Namazla Diriliş

Hiç kuşkusuz namaz, İslam şiarları arasında çok özel bir yere sahip bulunmaktadır. İslam dini, inançta tevhitle, ibadette de namazla diğer inanç ve dinlerden ayrılır.

Hiç kuşkusuz namaz, İslam şiarları arasında çok özel bir yere sahip bulunmaktadır. İslam dini, inançta tevhitle, ibadette de namazla diğer inanç ve dinlerden ayrılır. Önceki hak dinlerde de emredildiğini Kur’an’dan öğrendiğimiz namazın bugün sadece İslam’da asli hüviyetiyle bulunuyor olması, namazın önemini bizim için daha da artırmakta; namaz bizim için ayrı bir anlam daha kazanmaktadır. Namaz, sadece ezanı, camisi ve cemaatiyle değil, en ince ayrıntısına kadar bütün ahkâmıyla Müslümanların Cenâb-ı Hak’la ve onun gönderdiği son dini İslam’la sağlam bağlarının da bir göstergesidir. Allah Teâlâ, ısrarla kullarından namazı “hakkını vererek” (Bakara, 2; Nur, 56; Hacc, 41, 78) kılmalarını istemiştir. Tabii bu (hâşâ) Allah Teâlâ’nın namaza olan ihtiyacından değil, kulların dünya sürecini başarıyla geçip ahirette gerçek saadete ulaşmalarında namazın çok önemli ve çok faydalı olmasından, dolayısıyla O’nun (c.c.) rahmetinden kaynaklanan bir istektir. Hz. Peygamber (s.a.s.) namazın Allah katındaki hassas yeri ve değerini en iyi bilen olduğundan olsa gerek ki namaz için “gözümün nuru”  (İbn Hanbel, Müsned, XIX, 307)  buyurmuştur.

Allah Teâlâ’nın mutlak bir şekilde “ikame edilmesini” emrettiği namazın nasıl kılınacağı, namaza nasıl özen gösterileceği, namazla ilgili nelere dikkat edileceği vb. ayrıntıları öğretmek, Resulü Hz. Muhammed’e (s.a.s.) bırakılmıştır. O (s.a.s.), “namazı, beni nasıl kılıyor görüyorsanız öylece kılın” ( Buhari, Ezan, 18) buyurmuş, gerektiğinde namazı ayrıntıları ile ashabına anlatıp göstermekten üşenmemiş, namazı ashabının gönlüne ilmek ilmek dokumuştur. Namazı Hz. Peygamber’den (s.a.s.) öğrenen ashab-ı güzînin gözünde artık namaz, en önemli hayat unsurlarından biri olmuştur. Kur’an’da namazı gören, Hz. Peygamber’den (s.a.s.) namazı öğrenip onun namaza düşkünlüğünü bizzat tecrübe eden ashap, namaza sımsıkı sarılmışlardır. Onlar namazı hayatla bütünleştirmişler, ebedi kurtuluş ve kazanç yolunun namazdan geçtiğini tam olarak idrak etmişlerdi. Allah Teâlâ Kur’an’da; “Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar” (Nur, 37) buyurunca, onlar bu ilahi buyruğa tam bir teslimiyetle karşılık vermişlerdir. Allah Teâlâ Kur’an’da; Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler” (Hacc, 41) buyurduğunda da bu emre tereddüt göstermeden “lebbeyk” diye karşılık vermişlerdir. Savaşta bile namazın kılınması gerektiğini ( Nisa, 102) öğrenmişlerdi.

