Peygamber Efendimizin Ahlâkî Fazîletleri Nelerdir?

Ahlâk nedir? Peygamber Efendimizin ahlâkî fazîletleri nelerdir?

Ahlâk; huy, tabiat, yaratılış ve seciye demek olan hulk kelimesinin çoğuludur. Hulk kelimesi, gönül ile idrâk edilen, hislerle duyulan ve ruhla temsil edilen bir öz ve muhtevâyı ifâde eder. Ahlâk, iyi ya da kötü sıfatları ile kullanılmakta olup iyi ahlâk; nefsin kuvvet ve vasıflarında îtidâlli olması, orta yolu tercih etmesi demektir. Diğer bir ifâdeyle insanın, bir gâyeye yönelik olarak kendi arzusuyla iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak durmasıdır. Bunun aksi ise kötü ahlâktır.

GÜZEL AHLAK

Güzel ahlâk imânı tamamlayan, ihsânı kemâle erdiren, hayâtı güzelleştiren, sâhibini Allah’ın rızâsına yaklaştıran ve insanları ona meftûn eden bir iksirdir. Yüce Allah’ın sıfatlarının insan üzerindeki gölgesi ve bu sıfatlardan kula yansıyan ilâhî akislerdir. Bu sebeple güzel ahlâkla bezenmek, Allah’a yakınlığın olduğu gibi bunun aksi de ilâhî sıfatlardan uzaklaşmanın açık bir alâmetidir. Bu ehemmiyetine binâen ahlâk, ibâdetlerin gâyelerinden biri hâline gelmiştir. Meselâ namaz ve orucun bir gâyesi de insana güzel ahlâk kazandırmaktır. Hatta güzel ahlâk, bâzen nâfile namaz ve orucun derecesine yükselir ve onlarla elde edilen sevap, güzel ahlâkla da elde edilebilir. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:

“İnsan güzel ahlâk ile gündüzleri hep oruç tutan, geceleri kalkıp namaz kılan kimselerin derecesini elde eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 7)

Güzel ahlâk, şahıslar için bu derece önemli olduğu gibi topluma da birçok güzellikler kazandırır. Cemiyette muhabbet ve âhenk ancak güzel ahlâk sâyesinde sağlanabilir. Gezegenler arasındaki câzibe kuvveti, kâinât nizâmının insicâmı için ne kadar önemli ise fert ve cemiyet nizâmında da ahlâk böyle bir öneme sâhiptir. Ahlâkın tefessüh ettiği (çürüyüp bozulduğu) bir toplum ise dağılmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Ebû Hüreyre’nin (r.a.) naklettiğine göre Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“İnsanları maddî yardımda bulunmak sûretiyle memnun ve tatmin etmeniz mümkün değildir. (Malınız buna kâfi gelmez.) Dolayısıyla siz onları güler yüzünüz ve güzel ahlâkınızla memnûn etmeye çalışınız.” (Hâkim, I, 212)

CENNETE GÖTÜREN İKİ HASLET

Allah Teâlâ, ahlâken kâmil bir insanı sevdiği gibi onu insanlara da sevdirir. Bu kimsenin, güzel ahlâkı sâyesinde dünyâsı gibi âhiret hayâtı da müzeyyen hâle gelerek her iki âlemde de cenneti yaşar. “Mü’minlerin îmânca en olgunları, ahlâkı en güzel olanlarıdır.” (İbn-i Hibbân, IX, 483) buyuran Resûlullah’a, insanları cennete en çok neyin ulaştırdığı sorulduğunda:

“Allah Teâlâ’ya karşı takvâ sâhibi olmak ve güzel ahlâk!” buyurmuştur. (Tirmizî, Birr, 62)

Cennette mertebesi en yüksek ve Habîb-i Ekrem Efendimiz’e en yakın olanlar da yine güzel ahlâk sâhibi kimselerdir. Bu müjdeyi Allah Resûlü; “Sizin bana en sevgiliniz ve kıyâmet günü bana en yakınınız, ahlâkı en güzel olanınızdır.” (İbn-i Hibbân, II, 231) hadîs-i şerîfleri ile vermiştir.

