Petrolü Akdeniz'e Kim Çıkaracak?

Washington, Kuzey Suriye’de idare edebileceği bir Kürt bölgesine tam olarak karar vermemiş olsa bile sıcak bakabileceğinin işaretlerini çoktan verdi. Ancak burada akla gelen soru, Irak’taki petrolün Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz’e aktarılması için gerekli olan şartların nasıl oluşturulacağıdır.

Bugün Irak dediğimiz Cezire (Mezopotamya) ve Basra Körfezi’ni Akdeniz’e bağlayan haritanın ismi Suriye’dir. Akdeniz - Hint Okyanusu irtibat yolları üzerinde bir bölge olduğu için Suriye’nin jeo-stratejik değeri her zaman çok yüksek olmuştur. Eski ismiyle “Bilad-ı Şam” denen Suriye haritası bu yüzden binlerce senedir dünya piyasalarının kilit noktasında yer almıştır ve devletlerarası mücadele merkezlerinden birisi olmuştur. Bununla birlikte 2003’ten beri Irak’ta ve 2011’den beri Suriye’de akan kanın sebebi sadece Irak’ın taht el-arzında akan petrol ile alakalı değildir. Artık herkesçe bilinmektedir ki Suriye haritasında sınırları değiştirmeye çalışan devlerin kavgası, bölgeden geçmesi planlanan farklı enerji hatlarının nasıl inşa edileceğiyle alakalıdır. 1930’lu yıllarda İngiltere ile Fransa arasında yaşanmış rekabetin benzeri 1960’lı ve 70’li yıllarda ABD ve Avrupa arasında yaşanmıştır. Aynı rekabetin bugün tekrar edişini görmek ve zikredilen harita üzerindeki oyunu geniş bir açıdan seyretmek için yakın tarihin vesaiki olan belgelere göz atmak gerekir. Unutulmamalıdır ki bölgedeki kavga sadece Rusya ile değildir. Esasında Batı kendi içinde de kavga vermektedir. Böylece Kuzey Irak ve Körfez petrollerinin Akdeniz’e çıkarılması yolunda verilen mücadelenin tarihi anlaşılacak ve bugün neyin değiştiği veya değişmediği sorusunun cevabı belli ölçüde ortaya çıkacaktır.

SURİYE GÜZERGÂHTIR

Yüzlerce senelik tarihe baktığımız zaman karşımıza çıkan bir hakikat vardır: “Bereketli Hilal” ismiyle tarihe geçmiş olan İskenderiye - İskenderun arasındaki sahil şeridini kim elinde tutarsa, Avrasya üzerindeki ticari akışa büyük ölçüde o hâkim olur. Bu, dünya piyasalarında belirleyici güç olmaktır. Romalılar, Mısırlılar, Bizanslılar, Persler, Haçlılar ve Osmanlıların devlet hazinesi bu bölgeyi ele geçirdikleri zaman altınla dolmuştur. Bunlardan sonra ismi geçen haritayı İngiliz İmparatorluğu ele geçirmeye çalıştıysa da Fransızlar buna izin vermediler. İskenderiye - İskenderun arası 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa’nın elinde kaldı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ve Sovyet Rusya’nın eli bölgeye değmeye başladı. Ancak bu devletler, ismi geçen önceki devletler gibi bu haritayı tek başlarına ele geçiremediler. Bu yüzden Osmanlı sonrası, bölgede istikrarlı bir düzen kurulamadı. 1930’lu yıllarda Irak petrolünü Akdeniz’e aktarmak için Musul - Hayfa Petrol Boru Hattı’nı döşemeye başlayan İngilizler, Suriye’de hâkim olan Fransızların muhalefetiyle karşılaştı. İngilizler, meseleyi halledip hattı kullanıma açtıkları gibi İran ve Körfez petrolünün de Irak - Suriye üzerinden Akdeniz’e aktarılması ve buradan Avrupa pazarlarına satılmasını gündeme getirdi. O günlerde bu işler Londra’nın elindeydi. Ancak II. Dünya Savaşı’nda zor duruma düşen İngiliz Hükümeti, ABD’yi savaşa çekerek kullanmaya çalıştı. Churchill’in Washington’ı ikna etmesiyle Amerikalılar savaşa girdi ancak 1945’ten sonra karşılığını almak için “Ortadoğu” dedikleri coğrafyada İngilizlerin mülküne el atmaya başladı. 1950’li yıllarda ABD’nin süper güç olarak bölgeye gelmesiyle işler çok değişti.

