Ömür Dediğin Dönüş Yolunda Tükenmektir

Ömrü dönüş yolunda tüketmek için verdi Allah. Başka kârı var mı Âdemoğullarının? Başka nerede harcanacak ki ömür?

"Ey zindanda bir gece geçirmemiş dost, güneşe doğru çılgın koşuyu yapacak çocuk olabilir misin?”

İnsanın yazgısının ilk sayfasıdır Âdem. Dünyaya indirilişin önsözü. Varoluşun derin uykusunun ortasına konulmuş ilk uyanıklık aynası. Kâinatın sessizliğini yırtan ilk tefekkür kıvılcımıdır. Masumiyetin süt liman gölünde halkalanmalar doğurmak üzere fırlatılmış ilk taştır. Teslimiyetin duru göğüne kıpırtılar taşıyan, fırtınalar taşıran ilk ayartının darbesidir. Hatanın ve günahın kuyusuna sarkıtılan ilk kurban yahut kahramandır. İsyanın ateşine değen ilk ten Âdem’indir. Rahman’ın yeryüzüne insanlık gündemini indirişidir.

RAHİM’İN İNSANI YENİDEN KAZANMA MURADI

“Ruh gecesinin yedi katlı karanlığına batmamış yürek! Sana ışıklar ve aydınlıklar ne der?”

Sükûnetin göğsüne sokuluveren ilk tutku Âdem’in yüreğinde alevlendi; ondan da biz oğullarına ve kızlarına sıçradı. Kötülüğü isteyen, yanlışa meyleden, hataya heveslenen nefis ilk defa Âdem’in gövdesinde ete kemiğe büründü. Ondandır düşüp kalkmalarımız, yapıp yıkmalarımız, kaymalarımız. Bu yüzdendir alnımızın çizgilerine dünyanın acısını kazımamız. Rahim’in insanı yeniden kazanma muradıdır bu.

KERİM’İN KEREMİNİ YENİ BAŞTAN TATMA YOLU

Yurdunu hangi insan daha çok sevecektir: doğduğu yerden ölünceye kadar hiç ayrılmayan insan mı? Yoksa en genç çağında yurdundan ayrılarak savaşa gitmiş, esir düşmüş, bir daha dönme umudunu tam yitirmişken ansızın esen bir Hızır yeliyle kendisini yine ülkesinde bulan insan mı?

Kaygan bir zeminde dik durmanın, yokluğun kıyısında düşmeden var olmanın ruhtan heykeli oldu Âdem. Hâlâ ayağımızın altında kırık camlar, kanaya kanaya yürüyoruz, bileklerimize kadar kan içindeyiz. Hataya meyilsiz, yanlışa gönülsüz meleklerden daha riskli bir yerdedir Âdem. Belli ki meleklerin bilmediğini bilen Rabbimiz, bize bahşettiği donanımı yeryüzünün kötülükleri karşısında sınamakta. Düşmeyi göze alarak uçmayı öğretmekte bize Âdemce. Kaybetme korkusuyla yana yana, kazanmaktan yana olmanın bedelini ödetmekte. Kaybetmekten korktuğu için kazanmayı da baştan kaybeden, düşerim diye umut kanatlarını hiç açamayan ürkeklerin, pısırıkların, üşengeçlerin, tembellerin durduğu yerden almakta bizi. Kerim’in keremini yeni baştan tatma yoludur bu.

İLK KALENDER

“Ey yükseklerden büyük seslerle düşen su, bu yalçın kayalara bir şelâle borçlu olduğunu biliyor musun?”

Masumluğun sükûnetini tel tel yırtıp atan ayartının şiddetini ilk göğüsleyendir Âdem. Teslimiyetin dikişlerini dişleyerek koparan söz dinlemez aldanışlara kalbi ilk dolanandır. Hatasını hata bilme delikanlılığının ilk örneği. Bahanelere sığınmama, suçu başkasında aramama dobralığının sözcüsü.  Gönlünü yeryüzü depremlerinin sarsıcılığında duru, diri ve doğru kılabilmiş ilk kalender.  Habersiz ve amansız geliveren hüzün yangınlarında yanıp da bize serin güller gibi teselliler devşirebilmiş ilk yürekli adamdır. Baba gibi babadır.  Hiçliğin kuytularına sarkaçlanan sözünü, umutsuzluğun karasına yuvarlanabilir yakarışlarını, ezilmiş bir gül gibi yerden kaldırıp rahmetin dudağına yeniden ve ebediyen yanaştırabilmiş yorgun ama çileli bir muzafferdir. Afuvv’un sessiz bağışını, eşsiz merhametini yeni baştan duymak için yaşanır bu zafer.

