Ortadoğu’da Problemli Din-siyaset İlişkisi

Ortadoğu’nun ve daha genel anlamda İslam dünyasının içler açısı durumu tahlil edilirken altı en çok çizilen hususlardan biridir anti demokratik yönetimlerin mevcudiyeti. Sırtını halkına değil başka odaklara dayayan Ortadoğu yönetimleri, ülkelerinin ve bölgenin istikrarsızlığının, emperyalist çevrelerle birlikte en önemli müsebbibi olarak zikredilir.

Peki, gücünü halkından almayan bu yönetimler, halklarına rağmen nasıl oluyor da yıllar boyu despotik yönetimlerini sürdürebiliyorlar?

Bu noktada Ortadoğu yönetimlerinin kullandıkları üç önemli faktörün altını çizmek mümkün:

1-) Kaba gücün kullanılması.

2-) Medya gücünden istifade.

3-) Dini otoritenin zapturapt altına alınması.

KABA GÜÇ İLE HALKIN ZAPTURAPT ALTINA ALINMASI

Despotik yönetimlerin, orduları da dahil tüm güvenlik güçlerinin öncelikli hedefi dış tehdide karşı ülkelerini korumak değil içerdeki halkı zapturapt altına ‎almaktır...

MEDYA GÜCÜNÜN KULLANILMASI

Medya, Ortadoğu rejimlerinin en güçlü meşrulaştırma aracıdır. Yönetimler adına karayı ak, akı kara göstermekle mükelleftir. Sisi medyası örneğinde olduğu gibi darbe lideri bir diktatörü “Allah’ın Mısır halkına lütfettiği en büyük nimet” olarak pazarlayabilmektedir Ortadoğu’da medya.

MEŞRULAŞTIRICI OLARAK DİNİ OTORİTE

Akı kara, karayı ak gösteren medya haricinde Ortadoğu’daki yönetimler, icraatlarını meşrulaştırıcı başka müesseselere, mercilere, aktörlere ihtiyaç duymaktadırlar. İşte o aktörlerin en önemlilerinden biri de din adamlarıdır, dini mercilerdir. Enteresandır Ortadoğu’nun eli kanlı en despotik liderleri dahi halklarına karşı işledikleri cinayetleri, zulümleri bir şekilde meşru gösteren sözüm ona din adamlarını bulmakta hiç ama hiç zorlanmamışlardır. Dün olduğu gibi bugün de…

Evet, pek çok hususta olduğu gibi din-siyaset ilişkisi bağlamında da Ortadoğu gerçekten son derece sorunlu bir bölgedir. Rejimlerin payandası haline gelen din adamları ve dini merciler, ama tehdit ve baskılarla ama dünyalık makam ve mevki uğruna, diktatör yönetimlerin icraatlarını meşrulaştıracak tutum ve tavır sergileyebilmektedirler.

İSLAM DÜNYASINDAKİ SAVRULMA

İslam dünyasında  siyasi anlamda olduğu gibi sosyolojik ve kültürel anlamda da çok ciddi bir savruluş yaşandığını somut misallerle anlatmaya çalışmıştık. Ekonomik ve siyasi gerekçelerle, özgürlüklerin önünü açmak adına hayatın sekülerleştirilmesine ilişkin misallerdi bunlar.  Şeriatla yönetilen Suudi Arabistan’ın, yarı özerk haline getirilecek bölgelerinde, Abu Dhabi, Duba’yi gibi Batılı turistlerin özgürce hareket edebileceği turisttik tesisler projesinin çokça tartışıldığını belirtmiştik.

Bu tartışmalarda haklı olarak şu soru soruluyordu; Katar krizinde aktif olarak devreye giren, siyasi twitler atan, Körfez ülkelerinin Katar’a yönelik siyasetinin son derece yerinde olduğunu Cuma hutbelerinde dillendiren, Müslüman Kardeşler ve Hamas’ı terör örgütü olduğunu ifade eden Suud uleması bu proje hakkında neden susuyordu? Batılı turistlerin “özgürce” yararlanacakları turistik tesislerin şer’i açıdan hükmü neydi? Bu projenin sebep olacağı ahlakȋ ve manevȋ tahribata dair hiçbir kaygı duymuyorlar mıydı?

