Naz ve Niyaz Makamı

Naz ve niyaz makamları ne demektir? Naz ve niyaz makamlarının mahiyeti nedir? Tasavvufta naz ve niyaz makamları.

Naz makâmı, Allah sevgisinde ilerleyip manevî bir neş’eye kavuşan velîlerin Cenâb-ı Hak ile samimî ve şakalaşır gibi konuşmaları, serzeniş ve cilveleridir.

Allah ile dostluğu ilerletmiş olan tasavvuf büyüklerinden bazıları naz, bazıları ise niyâz makâmında bulunurlar. Niyâz yani istek makâmı, sevenlerin hâline uygundur. Çünkü seven kişi, yani âşık sevgilisinden sürekli talepte bulunduğu gibi, Allah’ı seven kişi de ondan Cennet’ini, cemâlini vs. ister, duâ ve niyâz eder. Naz ise, seven değil, sevilen kişilerin hâlidir. Bir kişi, başkası tarafından sevildiğini fark edince gelin adayı gibi nazlanır. Cenâb-ı Hak tarafından sevildiğini düşünen, bunu fark eden velîlerde bu naz makâmı oluşur. Allah ile samimi, şakalaşır gibi konuşurlar. Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allah onları (mü’minleri) sever, onlar da Allah’ı severler” (Mâide, 5/54) buyrulmaktadır. Demek ki bu sevgi aslında iki yönlüdür. Ancak sevildiğini hisseden kişilerde tabiî olarak nazlanma hâli öne çıkar.

“BENİM EVİM SEN’SİN”

Tasavvuf tarihinde naz ma­kâ­mında Allah ile konuşup şakalaşan sûfîlerin başında Ebu’l-Hasan Harakânî gelmektedir. Kendisinden bu konuda nakledilen bazı rivâyetler şunlardır:

Harakânî şöyle demiştir: Cenâb-ı Hak bana bir kapı araladı, O’nun şöyle dediğini duydum: “Ben gökteki ve yerdeki herkesin günahını affederim, sadece beni sevdiğini iddia eden kişiyi affetmem.” Dedim ki: “Senden af yoksa, benden de (seni sevdiğim için) pişmanlık yoktur. Sen vur, biz de vuralım. Söylediğimiz sözden dolayı pişman değiliz.”2

Harakânî şöyle demiştir: “(Allah Teâlâ’ya) dedim ki: Beni Cennet ile ümitlendirme, Cehennem ile de korkutma. Bu ikisi, diğer insanların mekânıdır. Benimki (benim sığınağım, evim) ise Sen’sin.”3

Harakânî dedi ki: “Bir ara Cenâb-ı Hak süslü Cennet’i Ebu’l-Hasan’ın önüne getirdi. Ebu’l-Ha­san (Harakânî) Allah’a yöneldi ve: Bunu satın alacak değilim, bana Sen lâzımsın, dedi.”4

Ebu’l-Hasan Harakânî hazretleriyle benzer karakter ve meşrebdeki sûfîlerden biri de Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr’dır. Şeyh Ebû Saîd’in meclisinde Mâverâünnehir’den gelmiş olan birisi: “Cehennem’in yakıtı insanlar ile taşlardır” (Tahrîm, 66/6) âyetini okudu. Azap âyetleri hakkında fazla konuşmamak şeyhin âdeti idi. Dedi ki: “Yâ Rab! Mâdem ki katında taş ile insanın değeri birdir, Cehennem’i taşlarla tutuştur da bu zavallıları yakma!”5

DUALARI REDDEDİLMEYEN KİMSELER

Cenâb-ı Hakk’ın çok sevdiği nazlı kullarının duâlarını reddetmeyeceği hadis-i şerifte ifade edilmektedir: “Saçı başı dağınık olduğu, eski elbiseler giydiği için kendisine önem verilmeyen öyle kimseler vardır ki, şöyle olsun diye duâ etseler Allah isteklerini geri çevirmez…” (Tirmizî, Menâkıb, 55) Baba Ferîd lakaplı Ferîdüddin Genc-i Şeker Hazretlerinin: “Yıllarca Hak Teâlâ ne derse Ferîd onu yapıyordu. Şimdi Ferîd ne derse Hak Teâlâ onu yapıyor”6 şeklindeki sözü de naz makâmına ulaştıktan sonra duâlarının çoğunlukla kabul edildiğini ifade etmektedir.

