O Beni Zâyi Etmez!

 Basra’da yaşayan Allah dostu Abdülvâhid bin Zeyd'in (ra) bir yolculuğu esnasında putperest bir adamın hidâyetine vesile olduğu hikâyeyi istifadenize sunuyoruz.

Basra’da yaşamış Allah dostlarından biri olan Abdülvâhid bin Zeyd (r.a.) bir defasında deniz yolculuğuna çıkmıştı. Denize açıldıklarında kuvvetli bir rüzgar çıktı. Bindikleri gemi fırtınaya tutuldu.

Dağ gibi dalgalar arasında yol almaya çalışıyorlardı. Sonunda dalgalar onları bir adaya sürükledi. Oraya demir attılar.

ISSIZ BİR ADADA YAŞAYAN PUTPERESTİN HİDAYETİ!

Karaya ayak basmanın sevinciyle gemiden inip dolaşmaya başladılar. Adayı gezerken bir de gördüler ki orada puta tapan bir adam var. Onun yanına varıp sohbet ettiler.

“- Sen kime tapıyorsun öyle?!” dediler.

Adam yakınındaki putu gösterdi.

Onlar da adama: “- Neden buna tapıyorsun? Bu ne fayda ne de zarar verir! Senin ilâh diye tanıdığın şu put , birileri tarafından yapılmış bir şeydir. Buna tapmanın mantığı nedir? Bu putun, tapılmasını haklı gösterecek nesi var?!”  dediler.

Bu sorular karşısında adam:

“- Peki siz kime taparsınız, kime ibadet edersiniz?” dedi.

Onlar da: “- Biz öyle bir varlığa ibadet ediyoruz ki; Her şeyi yaratan, her şeye kadir olan, arşı semâda, gücü, kuvveti sonsuz, hükmü dirilere de ölülere de geçen, var olan, bir olan, tek olan Allah’a ibadet ederiz” dediler.

Bunun üzerine adam:

“- Bunu size kim bildirdi? Kim öğretti?” diye sordu.

Onlar da: “- Allah bize, kendimizden çok değerli bir peygamber, kerim bir elçi gönderdi. Bize bunları o haber verdi” dediler.

Adam:  “- O Peygamber nerededir?” diye sordu.

Onlar da:  “- Bize Allah Teâlâ’nın gönderdiği dini, İslâm’ı bildirip, tebliğ edip vazifesini tamamladıktan sonra vefat etti. Dünyadan Ahirete göç etti. Allah Teâlâ’ya kavuştu.” diye cevap verdiler.

Adam:  “- Ondan hiç bir alâmet kaldı mı?” diye tekrar sordu.

Onlar da:  “- Evet o, Allah Teâlâ’dan bir kitap getirdi. O kitap bizim yanımızdadır” dediler.

Aramızda geçen bu konuşmadan sonra adam:

“-O kitabı bana gösterin?” dedi.

Onlar da, Kur’an-ı Kerim’i  getirdiler ve ona  bir sûre okudular.

İlâhî kelâm’ın gönlünü aydınlatması neticesinde adam hüngür hüngür ağlamaya başladı. Sûreyi bitirinceye kadar için için ağladı. Sonra Kuran-ı Kerim’in gönlünde bıraktığı tesiri ve coşkuyu ifade sadedinde şöyle dedi: “- Böyle bir kelâmın sahibine kimse âsi olamaz! İnsana yakışan bu kelâm’ın sahibine isyan etmemektir” diyerek hemen Müslüman oldu.

Abdülvâhid b. Zeyd rahmetullahı aleyh o adamla bir gece geçirirler. Ona Kur’an-ı Kerim’den birkaç sûre ve kendisine yetecek kadar din bilgisi öğretirler. O gecede ki hatırasını şöyle anlatırlar:

Gece olunca yatsı namazını kılıp yataklarımıza çekildik. Yatma zamanı gelince o yatmadı. Sabaha kadar ayakta yanık kaldı. Bizim yattığımızı gören adam:

“–Bana anlattığınız ilâh, geceleyin uyur mu?” diye sordu.

“–Hayır” dedik.

“–O zaman siz ne kötü kullarsınız?! Efendiniz uyamazken siz uyuyorsunuz!” dedi.

Adamın sözü hoşumuza gitti. Onun heyacanı, gayreti bizlere ders oldu. Arkadaşlarıma:

“- Bu zat henüz yeni Müslüman oldu. Aramızda biraz para toplayıp verelim de sıkıntı çekmesin”dedim ve adama vermek için bir miktar para topladık. Kendisine verirken adam:

“–Bu nedir?” dedi.

“–Harcaman için bir miktar para” dedim.

Adam müstağni davrandı ve parayı almadı. Sonra bize, ibret ve hikmet dolu şu cevabı verdi:

“- Lâ ilâhe illallah! Ben ıssız bir adada O’ndan başkasına, yani bir puta tapıyorken ve kendisini tanımazken bile O beni zâyî etmedi. Şimdi kendisini tanırken mi beni zâyî edecek?!” dedi.

Aradan üç gün geçtikten sonra bu zâtın hastalanıp yatağa düştüğünü öğrendim. Hemen yanına koştum.

“- Bir isteğin, ihtiyacın var mıdır?” diye sordum.

Yine hikmetli bir şekilde:

–“Benim ihtiyaçlarımı, sizi, o adaya getiren giderdi” diye cevap verdi.

Bu görüşmemizden bir gün sonra da vefat etti. O gece onu rüyamda gördüm. Bahçenin ortasında yüksek bir kubbe vardı. Kubbenin altında bir taht üzerine oturmuş  şu âyeti okuyordu:

(Melekler:) “Sabretmenize karşılık size selâm olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! Ahiret saadeti ne güzeldir!” (derler). (Ra’d sûresi: 24)

ALLAH DOSTUNUN EN BÜYÜK ÖZELLİĞİ

Issız bir adada yaşayan insanın İslâm’la tanışmasına ve buluşmasına vesile olan bu Allah dostu, tebe-i tâbiin’den Basra’lı Abdülvâhid b. Zeyd rahmetullahı aleyh’dir. Bu Allah dostunun en büyük özelliği; Allah Teâlâ’ya karşı yaptığı kusurlardan dolayı çok üzülmesi ve her fırsatta âciz olduklarını sık sık söylemesiydi. Onun bu konuda güzel bir sözü vardı. Şöyle derdi:

“- Bütün insanlığın yaptığı ibadet kadar ibadet yapsak Allah Teâlâ’nın bize verdiği nimetlere karşı gene de tam manasıyla şükrünü yapmış sayılmayız. Ona karşı şükrümüzü yerine getirmiş olamayız. Bizler âciz, zayıf kullarız. O’na karşı her zaman âcizliğimizi  îtiraf etmeliyiz.”

O büyük Allah dostu sevdiklerine  daima şu tavsiyede bulunurdu.

“- Eğer nefsinizde Allah Teâlâ’ya karşı yaptığınız ibadetlerde bir isteksizlik ve tembellik hissederseniz; bir süre yağlı ballı, kuvvetli yemeyi bırakınız. Gıdanız tuz ve ekmek olsun. Oruç tutunuz. Sâlih, vakar sahibi kimselerle oturunuz. Çünkü onların meclisinde çirkin, kötü şeylerden bahsedilmez. Bu şekilde yapmanız, Allah teâlâ’yı hatırlamanızı artırır.”

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 278, Nisan 2009

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.