Namaz onlar için bir diriliş olmuştu. Ölüm uykusundan uyanış, şeytanın ve avânesinin ördüğü ağları parçalayış, nefsin tuzaklarından kurtuluş olmuştu. Onlar için namaz her türlü rezillik ve zilletten en yüce erdem ve faziletlere yükselişin adı olmuştu. Tekbirle şeytanı kovuyor, kıyamda itaatini gösteriyor, rükû ile huzur buluyor, secde ettikçe Allah Teâlâ’ya yaklaşıyorlardı. Namaz ahireti hatırlatıyor, hesap gününe işaret ediyor, dönüşün Cenâb-ı Hakka olacağını idrak ettiriyordu. İşte onlar İslam’la böylesine bir yola girmişler ve bu yol da onlara maddi-manevi bütün kapıları ardına kadar açmıştı. Dönemin en büyük süper güçleri onlara boyun eğmek, onlara saygı göstermek durumunda kalmışlardı.

Namaz onlara zillet değil izzet, tembellik değil gayret, korkaklık değil cesaret; hüsran değil başarı getirmişti. Onlar sadece yüzeysel ve şekilsel bir namaz kılmakla kalmamışlar; namazla ahlakları güzelleşmiş, hayata bakışları anlam kazanmış, ahiret duyguları güçlenmiş ve namaz sayesinde artık Allah (c.c.) onlara her şeyden daha sevgili olmuştu. Allah ve Resulünü, Allah’ın dinine hizmeti, insanlara yardımcı olmayı her şeyden daha çok sever olmuşlardı. Onları İstanbul’da, Kafkaslarda, Kudüs’te, Afrika’da dünyanın dört bucağında insanlığı, adaleti, merhameti, paylaşmayı ve özgürlüğü öğretirken görüyordunuz. Onlar namazla diriliyor, diriltiyor ve kötülükleri namazla yeniyorlardı. Onlar secde ettikçe şeytan kahroluyor, onlar kıyama kalkınca dünya ve nimetleri onların önüne diz çöküyordu. Ne gaflet onlara yerleşebiliyor ne de tembelliğe fırsat bulabiliyorlardı. Onlar dünyanın yalancı gülümsemesine, nazına, değil, ahiretin samimi gerçeklerine ram olmuşlardı. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) onların gözlerini açmış, doğru yolu onlara sadece sözlerle değil, bizzat yaşantısıyla da göstermişti. Onlar da onun (s.a.s) yaşantısını, ahlakını kendilerine rehber edinmişler, onu kendilerine örnek kabul etmişlerdi. Her ilmeği samimiyetle dokunmuş bir aşk yolculuğuydu onların ki… O aşka ne ağaçlar ne hayvanlar ne de dağlar tepkisiz kalabiliyordu. O aşk karşısında yol vurucular da çaresizdi. Onlara dünyalık teklif edildiğinde “bize daha iyisi teklif edildi” diyorlardı. Onlar namazı koruyunca namaz da onları koruyordu.

Onlar namazla sevmeyi, sevilmeyi, bir olmayı, ortak hareket etmeyi, duayı da öğrenmişlerdi. Zira onlar namazla kendilerini Allah’ın huzurunda hissediyorlar, bizzat O’nun huzurunda kulluklarını ve acizliklerini gösterip isteklerini doğrudan O’ndan (c.c.) isteme fırsatı buluyorlardı. O’nun huzuruna çıktıklarında masivâ anlamını yitiriyordu. Her gün biraz daha güzel kulluk yapmak için çırpınıyorlar; Allah’ın dinine en küçük bir hizmeti bile en büyük kazanç biliyorlardı. Allah’ın hoşuna gidecek davranışlara can atıyorlardı. Ana-babalarına şefkat kanatlarını geriyor, akrabalık bağlarını güçlendiriyor, fakir fukarayı gözetiyor, hastaya, cenazeye, yaşlıya, dula, yetime karşı duyarlılıkları daha da artıyordu.

Evet, onlar namazı Rasülüllah’tan (s.a.s.) öğrenmişler, namazla dirilmişlerdi. Adalet, temizlik, ilim ve güzel ahlaka dayanan yüksek bir medeniyeti de insanlığa böylece armağan edebilmişlerdi.

Diyanet Haber

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.