Osmanlı Devlet Erkânının Namaza Verdiği Önem

Osmanlı Devleti’nin her devrinde dinî duyguların ve İslâm’ın usulünce yaşanmasının, devlet idaresinin önem verdiği hususlardan biri olduğu muhakkaktır.

Sultan İkinci Mahmud, İslâmiyet’in alâmet-i zahiresi olan namaza halkın bir müddetten beri devamsızlığının kulağına varması üzerine, Müslümanların beş vakit namazı cami ve mescitlerde ve daire sahibi olanların konaklarında cemaatle eda eylemeleri hakkında fermân-ı şerîf çıkarmış ve bu emrin uygulanması için gönderdiği ferman, Erzurum Kadılığı tarafından da deftere kayıt ile tescil edilmiştir.

İSTANBUL KADISININ EMRİ

Devrin İstanbul kadısı, halktan her kesimin beş vakit namaza devam etmesi için bütün vilâyetlere buyruldular yazılmasını Sadâret (başbakanlık) makamına hatırlatmış ve bu yolda gereken emirler verilmiştir. Sultan İkinci Mahmud döneminin ilgi çekici emirlerinden birisi olarak, gönderilen bir tamimde, beş vakit namazın cemaatle kılınması hususunda, Adana’da halkın taahhütte bulunduğu anlaşılmaktadır.

Eski sadrâzamlardan Benderli Mehmed Selim Selim Sırrı Paşa’ya (Sadâreti 1240-1244/1824-1828) gönderilen bir hükümde; İslâmiyet’in açık alâmetlerinden olan beş vakit namazın bir müddetten beri ihmal edilmesi yüzünden Sofya gibi büyük bir İslâm memleketinde mevcut camilerin pek çoğunun kapalı ve halkın ekserisinin namazı terk ettikleri haber alındığını ve buna kalkışanların gerekli ve şiddetli cezaya çarptırılmaları istenmektedir.

NAMAZI TERKEDENLERİN İKAZ EDİLMESİ

Osmanlı toplumunda namazı terkin devlet idaresini bir hayli meşgul ettiği muhakkaktır. Bu duruma yol açan sebeplerden birinin de halkın Bektaşîlere uyması olduğu anlaşılmaktadır. Buna mukabil illerdeki idarecilerin gerekli tedbirleri aldıkları görülmektedir. Bir örnek olarak; kapanmış olan cami ve mescitlerin tekrar açılarak ahalinin beş vakit namaz ile cuma namazlarına düzgün bir şekilde devam etmelerinin teminini talep eden Selanik Valisi Vezir Mustafa Paşa’nın gönderdiği mühürlü mektubu zikredebiliriz.

3018-Osmanli-askeri-namazdaBeş vakit namazın cemaatle kılınması ve Müslüman çocuklar için mektepler açılmasına itina gösterilmesinin emredildiği bir yazıda; cami ve mescit vakıflarının yok olmasına meydan verilmemesi de tembih edilmektedir. Teke Mütesellimi Osman Paşa’nın kendi mührüyle gönderdiği tahriratta; aldıkları emir üzerine cemaatle namaz kılınmağa devam edildiği; camilerde halka din ve diyanetleri öğretildiği ve ilmihal ile Dürr-i Yektâ kitaplarından sancaklara gönderilmesinin kolaylaştırılacağı ifade edilmektedir. Namazın terkinden sakınılması için gayret gösteren Osmanlı idaresi, namazın cemaatle kılınmasını da teşvik etmekte ve şer’î bir özrü olmadıkça herkesin beş vakit namazı cemaatle eda etmesi hususunda tembihatta bulunmaktadır. Ankara Vilâyeti Meclisi’nde alınan şu karar ise koruyucu devletin bu işle ilgisini açıkça ortaya koymaktadır: Ankara’da cami ve mescitlerde ezan okunması; beş vakit namazın cemaatle kılınması; tekke ve zaviyelerde zikre devam edilmesi, yetişkin kızların açık gezmemesi ve ebeveynin rızası olmadan talip olanlara kız verilmemesi meselelerine ve bunların gerekli yerlere tembihen bildirildiğine dair Ankara Meclisi’nin mazbatası. Namaz vakitlerinde camilere ve mescitlere gelmeyip dışarıda vakit geçirenlerin bundan böyle namaz vakitlerinde işlerini bırakarak cemaate katılmaları hususuna dair Serasker ve muhtelif makamlara buyruldu sureti.

Osmanlı Devleti’nin hemen her döneminde ve yakın-uzak her bölgesinde, Cuma ve bayram namazlarının kılınmasına uygun cami bulunmayan yerlerde mescitlerin düzenlenerek Cuma ve bayram namazlarına uygun hâle getirildiğini görmekteyiz. Keza öğrencilerin mekteplerinde namaz kılmaya uygun yerleri yoksa bu hususa da itina gösterildiği anlaşılmaktadır: Edirne Mekteb-i İdadisi talebesinin ve yatılı olanların namaz kılmak için mektep haricine çıkmalarının uygun olamayacağından, öncelikle mektep içinde bir yer bulunması; yoksa bahçe içinde bir kat olarak bir yer yapılması için yapılan keşfin kaydolunduğu defter, ihale evrakıyla birlikte ilgili makamlara gönderilmiştir.

CUMANIN EHEMMİYETİ

Devlet idaresinin ilgilendiği mühim işlerden birisi de Cumanın ehemmiyetine binaen ehil ve ruhsatlı olmayanların Cuma namazı kıldırmalarını yasaklamış olmasıdır. Namazların cemaatle kılınmasının temini için Zaptiye Nezareti’ne hitaben buyruldu yazılması, takibin idarî yönüyle birlikte inzibati yanının da bulunduğunu göstermektedir. Nitekim Maliye Nâzırına gönderilen başka bir emirle de erkân-ı İslâmiyyeden olan beş vakit namazın edası, farîzadan olduğundan dolayı bu konuda tembellik gösterenlere nasihatte bulunulması, ancak bu olmadığı takdirde hapis ve te’dibleri suretiyle cemaatle namaz kılmağa teşvik ve sevk olunmaları talep olunmuştur. Meclis-i Vükelâ’dan çıkan bir mazbatada açıkça zikredildiği üzere; beş vakit namazın cemaatle kılınmasının sağlanması, uymayanların cezalandırılması, gerekli görülmüştür.

CUMA NAMAZINA VERİLEN ÖNEM

Cuma namazı, Osmanlı Devleti’nde fevkalâde önemli idi. Padişah Cuma namazını kılmak için selâtin camilerine ya da meselâ Kurşunlu Mahzen gibi daha küçük bir camiye gider, bu arada harap olduğunu gördüğü mescit ve türbelerin tamirini irâde ederdi. Yukarıda da zikredildiği gibi Cuma namazına uygun cami ve mescit bulunmayan mahallerdeki Müslüman ahalinin, Cuma ve bayram namazlarını kılacakları camiye dönüşmüş mescitler muhakkak yapılır; o imkân bulunamazsa hükümet konağı ve kışlalarda Cuma namazı eda edilirdi. Bu arada Devlet-i Aliyye’nin şanına yakışır bir şekilde memurlarının, özellikle vali, mutasarrıf, kaymakam ve nahiye müdürlerinin Cuma namazını şehrin en büyük camisinde eda etmeleri beklenirdi.

Kaynak: Din ve Hayat İstanbul Müftülüğü Dergisi, Sayı: 26, Yıl: 2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.