Nasihat Kabul Etmeyen Kalpler

Nef­sâ­nî iş­ti­hâ­lar­dan baş­ka bir ta­le­bi kal­ma­mış ölü kalp­le­re sa­hip kimselerin dün­ya­da ye­mek, iç­mek, gel­geç sev­dâ­lar­la ömür tü­ket­mek­ten baş­ka bir mak­sat­la­rı yok­tur.

Şeyh Sâdî’nin Gülistan isimli eserinde naklettiği şu hâdise, söylenen bir sözün muhtevâsı her ne kadar hikmet dolu da olsa, ölü bir kalbe sahip kimselerin bu hikmet deryasından bir katre bile nasipdâr olamayacaklarını pek veciz bir şekilde ifâde etmektedir:

“Bir ticaret kervanı, büyük kazanç elde etmiş olmanın huzur ve neş’esi içerisinde ülkelerine dönmekte idi. Bunu haber alan bir grup eşkıya, onlara baskın yapmak için bekliyordu. Kâfile iyice yaklaştığında, insanlık haysiyet ve şerefine vedâ etmiş olan bu yağmacılar, kokuşmuş bir leşe üşüşen sinekler gibi gizlendikleri yerlerden çıkarak tüccarların bütün mallarına el koydular. Bu zâlimâne hâdise, tüccarların yüzlerindeki tebessümü ve gönüllerindeki huzûru bir anda yok etti. Öyle ki ne yapacaklarını bilemediklerinden, yağlı kâğıtta mürekkebin durmadığı gibi hayır ve iyiliğin de gönüllerinde karar kılmadığı o eşkıyalara:

GÜZEL SÖZÜN TESİR ETMEDİĞİ KALPLER

«–Allah aşkına, Peygamber aşkına bize bu zulmü yapmayın. Şâyet azıcık vicdânınız varsa, bizlere acıyın da bu zulmü bize revâ görmeyin.» diyerek yalvarmaya başladılar. Lâkin bütün bu ağlama, sızlama ve ricâlar, vicdanları zindana dönmüş olan bu eşkıya gurubuna hiç tesir etmedi.

Takdîr-i ilâhî Lokman Hakîm de o kervan halkının arasında bulunmaktaydı. Bütün malı elinden alınmış olan tüccarlardan biri onun yanına geldi ve boynunu bükerek şöyle söyledi:

«–Ey Üstâd! Senin her sözün hikmet doludur. Hikmet, gönülleri intibâha getirir. Senin gönül açan sözlerinle bu taş kalpli insanlar olur ki yumuşar. Sen bunlara hakîmâne bir söz söyle, biraz vaaz ve nasihatte bulun. Belki insafa gelirler. Hiç yoksa mallarımızın bir kısmını bize bıraksınlar. Hepsini alıp götürürlerse mahvoluruz. Bizlere hepten yazık olur.»

Lokman Hakîm ise, o eşkıyaların vîrâneye dönmüş olan gönül dünyalarına hikmet gözüyle daha evvel nazar etmiş olduğundan, o tüccara şu mânidar cevâbı verdi:

«–Asıl onlara söylenecek hakîmâne sözlere yazık olur. Paslı bir demirin pasını cilâ ile gidermek mümkün değildir. Demir çivinin, taşa girmesi ve taşı delmesi mümkün olmadığı gibi, kara kalpli, zindana dönmüş, vicdânını yitirmiş bir kimseye nasihat etmenin de bir faydası yoktur!..»”

Nitekim nef­sâ­nî iş­ti­hâ­lar­dan baş­ka bir ta­le­bi kal­ma­mış böy­lesi ölü kalp­le­re sa­hip kimselerin, dün­ya­da ye­mek, iç­mek, gel­geç sev­dâ­lar­la ömür tü­ket­mek­ten baş­ka bir mak­sat­la­rı yok­tur.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Yolculuğu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.