Özeleştiri İnsana Ne Kazandırır?

İnsanın öz cevherini keşfederek geliştirmesi, kişinin şahsiyetine olumlu yönde tesir eder. Kendini özeleştiriye tâbi tutan insanın özgüveni artar. Hatasından, yanlışından kurtulma zevkini tadar. İyimserliği, hoşgörüsü ve nezâketi artar. Kendini eleştiren, kendisinin farkında olan başkalarının tenkitlerine karşı da tahammüllü olur.

İnsan, hayatı, kendi iç âlemine göre değerlendirir. Gönül dünyası gelişmemiş insanlar, hayatı gerektiği gibi anlayamaz ve ona kendilerinden bir güzellik katamazlar. Dikkat edersek; hayata mânâ, derinlik ve güzellik katan kimseler, gönül âlemleriyle hayata müsbet bakan, güzellikleri görüp onlara odaklanan îman sahipleridir.

Bu yüzden insanın sık sık kendi dünyasına dönerek muhasebede bulunması, iyiliklerini artırırken, kötü ahlâk ve özelliklerini asgarîye düşürmesi gerekir. Bunun yolu da kendisini acımasızca ve doğru bir şekilde eleştirmekten, yani “özeleştiri”den geçer.

ÖZELEŞTİRİ İNSANIN ÖZGÜVENİNİ ARTTIRIR

İnsanı, en iyi kendisi tanır; zayıflıklarını ve üstünlüklerini kendisi bilir. Neyi niçin yaptığını, insanlara gösterdiği yüzünün arkasındaki gerçek niyetlerini kendisi bilir. Bu yüzden insanların övgüsü ve kınaması, insanı şaşırtmamalıdır. İnsanın hakiki yüzünü bilmeyen kimseler, bazen ölçüsüz bir şekilde insanı göklere çıkartır ya da yerin dibine sokar. Bir de insanların iltifatları görecelidir. Bugün iltifat edip yere göğe sığdıramayanlar, yarın insan içine çıkamayacak kadar hakarette bulunabilir. O yüzden insanların iltifatına da, hakaretine de gereğinden fazla itibar etmemek lâzımdır. Bunun ölçüsü de, insanın vicdanıdır.

İnsanın öz cevherini keşfederek geliştirmesi, kişinin şahsiyetine olumlu yönde tesir eder. Kendini özeleştiriye tâbi tutan insanın özgüveni artar. Hatasından, yanlışından kurtulma zevkini tadar. İyimserliği, hoşgörüsü ve nezâketi artar. Kendini eleştiren, kendisinin farkında olan başkalarının tenkitlerine karşı da tahammüllü olur.

BAŞKASINI TENKİT ETMEK

Günümüzde maalesef herkes, başkalarını tenkit etme hususunda âdeta kıyasıya bir yarış içinde… Başkasının hatasını incelemekten kendisine dönüp bakma fırsatı bulamıyor. Aslında iğneyi başkasına, çuvaldızı kendimize batırmamız lâzım… Başkalarını bir eleştirirken kendimizi bin eleştirmeliyiz. Çünkü başkasını tenkit etmek, insanın nefsâniyetini ve kibrini şişirir. “Onlarda şu kötülükler var, bende yok!” duygusunu verir. Bu da kibirdir, ucubdur; yani kendini beğenip büyük görmedir. Dinimiz, bu iki kötü hasleti de yasaklamıştır. Çünkü kula düşen tevâzû ve acziyetini bilmektir. Bu da insanın kendi nefsine dönmesi, zaaf, hata ve kusurlarını görmesiyle mümkündür ki, buna “nefs muhâsebesi”, yani “öz eleştiri” denir.

Biz ne kadar kendi kusurlarımızla meşgul olursak, o kadar başkalarının kusurlarını aramaktan kurtuluruz. Ne kadar kendi derdimizle meşgul olursak, o kadar kendimizi bulmuş oluruz. Aksi hâlde gözümüz hep dışarıda, başkalarında olduğu müddetçe kendi “benliğimizi” unutur, kaybederiz.

HADDİNİ BİLMEK KULLUĞUNU BİLMEKTİR

Eskiler, “İslâm’ın şartı beş, altıncısı olsaydı, haddini bilmek olurdu!” demişler. Gerçekten bu, bilhassa günümüzde çok hayâtî bir ölçüdür. Bugün başımıza gelenlerin pek çoğu haddimizi aşmaktan gelmektedir. Haddini bilmek, kulluğunu bilmek, acziyetini, kusurlarını ve varsa, üstünlük ve meziyetlerini bilmek demektir. Haddini bilen, nerede ne konuşacağını, nerede, kime karşı ne yapacağını bilir. Haddini aşan, büyük yüklerin altına girer; rüzgâra tükürmeye kalkar. Neticede yaptığı en çok kendisine zarar verir. Nefsini hesaba çeken, bu ve benzeri büyük hatalara düşmekten kendisini korumuş olur.

Kendini eleştirmeyi öğrenen, başkasına yönelttiği tenkitlerde de aşırılıktan uzak ve insaflı olur. Onların da insan olduğunu, birtakım zaaflarının olabileceğini görür, kabul eder. Herkesi, yetiştiği şart ve ortam ile değerlendirir. Herkesten dört dörtlük olmasını beklemez. Kısacası, hem gönül âleminde, hem de toplumda huzur; insanın kendisini tanıyıp tenkid edebilmesinden geçer.

Kaynak: Nurten Selma Çevikoğlu, Şebnem Dergisi, 133. Sayı, Mart 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.