İNGİLİZ - AMERİKAN REKABETİ

İngiltere, İran’daki İngiliz petrol haklarını millileştirerek ele geçiren Musaddık Hükümeti’ni tek başına deviremeyince ABD ile anlaşmak mecburiyetinde kaldı. Çünkü bu dönemde İngiliz istihbaratı insan kaynağı olarak zengin olsa bile teknolojik istihbaratta Amerikalılar öne geçmişti. Amerikalılar ve İngilizler, 1953’te kendi güdümlerindeki Şah’ın tahtını sağlama almak için CIA - MI6 ortak operasyonu ile Musaddık’ı devirdi. Bunun elbette bir karşılığı olacaktı ve 1954’ten sonra İran petrolleri artık sadece İngiliz güdümünde kalmadı. Yeni paylaşımda ABD’li şirketlerin payı İngilizlerin payından geri değildi. İran’da ortaklık yapan Londra ve Washington arasında aynı günlerde Suudi Arabistan’dan ötürü yeni anlaşmazlıklar baş gösterdi. İngilizler, “Buraymi İhtilafı” olarak tarihe geçen sınır meselelerinde Suudilerin Amerikalılar ile işbirliği yaparak Doğu Arabistan’daki petrol bölgelerini ele geçirmeye çalışmalarına seyirci kalamazdı. Amerikalıları Arabistan’da durduramayınca petrol akışını tıkamak için 1956’da Fransızlar ile birlikte İsrail’i kullanarak Mısır’a girip Süveyş’i işgal ettiler. Ancak ABD’nin tavrı çok sert olunca işgalciler Mısır’ı terk etmek mecburiyetinde kaldı.

1960’lı yıllarda “Ortadoğu” coğrafyası artık Amerikan menfaatleri için hayati değer ifade ediyordu. Washington, bölgedeki petrol kaynaklarının Avrupa’ya aktarılmasını kendi eliyle gerçekleştirmekte kararlı olduğunu tüm dünyaya ilan etti. Kim buna karşı bir hamle geliştirirse Washington’ın kara listesine girecekti. Sovyetlerin propagandalarına karşı Avrupa’ya maddi ve askeri destek sağlayan ABD, Avrupa’nın boğazını ve midesini kontrol etme hakkına sahip olduğunu düşünüyordu. ABD, Dünya Savaşı’na İngiltere’nin uşaklığını yapmak için mi girmişti? Avrupa’ya verdiği kredilerle para desteğini niçin yapıyordu? Bir yanda Sovyetler ile rekabet ederken diğer yanda Batılı dostlarıyla uğraşmak Amerikalıların kabul edebileceği bir durum değildi.

AHVAZ - İSKENDERİYE PROJESİ

1967 Arap - İsrail Savaşı’ndan sonra Avrupalılar, İran ve Irak petrolünü Akdeniz’e çekmek için Suriye haritasının kullanılamayacağını görünce bu defa İran petrolünü Türkiye üzerinden Akdeniz’e çekmeye karar verdi. 1969’da Ahvaz - İskenderiye boru hattı gündeme geldi. Türkiye, böyle bir projede köprü vazifesi görmekten fayda sağlayabilirdi. Ankara, projeye dâhil olsa bile para vermemeyi düşünüyordu ancak Avrupa’da Türkiye’nin küçük ölçüde maliyete iştirak ettirilmesi planlanıyordu. Ahvaz - İskenderiye boru hattının konuşulmaya başlanması ABD’yi kızdıran bir gelişmeydi. Amerikalılar, İran petrolünün Körfez’den, büyük tankerlere doldurularak deniz güzergâhında yürütülmesini, tankerlerin Arabistan etrafını dolaşıp Süveyş’ten geçerek Avrupa limanlarına sevk edilmesini herkes için daha güvenli ve doğru bulmaktaydı. Fransızlar ise 1956’da yaşanan Süveyş Krizi gibi durumlarda deniz güzergâhında yaşanabilecek anlaşmazlıkların Avrupa’da piyasaları alt üst edeceğine dikkat çekerek daha sağlam bir kara nakliyatı için Ahvaz - İskenderiye boru hattını destekliyordu. Süveyş’ten ağzı yanan Fransa için Mısır güvensiz bir güzergâhtı.

Fransız tezlerine karşı Amerikalılar Afrika etrafını dolaşan tankerlerden bahsettiler. Eğer Süveyş güvensiz ise Ortadoğu’da açılacak olan herhangi bir yeni hat veya güzergâh da aynı ölçüde emniyetsiz olacaktı. Dev tankerlerin Afrika’yı dolaşarak Avrupa’ya gitmesi herkesin işine gelmeliydi. İngilizler ise duruma göre tavır almaya karar vermişti. Eğer ABD’nin projeyi engellemeyeceğinden emin olurlarsa petrol boru hattı işine ortak olmaya çalışacaklardı. Nihayet ABD’nin istediği oldu ve proje iptal edildi.

