Namazın Kabul Şartı: Huşû

Namazdaki huşû hâli o derecede mühimdir ki, kul, ona riâyeti nisbetinde muâmele görür.

Namazın zâhirî tarafını “fıkıh” tanzîm eder. Fıkıhsız bir namaz mümkün değildir. Ancak huşûdan uzak, darmadağınık bir kalb ile de namaz mûteber olamaz. Dolayısıyla namazın zâhirini tanzîm eden fıkhî kaideler, kalb âlemini tezyîn eden mânevî kâidelerle bir araya geldiğinde ancak mûteber ve makbul bir namaz kılınabilir. Kalb âleminin tezyîni ise, Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulan tezkiye (arınma) sırrını gerçekleştirmekle mümkündür. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Nefsini tezkiye eden (temizleyen) kurtuluşa ermiştir.” (el-A’lâ, 14)

Bu mânevî terbiye namaz için son derece mühim bir husustur. Zîrâ Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’de namazın farzları, vâcibleri ve rek’at sayısı üzerinde durmamasına mukâbil, huşû, ihlâs ve huzûr hâlinin ehemmiyetini ve bu hâlin bütün hayata şâmil olmasını husûsan ve defaatle beyân buyurmaktadır. O hâlde namazın mânevî tarafına âid hissiyât, âdâb ve erkân, musallînin riâyet edeceği en mühim husustur. Zîrâ âyet-i kerîmede:

“Namazlarında huşû içinde olan mü’minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.” (Mü’minûn 1-2) buyurulmaktadır.

Hadîs-i şerîfte buyurulur:

“Kim ki abdestini güzelce alır, namazını vaktinde kılar, rukû ve secdesini tamamlar, huşûuna riâyet eylerse, (namazı) beyaz ve parlak (bir nûr) gibi yükselir ve (namaz kılana): «–Benim hakkıma riâyet ettiğin gibi Allâh da seni korusun!» diye seslenir. Kim de abdestini güzel almaz, namazı vaktinde kılmaz, rukû, secde ve huşûuna riâyet etmezse, (namazı) siyah ve karanlık (bir cisim) olarak yükselir ve: «–Beni zâyi ettiğin gibi Allâh da seni zâyi etsin!» der. Tâ ki, Allâh Teâlâ’nın dilediği yere gittikten sonra bir paçavra gibi dürülür ve adamın suratına çarpılır.” (Taberânî)

Bahâeddîn Nakşibend -kuddise sirruh-’a sordular:

“–Bir kul, namazda nasıl huşûa erer?”

O da cevâben:

“–Dört şeyle, buyurup şunları beyân etti:

1. Helâl lokma,

2. Abdest sırasında gafletten uzak durmak,

3. İlk tekbîri alırken kendini huzûrda bilmek,

4. Namaz dışında da Hakk’ı aslâ unutmamak, yâni namazdaki huzûr, sükûn ve mâsiyetten uzakta durma hâlini namazdan sonra da devâm ettirebilmek.”

Namazdaki huşû hâli o derecede mühimdir ki, kul, ona riâyeti nisbetinde muâmele görür. Hadîs-i şerîflerde buyurulur:

“Kişi namazı bitirince, kıldığı namazın sevabından kendisine ya onda biri, ya dokuzda biri, ya sekizde biri, ya yedide biri, ya altıda biri, ya beşte biri, ya dörtte biri, ya üçte biri, ya da yarısı verilir…” (Ebû Dâvûd, Salât, 124)

“Çok kimseler var ki, kıldığı namazın, altıda, hattâ onda biri bile kendisi için yazılmaz. Ancak bilerek huzûr ile kıldığı kısmı yazılır.” (Ebû Dâvûd, Nesâî)

Yâni kul için ancak bilerek ve huzûr ile kıldığı namazın sevâbı vardır.

Gerçek musallîler, namaz için kalktıklarında onu lâyık-ı vechile edâ edip rızâ-yı ilâhîye nâil olma istikâmetinde gönüllerini Rabblerine bağlar, namazdan başka hiçbir şeyle meşgul olmazlar, bütün dış alâkalardan sıyrılırlar ve rûhânî duyuşlar içinde namazı ikâme ederler. Gözlerini secde yerine dikerler ve ilâhî müşâhede altında olduklarını pek derinden hissederek mânevî bir haz içinde âdetâ kendilerinden geçerler.

Bu hâl, hiç şüphesiz kalb-i selîme ermiş ihlâslı kulların hâlidir. Yâni huşû bir bakıma ihlâsın meyvesidir. Zîrâ ihlâs, kulu samîmiyet ve huşû sahibi yaparak Allâh indinde pek yüksek derecelere erdirmenin yanında ilâhî muhâfaza vesîlesi olur. Hadîs-i şerîfte:

“İhlâslı kişilere müjdeler olsun ki, onlar nûr-i hidâyettirler. Onlardan dolayı en şiddetli fitneler yok olur gider.” (Fezâil-i A’mâl, 285-286) buyurulmuştur.

Kaynak: İslam İman İbadet, Osman Nuri Topbaş

NAMAZ ÇOK MÜHİMDİR

NAMAZ VE HİKMETLERİ

CEMAATLE NAMAZIN FAZİLETİ

BEŞ VAKİT NAMAZ NASIL KILINIR? (TÜM NAMAZLAR)

NAMAZI HUŞÛ İLE VE TAM OLARAK KILMAK

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.