliyle işâret edip:

«–Şöyle (halka yapın!)» dedi. Cemaat hemen etrâfında halka oldu ve yüzlerini O’na doğru çevirdi. Nihâyet Resûlullah bizlere şu müjdeyi verdi:

«–Ey yoksul muhâcirler, müjdeler olsun! Sizlere kıyâmet gününde tam bir nûr müjdeliyorum. Sizler cennete, zenginlerden yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünyâ günleriyle) beş yüz sene eder.»” (Ebû Dâvûd, İlim, 13/3666)

Zîrâ fakirlerin malları ve mülkleri olmadığı için onların hesâbı daha çabuk bitecektir. Kıyâmette, dünyâda sahip olunan mal ve mülkün mes’ûliyetinden hesap verileceği endişesinden dolayı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz sık sık:

“Ey Rabbim! Beni fakir bir insan olarak yaşat; bana fakir bir insan olarak ölüm nasîb et; beni fakirlerle birlikte dirilt!”[2] şeklinde duâ ederlerdi.

Peygamberlerin hepsi cennetle teminat altında oldukları hâlde, onlar da kendilerine verilen nîmetlerden ve dîni teblîğ mes’ûliyetlerinden hesâba çekileceklerdir. A’râf Sûresi’nin 6. âyet-i kerîmesinde peygamberlere dahî suâl edileceği şu şekilde bildirilir:

“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlakâ hesâba çekeceğiz!..”

Nitekim Hz. Süleyman’ın aleyhisselam, kendisine verilen muazzam dünyâ serveti ve tasarrufunun hesâbı sebebi ile diğer peygamberlerden daha geç cennete gireceği nakledilir.[3]

Bilmelidir ki mütevâzı, cömert ve şükür ehli zenginlerle; sabırlı ve haysiyetli fakirler, insanlık şerefinde ve ilâhî rızâda beraberdirler. Cömertlik ve merhamet, fertleri dünyâ musîbetlerinden koruyarak âhiret saâdetine nâil eylediği gibi, sabrın acısını sînesine çekenleri de ilâhî müjdeler beklemektedir.

HAYIR YAPMA SEBEBİ

Şu hadîs-i şerîf, hayâtın acı-tatlı hâdiseleri karşısında kalbî tekâmül için îfâya mecbur olduğumuz şükür ve sabır hasletlerinin doğru tatbîkâtını ne güzel anlatmaktadır:

“Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü onun her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir husûsiyet sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)

Dipnotlar:

[1] Peygamber Efendimiz bu sözüyle: “Sabah-akşam Rablerine, O’nun rızâsını dileyerek duâ edenlerle birlikte candan sabret. Dünyâ hayâtının süsünü isteyerek gözlerini onlardan ayırma. Kalbini Biz’i anmaktan gâfil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi-gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme!” (el-Kehf, 28) âyetine işarette bulunmaktadır. Burada Allah Teâlâ, Resûl-i Ekrem’e, İslâm’a ilk önce giren fakir ve düşkünlerle birlikte başlarına gelebilecek sıkıntılara sabretmesini ve onlara muâmelesinde oldukça hassas davranmasını emretmiştir. [2] Tirmizi, Zühd, 37/2352; İbn-i Mâce, Zühd, 7. [3] Bkz. Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, XII, 94-95.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN HAYATI

Peygamber Efendimiz’in Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.