PEYGAMBERİMİZİN AHLAKI NASILDI?

İnsanları iki cihanda da kemâle ulaştıracak olan, hiç şüphesiz İslâm ahlâkıdır. İslâm ahlâkı, Kur’ân’ın koyduğu cihanşümul değerler manzûmesi içerisinde doğmuş, sünnet ile şekillenmiş ve nihâyet Resûlullah’ın örnek kişiliğinde yaşanarak kemâl bulmuştur. Güzel ahlâk âbidesi olan Resûlullah Efendimiz, Cenâb-ı Allah tarafından terbiye edilmiş, ümmetine tâlim ettiği ahlâkî kâideleri de vahiy yoluyla yine O’ndan almıştır. Nitekim Sa’d bin Hişâm (r.a.), Ayşe vâlidemiz’e:

– Ey mü’minlerin annesi! Bana Resûlullah’ın ahlâkını anlat, dediğinde o:

– Sen Kur’an’ı okumuyor musun, diye sordu. Sa’d:

– Evet, okuyorum, cevabını verince Hz. Ayşe:

– Nebiyy-i Muhterem Efendimiz’in ahlâkı Kur’an idi, dedi. (Müslim, Müsâfirîn, 139)

Ziya Paşa, Efendimiz’in ahlâkının böyle yüce oluşunun hikmetini şöyle ifâde eder:

Bir mektebe oldu kim müdâvim,;

Allah idi zâtına muallim.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Allah Teâlâ’nın Kitâb-ı Kerîmi’nde medhettiği ahlâkî vasıfların hepsini, tam mânâsıyla kendisinde cem etmiş ve bütün insanların hayranlıkla seyredip örnek alabileceği bir ahlâk meşheri (sergisi) hâline gelmiştir. O’nun şahsiyetinin en bâriz alâmeti, eşi olmayan bu güzel ahlâkıdır. Bu sebeple Alla, Peygamberimiz’e:

“Muhakkak ki sen pek büyük bir ahlâk üzeresin!” (el-Kalem 68/4) buyurarak onun yüce ahlâkını övmüştür. Resûl-i Ekrem Efendimiz de ahlâkın güzelleştirilmesine o kadar önem vermektedir ki risâletinin gâyesini dahi; “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” (Muvatta, Hüsnü’l-hulk, 8) şeklinde beyan etmişlerdir.

GÜZEL AHLAK İÇİN DUA

Resûlullah Efendimiz, aynaya bakarken ahlâkî güzelliğe vurgu yaparak:

“Allâhım! Yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlâkımı da güzelleştir!”

“Yâ Rabbî! Beni ahlâkın en güzeline ulaştır! Şüphesiz ona ulaştıracak olan ancak Sen’sin!” diye duâ ederdi. (İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, X, 456)

Aziz Mahmûd Hüdâî hazretleri Allah Teâlâ’nın sıfatlarının Sevgili Peygamberimiz’de hilkat ve ahlâk güzellikleri şeklinde tecellî ettiğini şöyle terennüm etmektedir:

Âyinedir bu âlem herşey Hak ile kâim

Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim.

“Bu âlem aynadır, ondaki gölge varlıklar ancak Hak ile kâimdir. Muhammed Mustafâ aynasından dâimâ Allah Teâlâ’nın tecellîleri görünür.”

MEKKİ SURELER HANGİ KONULARDAN BAHSEDER?

Mekke-i Mükerreme’de inen sûrelerin ihtivâ ettiği iki ana mevzudan birinin îmân, diğerinin de ahlâk olduğunu dikkate alırsak, Kur’ân-ı Kerîm’in ahlâka verdiği değeri daha iyi anlarız. Îmân, Allah Teâlâ ile irtibatın; ahlâk ise ictimâî çevre ile münâsebetin esâsını teşkil eder. Resûlullah Efendimiz Allah’a bağlılıkta da güzel ahlâkta da örnek olduğu içindir ki İslâm, kısa sürede gönülleri fethetmiştir.

