Namazda Vücûduna Ok Sapla!

Âmir bin Abdullâh, namaza durduğunda dış dünyâ ile bütün alâkası kesilir ve mâsivâ ile alâkalı hiçbir şey onun namazdaki huşûunu bozamazdı. Ve: “Namazda başkalarının söz ve hareketlerinin farkına varmaktansa, vücûduma ok saplanmasını tercîh ederim.” derdi.

 Hak dostlarından biri anlatıyor:

“Zünnûn-i Mısrî’nin arkasında bir ikindi namazı kıldım. O mübârek velî kul, «Allâhü Ekber» dediği zaman “Allâh” zikrinin onun üzerinde öyle büyük bir te’sîri oldu ki, sanki bedeninde can kalmadı. Öylece dondu kaldı. «Ekber» dediği zaman da onun aldığı tekbirin heybetinden benim kalbim parça parça oldu.”

Âmir bin Abdullâh, namaza durduğunda dış dünyâ ile bütün alâkası kesilir ve mâsivâ ile alâkalı hiçbir şey onun namazdaki huşûunu bozamazdı. Ve:

“Namazda başkalarının söz ve hareketlerinin farkına varmaktansa, vücûduma ok saplanmasını tercîh ederim.” derdi.

Bugün ashâbın ve tabiînin kıldığı namaz iklîmine giremeyenler, namazdaki lezzet ve hazza o kadar yabancı kalmış vaziyettedirler ki, onun bu üstün mâhiyeti hakkında şüpheye dahî düşmektedirler. Düşünmüyorlar ki, gaflet yerlerinde dahî insanlar, aldıkları fânî ve süflî boş hazlarla sabahlayabiliyorlarken onlardan sonsuz kere sonsuz üstün olan mânevî hazlarla gönüller niye sabahlamasın? Ancak bu hazzı tadamayanlara bunu anlatabilmek elbette zordur. Gaflete dûçâr kimseler, insanın, gel-geç sevdâlar ve fânî sevgililerle sohbetin hazzı karşısında her şeyi unuttuğuna inanırlar da, sevgililer sevgilisi olan Cenâb-ı Hakk’la sohbet derecesindeki namazın hazzını idrâkten uzak düşerler. Bu hâl, ne büyük bir gaflet ve ne acı bir mahrûmiyettir.

Halbuki gerçek namaz, kulu, mârifetullâh, şükür ve samîmî kulluğun kemâline ulaştırır. Bunun için namazın îfâsı, gönlü muhabbetullâh ile dopdolu olarak sarsılmaz îmâna ermiş kimselere kolay gelir; müstesnâ bir haz ve lezzet hâli yaşatır. Bu itibarla onlar, zâhiren ve bâtınen bir an bile namazdan ayrılamazlar. Veysel Karânî Hazretleri, namaza durduğu zaman ondan ayrılmak istemez ve ancak beşerî hâcetleri dolayısıyla namaza ara verirdi. Bir defasında kendisini ziyârete gelen bir kimse hayli bir zaman onun namazdan fâriğ olmasını beklemişti. Fakat onun her selâm verişinden sonra tekrar namaza durması üzerine kendi kendine:

“–Ey gönül! Hazret’i kendisinden istifâde için ziyârete geldin. İşte onun yüksek hâli; serâpâ nasîhat dolu derûnî bir lisân hâlinde! Artık zâhirî bir söze ne hâcet! Onun şu hâlinden kendin için gerekli dersi çıkarabilirsen, bu sana ömrün boyunca yeter!” dedi.

Bu hâl, o kişiye sözsüz, kelâmsız ve sırlı bir sükût içinde feyyâz bir sohbet oldu. Böylece o kişi, bu in’ikâs ve insibâğ (mânevî boyanma) neticesinde gönlünü dolduran huzûr ve sükûn ile iktifâ ederek oradan ayrıldı.

Ancak bu hâlden mahrum olanlara gelince Cenâb-ı Hakk, onların hâlini de şöyle bildiriyor:

“… Şüphesiz, o (namaz), Allâh korkusu olanlardan başkalarına ağır gelir.” (el-Bakara, 45)

Burada şu hakîkati de belirtmelidir:

Büyük ehlullâhın ve sâlihlerin namazda kazandıkları üstün seviyelerine ulaşmak mümkün değilse de, gönüllerimizin istîdâd ve kâbiliyeti nisbetinde samîmiyet ve gayret göstermelidir. Şeytan bazen «böyle gafletle namaz kılmaktansa hiç kılmamak daha iyidir» diye vesvese vererek insanı tehlikeden tehlikeye sürükler. Tuzağa düşürür. Dolayısıyla böyle bir düşünce helâke sebeptir. Düşünmeli ki, hiç kılmamaktansa böyle kılmak daha iyidir. Aradaki fark büyüktür. Namaz kılmayan hep zarardadır. Fakat eksik de olsa namaz kılan kimse, an gelir ilâhî bir lutfa nâil olup Hakk indinde makbûl, şâyân-ı takdîr-i Hüdâ makâmında namazlar kılabilir. Ömrümüzde bir kere olsun dünyâdan sıyrılarak böyle bir namaz kılabilirsek, Allâh’a arzetmeye yüzümüz olur.

Kaynak: İslam İman İbadet, Osman Nuri Topbaş

NAMAZ ÇOK MÜHİMDİR

NAMAZ VE HİKMETLERİ

CEMAATLE NAMAZIN FAZİLETİ

BEŞ VAKİT NAMAZ NASIL KILINIR? (TÜM NAMAZLAR)

NAMAZI HUŞÛ İLE VE TAM OLARAK KILMAK

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.