Neden Bu Haldeyiz?

Müslüman kimlik ve kişilik bozulmasından kaynaklanan ve başarısızlığımızı tetikleyen belli başlı zaaflarımız...

İslam âlemi olarak bugünkü hal-i pürmelalimiz ortadadır. İnsanlığa pek çok konuda önderlik etmiş, örnek bir medeniyet kurmuş bir ümmetin bugün yaşamakta olduğu zaafların sebepleri üzerinde durmak gerekir. Teşhis konmadan tedavi mümkün olmaz.

Kur’an ifadesiyle “vasat ümmet, en hayırlı ümmet, şahit ümmet, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran ümmet” olarak tanımlanan ve tarihte bu vasıfları hakkıyla taşıyan bir ümmet bugün neden bu vasıflardan mahrumdur?

Gördüğümüz kadarıyla problemin asıl sebebi gerçek müslüman kimliğimizin zedelenmesi, düşünce ve aksiyon planındaki dejenerasyondur. Zafer ve hezimet sebepleri dışarıdan ziyade içeride aranmalıdır. Nitekim Mevlâmız da buna işaret etmektedir: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın, doğru yolda olduğunuz sürece sapıkların size hiç bir zararı dokunmaz.” (Maide, 105) Depremden korunmanın çaresi depreme dayanaklı bina yapmaktır. Vahyin inşa ettiği kişilik her türlü sarsıntıya karşı mukavemetlidir. İman, akıl ve ahlâk temeline dayalı kişilik, sağlam ve üstün kişiliktir. Mevlâmız bu hususa da işaret etmektedir. “Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer inanıyorsanız siz daha üstünsünüz.” (Al-i İmran, 139) Bugün yaşadığımız zaafların sebebi iman, akıl ve ahlâk zeminindeki çöküntüdür. Zemini sağlamlaştırmadan güçlü bina kurmak mümkün değildir.

Gerçek müslüman kimlik ve kişilik bozulmasından kaynaklanan ve başarısızlığımızı tetikleyen belli başlı zaaflarımız şunlardır:

1- KUSURU KENDİMİZDE ARAMAK YERİNE BAŞKALARINDA ARAMAK

Bu anlayış bizi komplo teorileri üretmeye sevk ediyor. Yaşadığımız her felakete düşmanlarımızın sebep olduğunu söyleyerek kendimizi aklamaya çalışıyoruz. Durmadan düşmanlarımıza lanet okuyoruz. Mikroplar zayıf bünyeye zarar verir. Bu dünya savaş ve mücadele dünyasıdır. Bozgun; zayıf düşenin kaçınılmaz akıbetidir. Düşmanlar daima olacaktır. Başlangıçta da İslam’ın pek çok düşmanları vardı. Buna rağmen Müslümanlar muzaffer oldular. Onların güçlü iman ve iradeleri sayesinde bu dava gelişip güçlendi. Yenilgiye mazeret aramak yerine yenilgi sebepleri üzerinde durmak gerekir.

2- KENDİMİZİ DEVREDEN ÇIKARARAK KURTULUŞU OLAĞANÜSTÜ İRADELERE HAVALE ETMEK

endimizi devreden çıkararak kurtuluşu olağanüstü iradelere havale etmek.

Başarıda aslolan kişinin bütün imkanlarını ortaya koyması, elinden geleni tam olarak yapıp neticeyi Allah’a bırakmasıdır. Şahsi sorumluluk asıldır. “İnsan için kendi emeğinin karşılığından başka hiç bir şey yoktur.” (Necm, 39)

Başarmak için güçlü ve hazırlıklı olmak gerekir. Mevla’mız da bunu emrediyor. “Allah düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve sizin bilmeyip de Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup caydırabilmemiz için elimizden geldiğince güç-kuvvet ve savaş atları hazırlayın.” (Enfal, 60) Savaş atlarının zikredilmesi, o dönemin en iyi savaş aracı olması sebebiyledir. Bu ifadeyi; çağın gerektirdiği her türlü silahı edinmek şeklinde anlamak gerekir. Ayrıca kuvvet sadece silah değildir. Bilgi, teknoloji, medya, para, moral, iletişim vs. de güç kaynaklarıdır. Dua, himmet ve keramet yatana değil çalışıp çabalayana, ter dökene yarar. Hizmet olmadan himmet olmaz. Mevlâ çalışana verir. Bilenle bilmeyen bir olmadığı gibi çalışanla çalışmayan da bir olmaz. Hz. Peygamber (s.a.v.) hem dua etti hem de fiilen savaştı. “Kuvvet atmaktır” buyurdu. Ok atmak, füze atmak, mermi atmak, ter atmak, mesaj atmak vs. kuvvet kavramına dahildir.

3- SALİH VE MÜTTEKİ KİŞİ OLMANIN BAŞARI İÇİN YETERLİLİĞİNE İNANMAK

Bu sıfatlar bir mümin için elbette vazgeçilmez sıfatlardır. Sadece zararsız olmak yetmez faydalı olmak da şarttır. İbadetleri yapmak, nafilelerle meşgul olmak, teheccüde kalkmak, zikir çekmek, belli sayıda tesbihatta bulunmak elbette güzeldir. Fakat esbaba tevessül etmemek, içinde bulunduğumuz dünya şartlarının gerektirdiği tedbir, plan-program ve faaliyetlerden uzak kalmak şuurlu bir müminin tavrı olamaz. İyi olmak yetmez iyiliğin yayılması, hâkim kılınması da gerekir. İyiliği emretmek, kötülükten vazgeçirmek bu ümmetin asli görevidir. Emretmek için güçlü olmak gerekir, zekat verebilmek için zengin olmak gerekir. Zayıflar emredemez, emir alır. Güçlü mümin Allah katında zayıf müminden daha hayırlıdır. Kişinin salih ve mütteki olması tek başına ilahi yardımı celbetmez. “Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz o da size yardım eder. Size savaşta direnme gücü verir.” (Muhammed, 7)

4- SADECE GEÇMİŞLE ÖVÜNÜP TESELLİ OLMAK

Geçmişimizi elbette unutacak değiliz. Fakat sadece geçmiş başarıyla övünmek mevcut problemleri çözmez. O başarılar bizim için güç ve moral kaynağı olursa işimize yarar. Bugün genellikle yaptığımız budur. Aslolan; ecdadımızın bize bıraktığı eser ve zaferleri korumak, yeni eser ve zaferlerle birlikte gelecek nesillere aktarmaktır. Selahaddin Eyyubi, Alpaslan, Sultan Fatih, Yavuz vs. övünmek, fakat onların gayret, aşk ve heyecanından bir şey taşımamak bir anlam ifade etmez.

İçinde bulunduğumuz şartların gereğini yapmayıp sadece geçmişle kuru kuruya övünmemize dair, “Müslümanların Dünü, Bugünü, Yarını” ismiyle tercüme ettiğimiz kitabında üstat Vahidüd-din Han şunları söylüyor: Bizim “söz kahramanları” Filistin konusunda konuşurlarken genellikle sözlerini şu cümle ile bitirirler; “şüphesiz Filistin bugün, kendisini hürriyete kavuşturacak yeni bir Selahaddin Eyyubi’ye muhtaçtır.” Bu kahramanlar(!) bunu söyledikleri zaman konuşmanın hakkını verdiklerine inanırlar. Gerçek ise; bu tespitin Filistin davası yönünde son derece kısır bir görüşün ifadesi olmasıdır. Bugün Selahaddin gibi bir şahsın doğması Filistin meselesini halletmez. Zira Selahaddin, haçlı seferleri zaman ve şartlarının ortaya çıkardığı bir kahramandır. Doksan sene işgal güçlerinin boyunduruğunda kalan Kudüs’ü kurtardı. Selahaddin 1195 yılında vefat etti. Yaptığı fetihler Batı’nın belini kırdı. Batının Selâhaddin’den ödü kopuyordu. Bu korku o dereceye ulaştı ki, ona karşı koyabilmek için “Selahaddin vergisi” diye bir vergi koydular. Bu verginin miktarı bir Avrupalının senelik gelirinin onda birine tekabül ediyordu. Selahaddin Eyyubi sadece iman ve cesaretten değil, aynı zamanda dönemin üstün askeri gücünden de istifade ediyordu. Gerçek şudur ki; bir insan ne kadar cesaretli olursa olsun çiviyi yumruğuyla duvara çakamaz. Mutlaka bir çekice ihtiyaç duyar. Bizce iman ve kahramanlık nutuklarıyla yetiniyoruz. Halbuki tek başına cesaret, asrın kuvvetleriyle silahlanmadıkça galibiyet sebebi olamaz. Sadece geçmişle övünme, söz tufanlarıyla duygular coşturan hatipler ve şairler türetti. Şayet objektif olabilseydik sadece geçmişle övünüp düşmanlara lanet okumak yerine Japonlar gibi elbirliğiyle geleceği inşa faaliyetlerine girişirdik.

5- ŞEKİLCİLİK VE TAASSUP 

Başarısızlığımızın önemli sebeplerinden birisi de şekle takılıp kalmak, lafızları esas alıp manalara nüfuz cihetine gitmemektir. Halbuki aslolan lafız ve kalıplar değil mana ve hikmetlerdir. İmam Ahmed el-Karâfi, Furûk adlı eserinde: “Ömrün boyunca kitaplardaki satırlara takılıp kalma, donmuş bir anlayışla rivayetlere takılıp kalmak dinde sapıklık, İslam alimlerinin ve selefin maksatlarından gafil olmaktır.” diyor. (Furûk, s. 176-177) İlmî çerçeve içinde kalmak şartıyla ve keyfilikten uzak olarak dini metinlerin yorumlanması maslahata daha uygundur. Taliban anlayışıyla başarıya gitmek mümkün değildir.

Mevla’yı gücendirici ve Rasûlullah’ı incitici mevcut tablodan kurtulmak, Allah’a gerçek manada kul, Rasûlüne ümmet olabilmek için şahıs olarak kendimizden başlamak üzere topyekûn bir inşa, akıl ve gönül planında yeni bir yapılanmaya gitmek zorundayız.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, 370. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.