Osmanlı'da İslam Hukuku Nasıl Uygulanırdı?

Adaletiyle cihana nam salan Osmanlı Devleti, dini ve içtimai otoriteyi sağlamada İslam hukukunu nasıl uygulardı?

HUKUKUN SAĞLANMASINDA İKİ TEMEL UNSUR

Osmanlı Cihan Devleti, temel İslâmî düşünceye uygun olarak tam bir “hukuk devleti”dir. Yani kânunların değil, hukûkun hâkim olduğu bir devlettir. Bunun sağlanmasında da şu iki esas unsur vardır:

  1. Osmanlı’da kânunlar, onları tatbik edecek olan kimselerin irâ­de­si­nin mahsûlü değildir.

Her ne kadar ictihad ve kıyas gibi bâzı faâliyetler mevcut olsa da bu hususlarda hukukçular hür değil, ilâhî kânunların mantığı ve gâyesi ile bağlı idiler.

Bu demektir ki devlet reisinden başlamak üzere hukûkun bütün uygulayıcıları, kânunları herhangi bir şahıs veya zümrenin leh veya aleyhinde ortaya çıkarma imkânına sahip değildirler. Ayrıca kendileri de bu son derece objektif muhtevâya sahip olan hukuk kâidelerine uymakla mükelleftirler.

FATİH'iN KOLUNUN KESİLMESİ HÜKMÜ

Nitekim Fâtih Sultan Mehmed’in muhâkeme edilip kolunun kesilmesine karar verilmesi, bunun bâriz bir misâlidir. Zâten onların hareketlerinin meşrûluğunu sağlayan husus da, işte bu siyâsî irâde ile ilâhî kânunlar arasındaki uygunluktur. Meşrûluk, bu uygunluk nisbetindedir.

  1. İslâm’da gerek maslahat dolayısıyla ortaya çıkarılmış kânunların, gerekse siyâsî otoritenin uygulamalarının temel hukûkî esaslara, yani Kitap ve Sünnet’e uygunluğu, fetvâ ile belirlenmiştir.

FETVA MAKAMI, SİYASİ OTORİTEYİ YÖNLENDİREN BİR MAKAM

Fetvâ, şahsî bir kanaat ortaya koymak değildir. Onun mutlakâ şer’î bir mesnede dayandırılma mecbûriyeti vardır.

Dolayısıyla Osmanlı’da fetvâ makamı, siyâsî otoriteyi de yönlendirebilen dînî bir otoritedir. Öyle ki, pâdişâhın “halîfe” sıfatının vekîli olan şeyhülislâm, “sultan” sıfatının vekîli olan sadrâzamın önünde yer almıştır. Bu uygulama, devletin yıkılışına kadar muhâfaza edilmiş idârî bir esastır.

Ayrıca şeyhülislâmlar, aynen pâ­di­şahlar gibi kayd-ı hayât ile tâyin olunmuşlardır. Bu itibarla beğenilmeyen bir fetvâ verdiği için azledilmiş bir şeyhülislâm hemen hemen hiç yok gibidir. Bu makama gelen insanların azledilmeleri, aşırı yaşlılık ve sıhhî rahatsızlık gibi sebeplerledir. Bu da sayı itibârıyla tahttan indirilmiş pâ­di­şahlar kadar bir yekûn teşkil etmez.

Bunların yanında vezirlik rütbesindekiler için uygulanan siyâseten katil, aynı rütbeye sahip kabûl edilen şeyhülislâmlar hakkında bir-iki istisnâ hariç tatbik edilmemiştir. 623 yıllık Osmanlı ta­rihindeki bu istisnâlar da, rüşvet sebebiyledir.

SON DEVİRLERDE HAKSIZ FETVA ÇIKTIĞI DA GÖRÜLMÜŞ

Şeyhülislâm da insan olmak itibârıyla bir me­se­leyi takdîrde hatâya düşebilir veya siyâsî bir entrikanın tesiri altında kalabilir. Son devirlerde siyâsî otoritenin bu makama baskı yaptığı ve haksız fetvâ çıkarttığı nâdiren görülmekle beraber, Sultan Abdülhamîd Han Hazretleri’nin tahttan indirilişinde olduğu gibi, fetvânın salâhiyetli olmayan makamdan alınması gibi istisnâî durumlar da yaşanmıştır. Bunlar ise, o hukûkî sistemin değil, siyâsî otoritenin hatâlarıdır.

Umûmî olarak diyebiliriz ki, idârecilerin Kitap ve Sünnet’ten ayrılmasını önleyici müessirler, Osmanlı hukuk nizâmında en mükemmel bir şekilde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Öyle ki bir şeyhülislâm, kendisini tâyin etmiş olan pâdişâhı bile tahtından indirmek salâhiyetine sahip kılınmıştır. Yeter ki dayandığı sebep, şer’î bir mesned olsun!

Yani şeyhülislâmlar, Osmanlı Devleti’nde hukûkun pâ­di­şah irâdesini bile yönlendiren ve îcâbında kontrol eden üstünlüğünü sağlayan hiyerarşinin başı olmuşlardır. Bunun içindir ki Osmanlı ta­rihinde, celâdetli hükümdarlara bile istediği fetvâyı vermeyen ve buna rağmen de yerinde kalabilen nice şeyhülislâm görülmüştür.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.