Resûlullah’ın ahlâk ve fazîletini umûmî mânâda tespit etmek istersek, torunu Hz. Hüseyin ve üvey oğlu Hind bin Ebî Hâle’den gelen bilgiler, onun ahlâk-ı hamîdesini güzel bir şekilde hulâsa etmektedir. Hüseyin (r.a.), babası Hz. Ali’den Peygamber Efendimiz’in evinin dışında nasıl davrandığını sormuş, o da şöyle açıklamıştır:

“Resûlullah fazla konuşmazdı. Ancak konuşması Müslümanlara faydalı olacak, onları birbirine ısındıracak, aralarındaki tefrikayı ve soğukluğu kaldıracak ise konuşurdu. Her topluluğun yüksek hasletli kişilerine ikramda bulunur, onları kavimlerine yönetici yapardı.

Hiç kimseden güler yüzünü ve güzel ahlâkını esirgemezdi. Ashâbından göremediklerini araştırır, onların durumlarını takip ederdi. İyiliği över ve teşvik eder, kötülüğü ise yerer ve ona mâni olurdu. Her işi îtidâl üzere olup asla aşırıya kaçmazdı… Her hareketi şuurlu, hikmetli ve yerli yerindeydi. Ne aşırılığa düşer ne de hakkı yerine getirmede kusur gösterirdi. Etrâfında insanların en hayırlıları bulunurdu. Onun katında ashâbın en üstünü, ahlâken en kâmil olanıydı. Onların mertebece en yükseği de muhtaçlara en çok yardım edeniydi.”

PEYGAMBERİMİZİN MECLİSTEKİ HAL VE DAVRANIŞLARI NASILDI?

Sonra Hz. Hüseyin, babası Hz. Ali’ye Peygamber Efendimiz’in bir meclisteki davranış tarzını sordu. Hz. Ali şunları anlattı:

 “Resûlullah otururken de kalkarken de mutlaka Allah’ı zikrederdi. Meclisin herhangi bir yerini kendisine tahsis etmez, böyle yapmayı da men ederdi. Nerede olursa olsun, bir cemaatin yanına vardığı zaman baş tarafa geçmez, meclisin sonuna oturur ve Müslümanlara da böyle yapmalarını emrederdi. Yanında bulunan herkese iltifatta bulunurdu. Öyleki yanında bulunan herkes, Resûlullah nazarında en sevgili kimsenin kendisi olduğunu zannederdi. Kendisiyle oturan veya gelip ihtiyâcını arzeden kimsenin, yanından ayrılıncaya kadar her türlü sıkıntısına katlanırdı. Bir kimse, kendisinden bir istekte bulununca onu reddetmez, bulursa verir, bulamazsa tatlı ve yumuşak bir dille geri çevirirdi. Onun hoş görüsü bütün insanları içine alacak kadar geniş, güzel ahlâkı da bütün insanlara örnek olacak kadar olgundu. Herkes için şefkatli bir baba olmuştu. Hak husûsunda herkes onun katında eşitti.

Hz. Peygamber’in meclisi bir ilim, hayâ, sabır ve emânet meclisi idi. Meclisinde ne ses yükseltilir, ne bir kimse suçlanır, ne de işlenmiş bir kusur ve hata açığa vurulurdu. Onun meclisinde bulunan herkes eşit muâmele görürdü. Birbirlerine karşı üstünlükleri ise ancak takva ileydi. Hepsi de mütevâzî idiler. Büyüklere hürmet ederler, küçüklere şefkat ve merhamet gösterirler, ihtiyaç sâhiplerine öncelikle ilgi gösterir, ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar, garib ve yabancı olanları koruyup gözetirlerdi.”

PEYGAMBERİMİZİN TOPLUM İÇİNDEKİ DAVRANIŞLARI NASILDI?

