Osmanlı İçten Çökertildi

Abdülazîz Hân’ın tahta çıktığı devre, Batılılarca âdeta büyülenmiş ve onların siyâsî emellerine tâbî bir hâle gelmiş bulunan ve kendilerine Jön Türk (yeni Türk) denilen insanlar elinde devletin içten çökertilme faâliyetinin had safhaya ulaştığı bir devredir.

Bunlar -ekseriyetle- Fransa’da tahsil görmüş ve orada husûsî bir şekilde misyonerler tarafından sinsice yetiştirilmiş, İstanbul’a kalpleri Fransız, üniformaları Osmanlı olarak dönmüş kimselerdi. Sanki devletin içinde garbın yeniçerileri olmuşlardı. Memleket, dıştan maddî istilâya uğrarken, içten de mânevî bir tahribâta mâruzdu. Tanzîmat Fermânı ile misyonerlik faâliyetleri artmış, başta Ermeniler olmak üzere hris­ti­yan azınlıklar üstündeki tahrikler çoğalmıştı. Meselâ Harput bölgesinde altmış iki misyoner merkezi açılmış, yirmi bir kilise yapılmıştı. Kadın misyoner Maria A. West, “Romance of Mission” adlı kitabında:

“Ermenilerin rûhuna girdik. Hayatlarında ihtilâl yaptık!..” demektedir.

Lisan öğretmek gâyesi ile Anadolu’nun her tarafında, aslında birer misyonerlik karargâhı olan birçok mektep açılmıştı. Bu faâliyetlerin en yoğun görüldüğü yabancı okullar arasında Gâziantep’teki Antep, Merzifon’daki Anadolu ve İstanbul’daki Robert Koleji başta gelir. Bâzılarına ise, hiç Türk talebe alınmamıştır. Okul müdürlüklerine papazlar tâyin edilmiştir.

İşte bu düşman faâliyetleri dolayısıyla memleket, bir kültür erozyonu ile karşı karşıya gelmişti. Abdülmecîd Han devrinden kalan bu çöküntü, Abdülazîz Hân’ın direnmeleri ile asgarîye indi. Neticede bu mukâvemet, onun şehâdet kanlarına bürünmesine vesîle oldu.

Sultan Abdülazîz Han, gâyet ileri görüşlü bir pâ­di­şahtı. Belgrad, İstanbul, Bağdad ve Kâhire’yi elimizde bulundurmadıkça cihan si­yâ­se­tin­de büyük bir rol oynayamayacağımızı söylerdi. Bu görüş, bilâhare Almanlar’ın emperyalist temâyüllerinin uyandığı sırada getirdikleri “7 B” formulüne benzemektedir. Almanlar, büyük devlet olabilmek için Berlin’den Bombay’a kadar “B” harfi ile başlayan yedi büyük merkezin ele geçirilmesinin lüzumundan bahsetmişlerdir.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.