ABD VE İRAN BİRLİKTE KAZANIR

Bölgede son otuz sene içinde yaşanan çok sayıdaki vaka da benzer şekilde enerji yollarının belirlenmesiyle alakalı olmuştur. Doğrudan günümüzle irtibatlandıracak olursak, 2016’da ABD ve Avrupa arasında görüş ayrılıklarının zirve yaptığı bir Suriye meselesi ile karşı karşıyayız. Kendisinin Avrupalı olmadığını iddia eden İngiltere’de ise ikisinin ortasında kalan görüşler hâkimdir. “Fırat’ın batısına geçirmeyiz” diyen Reisicumhur Erdoğan’ın kararlı duruşuna rağmen Washington’dan Ankara’yı destekleyen bir açıklama gelmiyor. Amerikan diplomatların sözleri ve tavırları, Amerikalıların bölge politikalarında Washington’ın sözünü dinlemeyen veya daha fazlasını talep eden Ankara ile işbirliğinden kaçınacağını gösteriyor. Avrupa’nın kasası Almanya, Ukrayna’da Moskova ile uğraşırken Suriye’de Ankara ile zıt düşmeye niyetli değil. Bu yüzden şimdilik Kürtleri destekleme politikasını buzdolabına aldı. İngiliz Hükümeti de Türkiye ile aynı ifadeyi kullanarak Kuzey Suriye’de oluşturulacak bir Kürt Bölgesi’ne karşı olduklarını söyleyip ABD’ye açık mesaj verdi. Suriye Krizi, Rusya ile Batı arasında olduğundan çok Batı’nın kendi içindeki bölünmesi ve anlaşmazlıklarıyla alakalı bir meselesidir. Washington, Kuzey Suriye’de idare edebileceği bir Kürt bölgesine tam olarak karar vermemiş olsa bile sıcak bakabileceğinin işaretlerini çoktan verdi. Ancak burada akla gelen soru, Irak’taki petrolün Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz’e aktarılması için gerekli olan şartların nasıl oluşturulacağıdır. Geleceğe yatırım yapan ABD böyle düşünüyorsa Rusya ve Avrupalı dostlarının tepkilerini nasıl idare edecek veya onlarla neyi paylaşacak? Paylaşım pazarlıklarının hala devam ettiği aşikârdır. Geçtiğimiz günlerde Putin’i ziyaret eden ABD Hariciye Vekili’ne Putin şaka yoluyla “Para mı getirdiniz?” diye sordu. Putin’in diplomatik dilini tercüme etmesini bilenler bu soruyu “Para eder bir teklif getirdiniz mi?” mealiyle anladılar. Nitekim Rusya, İran’ın aksine Amerika’dan istediğini hala alamadığını düşünüyor. ABD, 1970’de desteklemediği Ahvaz - İskenderiye boru hattı projesinin benzerini şimdi Türkiye’yi devre dışı bırakıp Suriye üzerinden geçirmeyi mi düşünmektedir? Veyahut Suriye’de işlerin çıkmaza girmesi ve Irak - İran enerjisinin Avrupa’ya karadan aktarılamaması ABD’nin uzun vadede elini mi kuvvetlendirecektir? Nitekim ABD’nin İran’a yaptığı güzelliklerin karşılığını fazlasıyla alacağını hesapladığı akıldan çıkarılmamalıdır. Eğer İran enerjisi Avrupa’ya bağlanacaksa ABD bu işi kendi istediği gibi yapmanın ortamını hazırlama derdindedir. Diğer taraftan ambargo kalkar kalkmaz İran’ın Asya’daki devasa sanayi pazarına sattığı petrol hacminde patlama yaşandı. Washington’ın buna müsaade etmesi, Amerikan şirketlerinin eskiden Şah ile olan ortaklıklarının benzerinin 1979’dan beri “Velayet-i Fakih” tahtının üzerinde ve etrafında oturan Mollalar ile yeniden masaya yatırılacağını gösteriyor.

1960’lı ve 70’li yıllarda kayda değer kısmını ABD’li şirketlerin pazarladığı İran petrolü için hedef Avrupa idi. Ancak 21. yüzyılda Almanya’nın yenilenebilir enerji kaynakları ve Fransa’nın devasa nükleer santralleri en azından AB’nin iki hamisi olan bu iki ülkenin Yakındoğu petrollerine tamamen bağımlı olmadığını gösteriyor. Günümüzde Ortadoğu petrolünün esas marketi Japonya, G. Kore ve Çin gibi yükselişe geçen Hindistan’a sahip Asya kıtası olmuştur. Bu durumda ABD’nin Irak ve İran enerjisini Akdeniz’e ulaştıracak projeleri, geçmişte olduğu gibi, kendi avucu içine almadıkça desteklemeyeceği görülmektedir.

Kaynak: Star Gazetesi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.