Hz. Ali, Resûlullah’ın bir topluluk içindeki davranışlarını anlatmaya şöyle devâm etti:

“Resûlullah, meclisindekilere karşı dâimâ güler yüzlü ve yumuşak huylu idi. Affı ve bağışlaması boldu. Hiç kimse ile çekişmezdi. Hep sükûnet ve vakarla hareket eder, dâimâ güzel söz söylerdi. Hiç kimseyi ayıplamazdı. Son derece cömert ve diğergamdı. Kendisini şu üç şeyden alıkoymuştu:

  • İnsanlarla çekişmekten,
  • Çok konuşmaktan,
  • Yararsız ve boş şeylerle uğraşmaktan.

İnsanlar hakkında da şu üç şeyden titizlikle sakınırdı:

  • Hiçbir kimseyi ne yüzüne karşı ne de arkasından kınamaz, ayıplamazdı.
  • Hiç kimsenin ayıp ve kusurunu araştırmazdı.
  • Hiç kimseye, hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.

Peygamber Efendimiz konuşurken, meclisinde bulunanlar başlarına kuş konmuş gibi sessiz ve hareketsiz dururlar; sözünü bitirip susunca, söyleyeceklerini söylerler; fakat onun huzûrunda asla tartışmaz ve çekişmezlerdi. Resûlullah’ın yanında birisi konuşurken, konuşmasını bitirinceye kadar, diğerleri susardı.

Meclisinde bulunanlar bir şeye gülerlerse o da tebessüm eder, bir şeye hayret ederlerse o da onlarla birlikte hayret ederdi.[1] Ashâbın dayanamayarak müdâhale etmesine rağmen Peygamberimiz, meclisine gelen garip ve yabancıların söz ve taleplerindeki kabalık ve kırıcılığa katlanırdı. «Herhangi bir ihtiyâcını arzeden birini gördüğünüzde ona yardım ediniz!» buyururdu.

Gerçeğe uygun olmayan şekilde övülmeyi kabul etmezdi. Hakka tecavüz etmedikçe hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Bir kimse haksızlık ettiği zaman ise, ya onu böyle konuşmaktan men eder ya da meclisten kalkıp giderdi.” (İbn-i Sa’d, I, 423-425)

Resûlullah, “Hayır!” demekten son derece sakınırdı. Yâni lisânında «لا» yoktu. Yapılmasını uygun gördüğü bir şey kendisinden istenildiği zaman “Olur!” buyurur; uygun bulmadığı bir şey istenildiğinde de susar, onu yapmak istemediği sükûtundan anlaşılırdı. (Heysemî, IX, 13)

Hz. Hasan’ın sorusu üzerine Peygamberimiz’in üvey oğlu Hind bin Ebi Hâle (r.a.) de Efendimiz’i şöyle anlatır:

“Resûlullah bakmak istediği tarafa bütün vücûduyla dönerdi. Etrafına gelişigüzel bakınmazdı. Daha çok önüne bakardı. Bakışı tefekkür ve ibret içindi. Ashâbıyla birlikte yürürken onları öne geçirir, kendisi arkada yürürdü. Birisiyle karşılaştığı zaman, önce kendisi selâm verirdi. Resûlullah sürekli olarak hüzünlü, daima düşünceli idi. Lüzumsuz yere konuşmazdı. Sükûtu uzundu. Sözünü başından sonuna kadar açık, anlaşılır ve düzgün bir şekilde söylerdi. Konuşurken kısa ve özlü kelimelerle konuşurdu. Sözü ne fazla, ne de eksik sarfederdi.