Râbi’atü’l-Adeviyye’nin hacca giderken merkebinin ölmesi üzerine: “Allahım! Padişahlar âciz bir kadına böyle mi yapar? Beni evine davet ettin, ama yarı yolda merkebimi öldürdün, beni çölde yapayalnız bıraktın.” diye serzenişte bulunması da nâz ehlinin cezbe ve istiğrak hâlindeki tavırlarına örnek gösterilebilir.7

Cüneyd-i Bağdâdî naz makâ­mını şöyle anlatır: “Kul öyle yü­ce bir yere erer ki ulu Allah’ın kendisini sevdiğini idrak eder. O zaman kul, zorunlu olarak Allah’a hitaben: “Yâ Rab! Senin üzerindeki hakkıma and olsun ki! Nezdindeki makâmıma ve itibarıma yemin ederim ki! Senin bana olan sevgine and içerim ki!” der. “Bunlar öyle bir zümredir ki, ulu ve yüce Allah’a karşı naz ederler, Onunla dostluk ve içtenlik halinde bulunurlar. Aziz ve Celil olan Allah’la aralarındaki resmiyet ortadan kalkmıştır. Bunun so­nucu olarak halk nazarında kötü sayılabilecek sözler söylerler.”8

NAZ MAKAMINDA AŞK

Henüz Allah ile muhabbeti ilerletmeden ve naz makâmına ulaşmadan taklid yolu ile naz ma­kâ­mındaki velîlerin sözlerine benzer sözler söylemek doğru değildir. Belki de bu sebeple, Mevlânâ Celâleddin Rûmî gibi bazı sûfîler naz makâmındaki konuşmaları uygun görmemişlerdir. Mesnevî’de şöyle der:

“Fakat nice naz vardır ki o naz suç olur. Kulu padişahın gözünden dü­şürür.

Nazlanmak, nazlanana şekerden daha tatlı gelirse de, şekeri az çiğne. Yani nazlanmayı ara sıra yap ki, yüz türlü tehlikesi vardır.

Niyaz, yani yalvarış yolu emin bir yoldur. Sen nazı bırak da, niyaz yoluna git.

Nice nazlananlar vardır ki kol kanat çırparlar. Ama işin sonunda bu nazlanış, nazlanana suç olur.”9

NAZ MAKAMI ŞİİRİ

Hz. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr’deki gazellerinden birinde de şöyle der:

“Sen naz makâmında değilsin, yürü naz yapma,

Meyve olgunlaşmadan ağaçtan koparma!”10

Ma’rûf Kerhî de naz değil, niyâzı tercih eden sûfîlerdendir. Şöyle diyor: “Sûfî bu âlemde konuktur, misâfirdir. Konuğun nazı ise ev sahibine cefâdır. Edepli misâfir kendisine verilecek nimetleri bekler, naz ve iddiaya kalkışmaz”.11

Netice olarak, naz makâmı, Allah sevgisinde ilerleyip manevî bir neş’eye kavuşan velîlerin Cenâb-ı Hak ile samimî ve şakalaşır gibi konuşmaları, serzeniş ve cilveleridir. Naz makâmındaki sözleri okuyup dinlemek, yolun başındaki ve ortasındaki dervişlerin gönlüne bir muhabbet ateşi atıp onlara muhtemelen faydalı olacaktır. Ancak naz makâmına erişmeden büyük zâtları taklid ile bu tarzda sözler söylemek tasavvufî âdâba ve tevâzuya uygun değildir. Allah’ın rahmetinden çok azâbını, Cennet’inden çok Cehennem’ini duyarak büyüyen çocuklarda Allah sevgisi değil, Allah korkusu gâlip olur. Bu kişiler naz makamındaki velîlerin sözlerini okuyup dinledikçe, gönüllerinde muhabbetullah artacaktır. Niyâzında samimi olanları Cenâb-ı Hak naz makamına da eriştirir.

Dipnotlar: 1) Marmara Ün. İlahiyat Fakültesi, İstanbul. 2) Muhammed Rızâ Şefî’î Kedkenî, Nevişte ber Deryâ: Ez Mîrâs-ı İrfânî-yi Ebu’l-Hasan-ı Harakânî, Tahran 1384 hş./ 2006, s. 45; benzeri için bk. Ferîdüddin Attâr, age, s. 687. 3) Kedkenî, age, s. 46. 4) Kedkenî, age, s. 46. 5) Muhammed b. Münevver Meyhenî, Esrâru’t-tevhîd (nşr. M.R. Şefî’î Kedkenî), Tahran 1381 hş./ 2002, I, 274. 6) Dârâ Şükûh, Hasenâtül-ârifîn, Tahran 1352 hş./1973, s. 41). 7) Ferîdüddin Attâr, age, s. 74. 8) Ferîdüddin Attâr, Tezkiretül-evliyâ, s. 427. 9) Mevlânâ, Mesnevî, (nşr. Tevfîk H. Sübhânî), Tahran 1378 hş., s. 661 (c. 5, beyit: 543-546). 10) Mevlânâ, Külliyyât-ı Şems-i Tebrîzî (nşr. Bedîuzzamân Fürûzânfer), Tahran 1376 hş., s. 779 (no. 2079). 11) Abdurrahman Câmî, Bahâristân ve Resâil-i Câmî (nşr. A’lâhân Efsahzâd ve dğr.), Tahran 1379 hş./2000, s. 27.

Kaynak: Necdet Tosun, Altınoluk Dergisi, Sayı: 381

İslam ve İhsan

NAZ VE NİYAZ NEDİR? NAZ MI, NİYAZ MI?

Naz ve Niyaz Nedir? Naz mı, Niyaz mı?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.