Peygamber Efendimiz'in Terk Etmediği İbadet

Hazret-i Âişe (r.a.) anlatıyor: “Ramazan ayının son on günü girdiğinde Rasûlullâh (s.a.v.) geceleri ihyâ eder, ev halkını uyandırır, kendini ibâdete vererek eşleriyle alâkayı keserdi.” [1] 

Îtikâf, lügatte kendini bir yere hapsederek durup beklemek, maddî-mânevî, müsbet-menfî bir şey üzerinde ısrarla durmak gibi mânâlara gelir. Istılahta ise kulluk ve Allâh’a yakınlaşmak niyetiyle mescidde belli bir süre durmak (ikâmet etmek) demektir. Başka bir kayıt bulunmadığı için bu bekleyiş, bir saat bile olsa îtikâf yerine geçmiş olur. Buna nâfile îtikâf denir. 

“…Mescidlerde ibâdete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin!..” (el-Bakara, 187) âyeti, îtikâfta orucun şart olduğuna ve bu sebeple îtikâf müddetinin bir günden daha az olamayacağına delâlet eder ki bu da asıl şer’î îtikâftır. Bu sebeple îtikâf daha ziyâde Ramazan ayında ve oruçlu olarak mescitte kalmak şeklinde tatbîk edilmiştir. Dolayısıyla îtikâf, gündüzleri oruçla, geceleri de ibâdet ve zikirle mescidde geçirerek, tam mânâsıyla kulluğa teksîf olmaktır. Ramazan’ın son on gününde yapılan îtikâf, kifâye suretiyle sünnet-i müekkededir. Bir yerde bu sünnet tatbîk edildiğinde diğer müslümanlardan mes’ûliyet kalkar. Îtikâf, nezredildiğinde, yâni adandığında ise vâcip hükmündedir. Bunların dışında Ramazan hâricinde ibâdet maksadıyla yapılan îtikâflar ise müstehaptır. 

4078Îtikâf, abdest gibi zarûrî ihtiyaçlar hâricinde hiçbir sebeple mescidden dışarı çıkmamaya îtinâ göstermeyi gerektirir. Peygamber Efendimiz’in hanımları kendi hücrelerinde (odalarında) îtikâfa çekilmişlerdir. Zîrâ Efendimiz, hanımları için mescidde kurulmuş îtikâf çadırlarını söktürmüştür. Bu sebeple de müslüman kadınların mescidlerde değil, evlerinde mescid olarak kullandıkları husûsî köşelerinde îtikâfa çekilmeleri uygun bulunmuştur. 

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle der: 

“Ramazan ayının son on günü girdiğinde Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve sellem- geceleri ihyâ eder, ev halkını uyandırır, kendini ibâdete vererek eşleriyle alâkayı keserdi.” (Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr, 5; Müslim, Îtikâf, 7) 

Yine Âişe vâlidemizin bildirdiğine göre Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, vefât edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde îtikâfa girmiş, vefât ettiği senenin Ramazan’ında ise yirmi gün îtikâf yapmıştır. O’nun vefâtından sonra da hanımları bu sünneti tatbîk etmişlerdir.

İTİFÂF: BİR TEFEKKÜR TÂLÎMİ

shutterstock_91633121Rasûlullâh -aleyhissalâtü vesselâm-’ın Hirâ’daki uzlet ve inzivâsından ve daha sonraki dönemlerde de muntazam olarak îfâ ettiği îtikâflarından anlıyoruz ki bir Müslüman ne kadar ibâdet ederse etsin, zaman zaman uzlete çekilerek nefis muhâsebesi yapıp, kâinattaki ilâhî kudret akışlarını tefekkür etmeden tam mânâsıyla kemâle eremez. Bu, her mü’minin yapması îcâb eden asgarî bir vazîfedir. İnsanlara rehber olacak kimseler ise bu tefekkür, tahassüs ve muhâsebeye daha çok muhtaçtırlar. Kur’ân-ı Kerîm, ilk âyetinden son âyetine kadar insanoğluna tefekkür tâlîmi yaptırarak düşüncenin merkezine Rabb'e kulluğu yerleştirmeyi telkîn eder. Bu sûretle îman bir lezzet hâline gelir. Kul her zaman ve mekânda Hakk’ın rızâsını arama gayreti içinde olur. Neticede de ilâhî azamet ve kudret akışlarının kalbdeki hikmet tezâhürleri ile kul Hakk’a yakınlaşarak vuslata nâil olur.

Ramazan’dan en güzel şekilde istifâde edebilmek için; gündüzleri oruç tutmanın yanında, geceleri de ibâdetlerle ihyâ etmek, her türlü mâlâyânîden sakınarak duâ ve zikir ile dilimizi, istiğfâr ve gözyaşı ile de kalbimizi yıkamak gerekir. Son on günde îtikâfa girmek ise mühim bir sünnet-i seniyyedir. Ramazan gecelerinin ihyâsı, rahmet ve mağfirete vesîle olur. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: 

“Kim, inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan gecelerini ihya ederse geçmiş günahları affolunur.” (Buhârî, Terâvîh, 46)

İTİKAFTAN ÇIKAN SAHÂBÎ

Şu hâdise, îtikâfın ne kadar ehemmiyetli ve fazîletli olduğunu bildirmekle birlikte, diğer taraftan, ferdî ve ictimâî vecîbeleri de ihmâl etmemek gerektiğini ne güzel ifâde etmektedir:

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh- birgün Peygamberimiz’in mescidinde îtikâfta iken bir kimse yanına gelerek selâm verdi ve oturdu. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-: 

“–Kardeşim, seni yorgun ve kederli görüyorum.” dedi ve konuşmaları şöyle devâm etti: 

“–Evet, ey Rasûlullâh’ın amcaoğlu, kederliyim! Falan şahsın benim üzerimde velâ hakkı var (mal mukâbilinde beni âzâd etmişti), fakat şu kabrin sâhibi (Allah Rasûlü) hakkı için söylüyorum ki onun hakkını ödeyemiyorum.” 

“–Senin hakkında onunla konuşayım mı?” 

“–Sen bilirsin.” 

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh- ayakkabılarını alarak mescitten çıktı. Adam ona: 

“–Îtikâfta olduğunu unuttun mu, niçin mescitten çıktın?” diye seslendi. İbn-i Abbâs - adıyallâhu anh-: 

“–Hayır! Ben, şu kabirde yatan ve henüz aramızdan yeni ayrılmış olan muhterem zâttan duydum ki, (bunları söylerken gözlerinden yaşlar akıyordu): 

«Her kim, din kardeşinin bir işini tâkip eder ve o işi görürse, bu kendisi için on yıl îtikâfta kalmaktan daha hayırlıdır. Hâlbuki bir kimse Allah rızâsı için bir gün îtikâfa girse, Cenâb-ı Hak o kimse ile cehennem arasında üç hendek yaratır ki her hendeğin arası doğu ile batı arası kadar uzaktır.» (Beyhakî, Şuab, III, 424-425)

[1] Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr, 5; Müslim, Îtikâf, 7)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hazreti Muhammed Mustafâ (s.a.v.) 1,2; Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.