Osmanlı’nın Namaz Vakıfları

Günümüzde devletin ve mahallî idarelerin ülkenin imarı için gösterdiği çabayı geçmiş asırlarda Osmanlı vakıf sistemi icra etmiştir. Bu sebeple Osmanlı medeniyetinin temel unsuru vakıf sistemidir, denilebilir.

İnsanın ardından hayırla, iyilikle ve güzel işlerle yâd edilmesini sağlayan vakıf hizmetleri, kişilerin birbirlerini incitmeden yardım etmesi, sahip olduklarını uzak yakın demeyip insanlarla ve diğer mahlûkatla paylaşabilmesi, ayrıca gelip geçici iyilikler yerine ebedi yardımın nasıl yapılacağının öğretilmesi hususunda ciddi görevler üstlenmiştir.

Vakıf sistemi, yoksulların, ihtiyaç sahiplerinin, özürlü kimselerin, yolda kalmışların, yaşlıların ve çocukların her türlü ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir boşluğu doldurmuştur. Dinî hizmetlerin yerine getirilmesinde en önemli sorumluluğu da yine vakıflar üstlenmiştir. Cami ve mescitlerin şehir merkezlerinde imar edilmiş olması namaz ibadetini hayatın merkezine almak demekti. Müslümanların günde beş vakit camilerde ve mescitlerde bir araya gelmesi Müslümanların birbirlerinden haberdar olmalarını sağlamıştır.

Ayrıca ibadethanelerin inşa edildiği yerler devletin iskân politikası açısından da oldukça önemlidir. Namaz, hem ferdî hem de içtimai yönü olan bir ibadet olduğu için cami, mescit, namazgâh, çeşme, kuyu ve sebillerin inşası, tamiri ve restorasyonu ibadetin huşu içinde yerine getirilmesinde önem taşımaktadır.

VAKIFLARIN HİZMET ANLAYIŞI İKİYE AYRILMAKTADIR

guvercinVakıflar, engin hizmet anlayışı noktasında ikiye ayrılmaktaydı. Birincisi zengin ve fakirlerin müştereken istifade ettiği cami, mescit, kütüphane, kervansaray, han, çeşme, kuyu, misafirhane gibi eserler; ikinci ise sadece fakirlerin yararlandığı tabhane, aşevleri ve fakirlere ait hastanelerdir. Camiler bu noktada zengin-fakir, güçlü-zayıf ayırt etmeden temelde namaz ibadeti ile herkese kucak açan yerler olmuştur. Namazın sosyal bütünleşmeyi sağlayan rolü göz önüne alındığında vakıfların sosyal bünyemizde herhangi bir ırk, mezhep, din ayrımı gözetmeksizin herkese kapılarını açarak kaynaştırıcı ve bütünleştirici etkisi açıkça görülmektedir.

Hayırseverler, kurdukları vakıflar sayesinde Müslümanları nafile ibadetlerde de bir araya getirmeyi amaçlamış; namaz çıkışında özellikle teravih namazlarından sonra cemaate şeker, lokum, şerbet ve aşure dağıtımı gibi ikramlarda bulunmuşlardır. Aynı şekilde gelecek nesillerin ve özellikle çocukların namaza alıştırılması, ibadet ortamının teneffüs edilmesi için namaz sonrası onlara hediyeler dağıtılmıştır.

Namaz borçları olanlar “Iskat-ı salât” için vakıflar kurmuşlardır. Müminlerin rahatça ibadet edebilmeleri için camilerin mefruşatına ve temizliğine de özen gösterilmiştir. Camilerin mum, yağ, süpürge, kömür gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması; Ramazan gecelerinde ve kandil günlerinde aydınlatılması; mahyaların kurulması, camilerde namaz kılmanın yanında dua ve zikirlerin yapılması, ilmî ders halkaların kurulması ve vaizlerin görevlendirilmesi; namazlardan sonra Kur’ân-ı Kerîm okunması ve çocuklara Kur’ân-ı Kerîm öğretilmesi; fakirlerin cenaze namazlarının kılınması ve cenazelerinin teşyii için binlerce vakıf kurulmuştur.

Zamanla harap olan camileri, mescitleri ve namazgâhları tamir ettiren hayırseverler, devlet tarafından nişân ile taltif edilmiştir. Vakfı kuran kişiler, ahirete irtihâl ettikten sonra ruhları için namazların akabinde Yasin-i Şerif okunmasını ve dualarda adlarının zikredilmesini vasiyet etmiştir. Kadınlar da vakıf kurma hususunda oldukça hassastır. Kadınların kurduğu vakıflar incelendiğinde en fazla nelere önem atfedildiği ve toplumun o dönemde daha çok nelere ihtiyaç duyduğu görülmektedir. Mesela camilerin aydınlatılmasında kullanılan yağ ihtiyacını karşılamak için hayırsever hanımlar adeta seferber olmuşlardır. Kadınların cami ve cami cemaati için kurduğu vakıflar hatırı sayılır miktarda fazladır.

VEREN EL ALAN ELİ GÖRMEZDİ

Vakıflar tarafından sağlanan yardımlarda, kişi yardımı şahıstan değil de bir kurumdan aldığı için onuru zedelenmemektedir. Ayrıca diğerkâmlığın, maddi fedakârlığın, mal ve madde esaretine düşmemenin en güzel örneği olan vakıf müessesi sayesinde fethedilen bölgelerde İslâm’ı yaymak için ilk önce cami inşa edilmiş ve Müslümanların birlikte namaz kılmaları sağlanmıştır. Hatta bir fethin ardından ilk Cuma namazı da fethedilen bölgenin camiye çevrilen en meşhur yapısında kılınmıştır. İstanbul’un fethinden sonra ilk Cuma namazının Ayasofya’da kılınması bu uygulamaya örnek verilebilir.

Osmanlı Devleti’nde Bayram ve Cuma namazlarının kılınması için ayasofya camii canli zamanlarindamesire yerlerine namazgâhlar yapılmıştır. Cami ve mescitler haricinde, yerleşim merkezi dışında ya da yol kenarlarında bayram ve cenaze namazlarının kılınması için üstü açık hâlde yapılan namazgâhlar da yolcuların rahatça ibadet etmelerine imkân sağlamıştır.

Yaz mevsimine denk gelen Ramazanlarda halkın daha rahat bir şekilde namaz kılması için valide sultanlar namazgâhlar inşa ettirmiştir. Öyle ki bazı namazgâhlar köy, mahalle, sokak ve tekke isimleri ile özdeşleşmiştir. Üsküdar’daki Namazgâh Sokak, Akçahisar’daki Namazgâh Mahallesi, Aydın’daki Namazgâh Karakolu, İzmir’deki Namazgâh İbtidai Mektebi, Şumnu’daki Namazgâh Tekkesi, Eyüp’teki Namazgâh Caddesi, Yanya’daki ve Bursa’daki Namazgâh Mahalleleri bunlardan sadece bir kaçıdır.

Şer’iye Sicilleri Arşivi’ndeki yaklaşık 10.000 adet vakfiyenin yarısına yakınının Kur’ân tilaveti, camilerdeki ilim halkaları, ders meclisleri, cami, mescit, namazgâh, imam, müezzin ve vaizlerle ilgili olması toplumun camiye ve namaza verdiği değeri göstermektedir.

Kaynak: Din ve Hayat Dergisi, Sayı: 26

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.