İLK İBRAHİM HUYLU

“Âh, düşüşsüz insan! Benden övgü bekleme. Düşüşün tadını almayan insan! Senin yücelerin, serinliğinden ve arılığından ne haberin vardır?”

Hata edebilirliğin buzdan zemininde ayağı ilk sürçen, günahsızlığını utanışın avucunda kanatarak kurban eden ilk İbrahim huylu. Övülmenin bencillikler büyüten tadını ilk tadandır Âdem; göz yaşlarıyla yüzünün çamuru yıkamayı ilk deneyimleyen. Bencilliğini ve benliğini övgünün ayartmasından tövbesiyle çekip alabilen hicap serlevhası. Başarıların ve zaferlerin insanı kalbinden sürgün eden amansız rüzgârına direnebilmiş olgunluğun sessiz nöbetçisi. Hatasını nefsinin hevesine mazeret edinmeyecek kadar diri olmanın yıkılmaz nöbetçisi. Hatada ısrar etmemenin billûr avizesi olarak asılı durur uykularımızın üzerinde Âdem’in y/âdı. Hata ve günahı, rahmet ve şefkatten uzak düşmeye bahane etmeyecek kadar ümit eri olmanın nûr yüzlü delikanlısı. Mahcubiyeti avucunda yakıcı kor gibi düşürmeden tutabilmenin kan kırmızı lekesi olarak yapışır hüzünlerimizin yakasına. Tevvâb’ın kıblesine ümitle yönelsinler diye hüzne bulaşır bu yaka.

YÛSUF’UN BABASI

“[Ey] ruh gecesinin yedi katlı karanlığına batmamış yürek! Sana ışıklar ve aydınlıklar ne der?”

Sınanmamış aşkların naylon olabileceğini fısıldar bize Âdem. Uzaklığın ve ayrılığın girdabında, dünyanın tuzaklarında yeniden inşa eder aşkı. Havva’sını hevasına satmamanın inceliğini yeniden çizer cennetten yediği sürgünle. Yûsuf’un babasıdır bir kere. Sarp yollara uğramamış sevgilerin düz ovadaki performansından şüphe duymayı öğretir bize. Hızır’ın yanında Mûsa sancısını fısıldar; adam gibi adamdır. Küstürmüş, küstürülmüş bir kalple, utanmış bir yüzle, aşağıların aşağısına düşebilecek “adam”lığımızı yücelerin yücesine acıyla ve sancıyla yeniden çıkarabilmiş, çilekeş ve yiğit bir süvaridir. Yenilgilerden dönüşlerin, ölümden dönmelerin, bıçak sırtı tereddütlerin ustasıdır. Âsiye’nin babasıdır. Hasretle örselenmemiş vuslatların tat vermeyeceğini hatırlatır, ayrılık rüzgârı yememiş kavuşmaların sığ kalacağını belletir bize. Yâkub’un da babasıdır.

Mecnun’un bile sınanmadığı delilikleri yırtarak varır sevdiğinin yüzüne. Ferhat’ın sabrını da delip geçecek dağlar dolusu uzaklıkları eritir de öyle varır Şirin’ine. Hacer’in babasıdır. Rabb-i Rahîm, dünya çölünde susamış İsmail’lere zemzem yetiştirmek için başlatmıştır bu yeryüzü koşusunu.

ÂDEM’İN DOĞUM YERİ

Düşmemiş [insan] var mı? Olsaydı ne değeri olurdu? Önemli olan [insanın] düşmeyişi değil, düşüşü dirilmesiz ölüme dönüşmeden doğrulmasını bilmesidir.

Çamura yoğrulmuş ‘Âdem’in çamura bulanmış umutlarını ‘insan’ın kalbine, yorula yorula yeniden taşır Âdem[as]. Sınanmış olarak seçilmenin kristal zaferinin tacıdır. Uzun yollardan gelmelerin yorgunudur. Sarp yokuşu yürümelerin sevdalısıdır. Yalnızlığın kalbinde ümit bulmanın çilekeşidir. “Şehrin öte yakasından koşarak gelen adam”ların ilkidir. Muhammed Mustafa’nın babasıdır. Muhammed Mustafa’ya tutuna tutuna, O’nun dilinden dökülen kelimelere sarıla sarıla döneceğiz sılaya… Anavatana… Cennete… Âdem’in doğum yerine…

Anlaşılan o ki bu ömrü dönüş yolunda tüketmek için verdi Allah. Başka kârı var mı Âdemoğullarının. Başka nerede harcanacak ki ömür?

Kaynak: Senai Demirci, Altınoluk Dergisi, Sayı: 372, Şubat 2017


Dipnot: (*) Tırnak içi ifadeler, bilge şair Sezai Karakoç’un Yitik Cennet’inden emanettir.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.