Peygamberimiz Hicretten Sonra Medine’de Neler Yapmıştır?

Peygamber Efendimiz’in hicretten sonra yaptığı ilk çalışmalar nelerdir?

Medîne’den Mekke'ye gelen bir grup insan Müslüman oldu ve bunlar Medîne’de İslâm’ı anlatmaya başladılar. Peygamber Efendimiz’den de muallim istediler. Mus‘ab bin Umeyr ile Abdullah bin Ümm-i Mektûm (r.a.) bu işle vazifelendirildi. Onların gayretleri neticesinde kısa sürede Medîne’de İslâm’ın girmediği bir ev kalmadı. Sonunda Müslümanlar, Resûlullah Efendimiz’i Medîne’ye davet ederek O’nu muhafaza edeceklerine söz verdiler.

Berâ bin Âzib (r.a.) şöyle anlatır:

“Peygamber Efendimiz’in ashâbından bize (Medîne’ye) ilk hicret edenler Mus‘ab bin Umeyr ile İbnü Ümm-i Mektûm (r.a.) idi. Bunlar geldiler ve bize Kur’ân okutmaya başladılar. Sonra Ammâr bin Yâsir, Bilâl ve Sa‘d bin Ebî Vakkâs (r.a.) geldiler. Daha sonra yirmi kişi ile birlikte Hz. Ömer geldi. Bunlardan sonra Peygamber Efendimiz geldi. Medîne ahâlîsinin, Peygamber Efendimiz’in gelişine sevindikleri kadar hiçbir şeye sevindiklerini görmedim. Hattâ genç kızları ve çocukları gördüm:

«–İşte bu Resûlullah’tır, bizim şehrimize geldi!» diye seviniyorlardı.

Resûlullah geldiğinde ben “سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰى” sûresini ve onun gibi birkaç sûreyi daha ezberlemiştim.” (Buhârî, Tefsîr, 87/1)

DÜNYANIN İLK YAZILI ANAYASASI

Böylece on üç senelik Mekke mücâdelesi bitmiş, on sene devam edecek olan Medîne hayatı başlamış oldu.

Medîne-i Münevvere’de komşu yahudî kabileleriyle anlaşma yapıldı. “Medîne Vesîkası” denilen bu metin, dünya tarihindeki ilk yazılı anayasa idi.[1]

Daha sonra Medîne’ye saldıran düşmanlara karşı müdâfaa harpleri yapıldı. Sekiz yıl sonra Mekke-i Mükerreme, harpsiz bir şekilde fethedildi. Onuncu yılda ise bütün Arabistan Yarımadası Peygamber Efendimiz’e teslim oldu.

SULH ÖNCELİKLİ BİR SİYASET

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûlullah, askerî harekâtlarda öyle bir merhamet siyaseti izledi ki, kısa sürede bütün Arap Yarımadası’nı idâresi altına aldığı hâlde, her iki taraftan da fazla kan dökülmesine meydan vermedi. Bütün problemleri öncelikle sulh yoluyla halletmeyi tercih etti.

Peygamber Efendimiz bizzat 29 gazveye katılmıştı. Bunların 16 tanesinde fiilî olarak hiçbir çatışma çıkmadı, karşı tarafla anlaşmalar yapıldı. 13 gazvede ise fiilî çatışmaya girmek mecbûriyetinde kaldı ve bunların toplamında müslümanlardan yaklaşık 140 kişi şehîd oldu, düşmanlardan da yaklaşık 335 kişi öldü.[2]

İSLÂM'DA SAVAŞIN HEDEFİ

İslâm’da savaşın asıl hedefi; insanları öldürmek, ganimet elde etmek, toprak almak, toprağı kanla sulamak, yeryüzünü tahrip etmek, şahsî çıkar sağlamak, maddî menfaat elde etmek veya intikam almak değildir. Bunların aksine, zulmü ortadan kaldırmak, inanç hürriyetini temin etmek, insanları hidâyete kavuşturmak ve her türlü haksızlığı gidermektir.

ALLAH'A KAVUŞMA ARZUSU

Resûlullah Efendimiz’in âzatlısı Ebû Müveyhibe (r.a.) şöyle anlatır:

“Resûlullah bir gün bana:

«−Bakî‘ ehli için istiğfar etmekle emrolundum. Haydi, benimle gel!» buyurdu. Ben de gecenin ortasında O’nunla beraber gittim. Kabristanda yatanların başında durdu ve şöyle buyurdu:

«−es-Selâmu aleyküm ey kabir ehli! İnsanların içinde bulunduğu durumdansa kendi içinde bulunduğunuz durum sizi daha çok sevindirsin! Karanlık gece parçaları gibi fitneler geliyor. Bunlar birbirlerini tâkip ederler. Sonraki fitneler, ilk fitnelerden daha ağır ve sert olacaktır.»

DÜNYA HAZİNELERİNİN ANAHTARLARI

Resûlullah daha sonra bana yönelip şöyle buyurdu:

«−Ebû Müveyhibe! Şüphe yok ki bana dünya hazinelerinin anahtarları ile dünyada ebedî kalma, sonra da Cennet’e girme imkânı verildi. Ben, bunlarla Rabb’ime kavuşma arasında muhayyer bırakıldım.»

O zaman ben:

«−Babam-annem Sana fedâ olsun! Dünya hazinelerinin anahtarları ile orada ebedî kalmayı, sonra da Cennet’e girmeyi tercih edin!» dedim. Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

«−Hayır, vallâhi ey Ebû Müveyhibe, Rabb’ime kavuşmayı tercih ettim.»

Ardından Bakî‘ Kabristanı’ndaki mü’minler için istiğfar edip geri döndü. Bundan sonra Resûlullah’ın vefâtına sebep olan hastalığı ve ağrıları başladı.” (Dârimî, Mukaddime, 14; Ahmed, III, 489, 488; Hâkim, III, 57/4383)

Resûlullah 632 senesinde, Medîne-i Münevvere’ye hicretinin 10. yılında Cenâb-ı Hakk’a kavuştu.

Dipnotlar: [1] Prof. Dr. M. Hamîdullah, The First Written Constitution in the World, Lahore 1975. [2] Bkz. Prof. Dr. M. Hamîdullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, İstanbul 1991; Dr. Elşad Mahmudov, Sebepleri ve Sonuçları açısından Hazret-i Peygamber’in Savaşları, İstanbul 2010.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.