Sözü, kimsenin gönlünü incitmeyecek ve kimseyi küçük düşürmeyecek şekilde, gâyet yumuşak ve anlaşılır idi. En küçük nimete bile saygı gösterir, hiçbir nimeti hor görmezdi. Sırf kendi zevki için bir şeyi övmez ve yermezdi. Dünya ve dünya işleri için kızmazdı; fakat bir hak çiğnenmek istendiği zaman, o hak yerini buluncaya kadar hiçbir şey kızgınlığını gideremezdi. Şahsî bir sebeple asla kızmaz, dâimâ affederdi… Kızgınlığı çabuk geçer, üstelik kızdığını belli etmezdi. Neşelendiği ve ferahladığı zaman gözlerini yumardı. Gülmesi çoğunlukla tebessüm şeklindeydi. Gülümserken ağzındaki dişleri inci tâneleri gibi görünürdü.” (İbn-i Sa’d, I, 422-423) Resûl-i Muhterem Efendimiz, insanların en nâziği, en iyi huylusu ve en mütebessimi idi. (İbn-i Sa’d, I, 365)

Hâkânî Resûlullah’ın tebessüm hâricinde gülmediğini şöyle dile getirir:

İbn-i Abbâs der ol Hâs-ı Hudâ

Gülmeye eyler idi istihyâ

Allah Resûlü, kendisine Peygamberlik gelmeden önce de kavmi arasında ahlâkının güzelliği ile övülür ve parmakla gösterilirdi. Bu hakîkati kaynaklarımız şöyle dile getirir:

“Resûlullah nübüvvetten önce de mertlik ve insanlık yönünden kavminin en üstünü, ahlâkça en güzeli, soy itibariyle en şereflisi, komşuluk hakkını en çok gözeteni, hilimde en büyüğü, doğru sözlülükte en başta geleni, emniyet ve güvenilirlikte en üstünü, insanlara kötülük ve eziyet etmekten en çok uzak duranı idi. Hiç kimseyi kınadığı ve ayıpladığı; hiç kimseyle münâkaşa ettiği görülmemişti. Öyleki Yüce Allah bütün iyi haslet ve meziyetleri onda topladığı için kavmi kendisine «el-Emîn» vasfını vermişti.” (İbn-i Sa’d, I, 121)

“Tedbir gibi akıl, sakınmak gibi verâ, güzel ahlâk gibi izzet ve şeref yoktur.” (İbn-i Mâce, Zühd, 24) buyuran Efendimiz, ahlâkı, insanı süsleyen en güzel meziyet olarak tavsif etmiştir.

Ahlâkî husûsiyetler yerinde icrâ edildiğinde herkesin takdirini kazanır. Aksi takdirde istenmeyen neticelere yol açabilir. Bu sebeple Allah Resûlü yaptığı her şeyi yerinde yapmıştır. Yersiz celâdet göstermemiş, af uygun olmazsa affetmemiş, merhamet edilmemesi gereken yerde de merhamet etmemiştir. Resûlullah’ın davranışları bütün insanların ahlâkı için bir ölçüdür. Onun örnek davranış ve hareketleriyle ahlâkın hudûdu çizilmiş ve hiçbir ahlâkî ölçü diğerinin sınırını aşmamıştır.

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in ahlâkî hassâsiyetine dâir bu umûmî değerlendirmeden sonra, tek tek ahlâkî umdelerin, onun muazzez şahsiyetindeki görünüşlerine ve insanlığa yol gösterecek sözlerine geçebiliriz.

[1] Burada vurgulanmak istenen, Efendimiz’in bir mecliste bulunduğu zaman oradakilerin alâka ve temayüllerini dikkate alması, onları dışlayıcı bir tavır takınmamasıdır. Peygamberimiz, insanlardan farklı olduğu izlenimi verdirecek hareketlerden kaçınırdı. Onlarla tesis ettiği kalbî ve hissî irtibâtı devam ettirirdi. Farz ve haram olan durumlar hariç insanlarla iyi münâsebetler kurmak, çok dikkat ettiği bir husustu. Resûl-i Ekrem’in bu hassasiyeti Allah dostları tarafından da örnek alınmıştır. Merhum Musa Efendi bu konuyu teyiden; “Uysallık rızâ makâmının üstündedir.” demiştir.

Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN HAYATI

Peygamber Efendimiz’in Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.