İsrail’in, Mescid-i Aksa’ya yönelik mütecaviz tutumlarını görmeyip, dualarında İsrail’i değil de Katar’ı dillerine dolamaları Suudi din adamlarına yönelik dillendirilen eleştiriler arasındaydı. Papa Francesco’nun Arakanlı Müslümanlara destek mesajı gönderdiği bir dönemde Arafat duasında Suudlu imamın Roginhya Müslümanlarının yaşadığı dramı atlamış olması kabul edilemez bulunmuştu.  Dahası yine Arafat’ta Suudi imamın, oldukça sakıncalı bir tarzda; “Allah’a yaklaşabilmek için” Suud yönetimine dua talep etmesi, eleştirilerin dozajını bir hayli yükseltti.  Son olarak Kabe imamı Sudeysi’nin, “Suudi Arabistan ve ABD dünyanın iki kutbu. Allah’a hamdolsun dünyayı birlikte yönetiyorlar” ifadelerini kullanması ise gerçekten skandal ötesiydi ve çok yoğun eleştiri aldı.

ORTADOĞU'DAKİ YÖNETİMLERİN DİN ADAMLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Bu arada, Katar krizinde sessiz kalmakla hatta kardeşler arasındaki husumetin son bulması niyazında bulunmaları sebebiyle, Selman Avde ve Ivad Karni gibi Suudi Arabitan’ın önde gelen din adamlarının tutuklanması Ortadoğu’daki sorunlu din-siyaset ilişkisini en net olarak ortaya koyan son misaldi.

Ortadoğu’da yönetimlerin, dini merciler ve din adamları üzerindeki etkisine biraz da Mısır üzerinden bakalım. İslam dünyasının en önemli dini mercii olan El-Ezher ve ulemasının önde gelen pek çok ismi siyasi otoritenin gölgesinden kurtulamamış olması hasebiyle geçmişte olduğu gibi bugün de eleştirilerin odağında bulunuyor.

FETÖ’nün içli dışlı olduğu El-Ezher eski Şeyhi Ali Cuma, sosyal medya fenomeni yeni nesil davetçi Amr Halid, televizyon davetçisi Halid Cundi gibi isimler Sisi’nin medyası gibi Sisi’nin din adamları kategorisinde, şimşekleri en çok üzerlerine çeken din adamları olarak ön plana çıkıyorlar.

YENİ NESİL DAVETÇİ

Yeni nesil davetçi olarak anılan Amr Halid, Sisi yönetiminin her icraatını meşrulaştıran, herkese karşı hoşgörüyü telkin ederken Müslüman Kardeşleri şeytanlaştıran söylemi nedeniyle yoğun bir biçimde eleştiriliyor. Sisi yönetimi nezdinde itibarını artırmak için akıl almaz bir profil çizen Amr Halid, Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan el-Benna’nın katilinin akrabası olduğunu televizyon ekranlarında göğsünü kabartarak söyleyebiliyor mesela. Aynı Amr Halid, Mursi döneminde ise kendisinin de İhvan mensubu olduğunu yine övünerek söylüyordu!

Yine Mısır ulemasından Halid Cundi, Amr Halid ve Ali Cuma ile Sisi’nin zulüm dolu icraatlarını meşrulaştıran, onu parlatan din adamlarından bir diğeridir... Cundi, bakın Sisi yönetiminin İsrail ile dostluğuna, sözüm ona çaktırmadan nasıl katkı vermeye çalışıyor. Diyor ki Cundi; İsrail’e hakaret ve küfretmek caiz değil. Çünkü İsrail, nebilerden bir nebiydi.”

Ortadoğu’nun sorunlu din adamı profiline ilişkin zikredilebilecek onlarca isimden bir kaçı bunlar. Bu anlamda durum gerçekten son derece vahim. Ortadoğu medyasına yansıyan haber ve yorumlara bakıldığında İslam dünyası adına daha da endişeli bir süreç bizi bekliyor ne yazık ki.  “Siyasal İslam tehdidinin bertaraf edilmesi” misyonuyla,  Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Suudi Arabistan ve Bahreyn ekseninin, İsrail ile birlikte eğitim, özellikle de din eğitimi, kültür ve terörle mücadele alanla rında ortak projeler geliştirmek üzerinde anlaştıkları, bu kapsamda yeni adımların atılacağı özellikle muarız din adamlarına yönelik baskının daha da artacağı dillendiriliyor.

Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, 380. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.