Peygamber Efendimiz’in Oğlu Hz. İbrahim’in Vefatı

Nübüvveti

Peygamber Efendimiz’in oğlu Hz. İbrahim ne zaman ve nasıl vefat etti? Tebük dönüşünden sonra yaşanan vak’alar...

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Mısırlı Hazret-i Mâriye’den İbrâhîm adında bir oğlu dünyâya gelmişti. Hazret-i İbrâhîm, Tebük dönüşü hastalandı ve bir müddet sonra vefât etti. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buna çok üzüldüler. Mübârek gözlerin­den sessiz sessiz merhamet damlaları döküldü. Şöyle buyurdular:

“Göz ağlar, kalp de mahzûn olur, ancak biz Rabbimiz’in râzı olacağı sözden başkasını söylemeyiz! Vallâhi ey İbrâhîm! Biz senin firâkınla çok mahzûnuz!” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz, 44; İbn-i Sa’d, I, 138)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir taş getirilmesini emretti ve onu kabrin başına dikti. Hazret-i İbrâhîm’in kabri böylece bir alâmetle belirlendi. Kabrinin üzerine ilk defâ su serpilen de o oldu.[1]

Bu sırada güneş tutulmuştu. Ashâbdan bâzıları, bunu bir câhiliye âdeti olarak Hazret-i İbrâhîm’in vefâtına bağladılar. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise hâdise esnâsında iki rekât namaz kıldı ve ashâbın bu düşüncelerini tasvîb et­mediğini bildirerek:

Güneş ve Ay Allâh’ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar hiç kimsenin ne ölümünden ne de hayâtından dolayı tutulur. Ay ve Güneş tutulması görünce Allâh’ı zikre koyulun ve namaz kılın!” buyurdular.[2] (Nesâî, Kusûf, 14)

NECAŞİ’NİN (R.A.) VEFATI

Receb ayı içinde iken, Habeş Necâşîsi vefât etti. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, arada deniz bulunduğu ve karadan da günlerce gidilecek mesâfe olduğu hâlde Necâşî’nin vefâtını hemen o gün ashâbına haber verdi ve:

“–Uzak bir beldede ölen kardeşinizin cenâze namazını kılınız!” buyurdu.

Sahâbîler:

“−Yâ Rasûlallâh! Kimdir o?” diye sorduklarında, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Necâşî Ashama’dır! Bugün Allâh’ın sâlih kulu Ashama öldü! Kardeşiniz için Allâh’tan mağfiret dileyiniz!” buyurdu ve gıyâbî cenâze namazı kıldırdı. (Müslim, Cenâiz, 62-68; Ahmed, III, 319; IV, 7)

Sonradan Necâşî’nin gerçekten tam da Allâh Rasûlü’nün haber verdiği gün vefât ettiği öğrenildi.

ÜMMÜ GÜLSÜM’ÜN (R.A.) VEFATI

Şâban ayında da Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek kız­ları, Hazret-i Osmân -radıyallâhu anh-’ın da zevce-i muhteremeleri olan Ümmü Gülsüm -radıyallâhu anhâ- rahmet-i Rahmân’a kavuştu.[3]

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN NAMAZINI KILDIĞI MÜNAFIK

Tebük Seferi’nden iki ay kadar sonra, yâni Zilkâde ayında münâfıkların reisi Abdullâh bin Übey’in fitne ve fesat dolu hayâtı nihâyete erdi. Onun ölümüyle münâfık hareketin temeli sarsıldı ve geride kalan diğer münâfıkların ekseriyeti, tevbe ederek hakîkî Müslümanlardan oldular.

O ölünce, oğlu Abdullâh, babasının vasiyeti üzerine Allâh Rasûlü’ne gelip:

“–Yâ Rasûlallâh! Abdullâh bin Übey öldü. Gömleğini ver de ona kefen yapayım. Cenâze namazını kıl ve onun için istiğfâr ediver!” dedi.

Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- sırtından gömleğini çıkarıp ona verdi, hazırlanınca da namazını kıldırdı. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma, mezarı başında da durma! Çünkü onlar, Allâh’ı ve peygamberini inkâr ettiler, fâsık olarak öldüler.” (et-Tevbe, 84) (Buhârî, Cenâiz, 23; İbn-i Mâce, Cenâiz, 31)

Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e niçin böyle yaptığı sorulunca:

“–Gömleğim ve onun üzerine kıldığım namazım, onu Allâh’tan gelecek azâba karşı korumaz! Fakat ben bu sâyede onun kavminden bin kişinin Müslüman olmasını umuyorum.” buyurdu.

Nitekim Abdullâh bin Übey’in böyle Allâh Rasûlü’nün gömleğinden ve üzerine kılacağı namazdan şifâ ve şefaat dilemiş olduğunu gören Hazreclilerden bin kişi, müşrikliği bırakarak Müslüman oldular.[4]

Dipnotlar:

[1] İbn-i Sa’d, I, 144; İbn-i Abdilberr, I, 59.

[2] Günümüzde de bâzı bölgelerde, Ay ve Güneş tutulması esnâsında namaz kılmak ve duâ etmek yerine davul çalmak, silâh atmak gibi davranışlar görülmektedir. Bu bid’at ve hurâfeye dayalı bir halk inancı olup İslâm’la hiçbir alâkası yoktur. Yine baykuşun ötüşünü uğursuz sayarak gözyaşı dökmek de aynı yanlış anlayıştan neş’et etmektedir.

[3] İbn-i Sa’d, VIII, 38.

[4] Aynî, VIII, 54; Diyarbekrî, II, 140-141.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları