Peygamber Efendimiz’in Ümmi Oluşu ve Hikmetleri

Ümmi ne demektir? Peygamber Efendimiz ümmi miydi? Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ümmî oluşu ve hikmetleri...

Ümmî kelimesi; anasından doğduğu gibi saf ve temiz kalan, okuma ve yazma bilmeyen, bir insandan eğitim görmemiş, Mekke’ye mensup, ehl-i kitâbın dışında kalan Araplar gibi mânâlara gelmektedir.

PEYGAMBER EFENDİMİZ ÜMMİ MİYDİ?

Kur’ân-ı Kerîm’de beyân edildiği üzere, Resûlullâh ümmî idi, yâni okuma yazma bilmezdi.

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

اَلَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِىَّ اْلاُمِّىَّ الَّذِى يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِى التَّوْرَيةِ وَاْلاِنْجِيلِ

“Onlar ki, yanlarındaki Tevrât ve İncîl’de (vasıflarını) yazılı buldukları O ümmî Resûl’e tâbî olup O’nun izinden giderler…” (el-A’râf, 157)

Hazret-i Peygamber’in ümmî olduğunu o zamanki müşrikler de kabûl ediyorlardı. Nitekim âyet-i kerîmede bildirildiğine göre onlar:

وَقَالُوا أَسَاطِيرُ اْلأَوَّلِينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلَى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَأَصِيلاً

“«Kur’ân öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırmış da sabah akşam kendisine okunmaktadır.» dediler.” (el-Furkân, 5)

PEYGAMBERİMİZE ÜMMİ DENİLMESİNİN SEBEPLERİ

Allâh Resûlü’ne ümmî denilmesinin sebepleri şöyle sıralanabilir:

1- Annesinden doğduğu hâl üzere tertemiz kalmış, dışarıdan gelen bilgilerle aslî fıtratı ve sâfiyeti bozulmamış, bizzat Allâh Teâlâ tarafından tâlim ve terbiye edilmiştir.

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

سَنُقْرِئُكَ فَلاَ تَنْسَى

“Sana Kur’ân’ı Biz okutacağız ve aslâ unutmayacaksın.” (el-A’lâ, 6)

Hadîs-i şerîfte de:

“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi de pek güzel kıldı.” (Süyûtî, I, 12) buyrulmuştur.

Allâh Teâlâ, Hazret-i Peygamber’in sadrını üç defâ mânevî ameliyattan geçirerek (şerh-i sadr), kalbindeki menfîlikleri atıp yerine huzur, sükû­net, merhamet, şefkat, îman ve hikmet gibi ulvî duyguları yerleştirmiştir.

2- Peygamber Efendimiz, ehl-i kitâba değil Arap milletine mensuptur.

3- Hazret-i Peygamber, Mekke’de dünyâya gelmiştir. Çünkü Mekke’nin isimlerinden biri de Ümmü’l-Kurâ’dır. Karye, Arapça’da köy veya en küçük bir yerleşim birimi demektir. Bunun çoğulu “Kurâ”dır. Ümmü’l-Kurâ, yerleşim yerlerinin anası, ilki demektir.

ARAPLAR ÜMMİ İDİ

Araplar umûmiyetle ümmî idiler. Kültürden uzak, okuma yazma bilmeyen bir kavimdiler. Allâh Teâlâ onlara kendi içlerinden, sâfiyeti bozulmamış bir kalbî kıvama sâhip zirve bir Peygamber göndermiştir.

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

هُوَ الَّذِى بَعَثَ فِى اْلاُمِّيِّينَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ اَيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِى ضَلاَلٍ مُبِينٍ

“Ümmîlere içlerinden, kendilerine (Allâh’ın) âyetlerini okuyan, onları temizleyen, Kitâb’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Şüphesiz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (el-Cum’a, 2)

Nebiyy-i Ekrem, bu hakîkati şöyle ifâde buyurur:

“Biz ümmî bir cemaatiz. Ne yazı yazarız ne de hesap biliriz!” (Müslim, Sıyâm, 15)

Ümmîlik, alelâde insanlar hakkında ekseriyetle ilim eksikliğini ifâde eden bir sıfatken, Resûlullâh için tam aksine olgunluk ve üstünlük ifâde eder. İlim ve amel cihetinden olgunluğu, okuyup yazanları dahî âciz bırakan bir peygamberin aynı zamanda ümmî olması, O’nun doğrudan doğruya Allâh tarafından gönderilmiş bulunduğunu ispatlayan hârikulâde bir delildir.

Hak Teâlâ Hazretleri şöyle buyurur:

وَمَا كُنْتَ تَتْلُو مِنْ قَبْلِهِ مِنْ كِتَابٍ وَلاَ تَخُطُّهُ بِيَمِينِكَ اِذًا لاَرْتَابَ الْمُبْطِلُونَ

“Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla tâbî olanlar şüpheye düşerlerdi.” (el-Ankebût, 48)

Ümmî bir insanın te’yîd-i ilâhî, yâni vahiy olmaksızın, kalbî mükâşefe yoluyla bütün insanları ve cinleri âciz bırakan beyan mûcizesi Kur’ân-ı Kerîm’i meydana getirmesi; Fi­ravun kıssası, Hazret-i Mûsâ’nın annesinin kıssası, Hazret-i Yûsuf’un kıssası gibi târihî hakîkatleri bilmesi müm­kün değildir.

Kur’ân-ı Kerîm, geçmiş ümmetlerin kıssalarını günümüz târih ilmi ve târih felsefesine mutâbık olarak en ibretli bir tarzda insanlığa takdîm etmektedir.[1]

Diğer taraftan ümmîlik, Kur’ân hükümlerinin cihânşümullük kazanabilmesinin asgarî şartıdır. “اَلضَّعِيفُ أَمِيرُ الرَّكْبِ : Kervanın reisi, en zayıf ve yavaş olandır.” darb-ı meselince, Kur’ân-ı Kerîm, getirmiş olduğu mükellefiyetlerin bütün insanlara ulaşabilmesi ve bütün insanlar tarafından tatbîkinin mümkün olması için bir bakıma ümmîlik seviyesini esas almıştır. Yâni İslâm’ı anlayıp yaşayabilmek için sâde ve vasat bir insan olmak bile kâfîdir. Yine bu sebepledir ki İslâm, günlük ibâdetlerin vakitlerini tâyinde Güneş’in, aylık ve senelik ibâdetlerin vakitlerini tâyinde ise Ay’ın hareketlerini esas almıştır.

Kur’ân-ı Kerîm, ümmî insanların seviyesine inmiş olmasına rağmen hiçbir zaman o hâl üzere kalmalarını da istememiş, onları ümmîlikten çıkararak kitâbî bir ümmet kılmayı hedeflemiştir. Nitekim İslâm, yepyeni bir medeniyet kurmuş ve bunun esâsını da “el-Kitâb” diye isimlendirilen Kur’ân-ı Kerîm teşkil etmiştir.

[1] Tevrât ve İncîl’de ise bahsedilen vâkıaların bâzıları, bugünkü târih ilmine ve modern bilimin tespitlerine ters düşmektedir. Kâinâtın yaratılışı ve safhaları, insanın yeryüzüne iniş târihi, Tûfan kıssası gibi... (Bkz. Maurice Bucaille, Müsbet İlim Yönünden Tevrât, İncîl ve Kur’ân, s. 53-82, 157-175)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

HZ. MUHAMMED MUSTAFÂ (S.A.V.)

Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v.)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.