Namaz Neden Dinin Direğidir?

Rabbimizin buyrukları ve Rasûlullah Efendimiz’in hadis-i şerifleri namazın neden dînin direği olduğunun en güzel yanıtı. İşte o ayet ve hadislerle namaz.

Îman ile şereflenen bir kimse için en önemli ibadet, namazdır. Makbul bir namaz, kulu, Rabbe yakınlık iklîmine götüren muhteşem bir ibadettir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayatı da, “Secde et ve yaklaş!” (el-Alâk, 19) emrine ittibâ çerçevesinde dâimâ namazla şekillenmiştir.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, vakti girdiğinde, Cenâb-ı Hak ile mülâkat olan namaz için âdeta hayatı durdurmuşlardır. Namazlarını dâimâ ilk vaktinde ve cemaatle kılmaya büyük îtinâ göstermiş ve bunu ümmetine de ısrarla tavsiye etmişlerdir. Nübüvvetin gelmesiyle birlikte hemen namaz da emredilince, daha ilk günden itibâren Hazret-i Hatice ve Hazret-i Ali -radıyallâhu anhumâ- ile birlikte cemaat olmuşlardır. Mekkeli müşriklerin zulümlerine muhatap olmamak ve namazlarını huzur içinde kılabilmek maksadıyla da Mekke’den uzaklaşıp tenha vâdilere gitmişler ve namazlarını oralarda edâ etmişlerdir.

PEYGAMBERİMİZ'İN -sallâllâhu aleyhi ve sellem- KILDIĞI NAFİLE NAMAZLAR

Yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gün ve geceleri, farzların hâricinde devam ettiği pek çok nâfile namazlarla da feyizlenmiştir.

Mesela farzlardan önce ve sonra kıldığı sünnet namazları, sabah namazından sonra kıldığı İşrak namazı, güneşin harâreti artmaya başlayınca kıldığı Duhâ namazı, akşam namazından sonra kıldığı Evvâbîn namazı, yatmadan evvel kıldığı dört rekât namaz, gün içinde abdest tâzeledikçe kıldığı Vudû namazı, her mescide girdiğinde kıldığı Tahiyyetü’l-mescid namazı, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalb-i saâdetlerinin dâimâ namaz hâlinde olduğunun bir göstergesidir.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bilhassa Teheccüd namazını, geceleri uzun uzun kılmış ve seferlerde dahî aslâ terk etmemiştir. Hazret-i Âişe vâlidemizin bildirdiğine göre, teheccüd namazlarında kıyamda durmaktan Efendimiz’in ayakları şişer ve secde yeri gözyaşlarıyla sırılsıklam olurdu.

Efendimiz’in namaz ile münâsebeti bunlarla da sınırlı değildir. Bunun dışında Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sefere çıkarken ve sefer dönüşlerinde de mutlakâ namaz kılmış, bu yolculukları esnâsında da devesinin üzerinde uzun uzun ibadet etmeyi ihmal etmemiştir.

Bunlara ilâveten Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sevindiğinde, güzel bir haber aldığında veya duâsı kabûl edildiğinde, Allâh’ın bu ihsânına şükür için secdeye kapanmış ve namaz kılmışlardır.[1] Kur’ân-ı Kerîm’de secdeden bahseden bir âyet-i kerîme okuyunca hemen secde etmişlerdir. Üzücü bir şeyle karşılaştığında veya kederlendiğinde, yine namaz ile tesellî bulmuşlardır.[2]

Güneş ve Ay tutulması, zelzele gibi fevkalâde hâdiseler, yani ilâhî azametin müstesnâ tecellîleri karşısında,[3] Allah’tan bir hâcetini taleb edeceğinde yine namaz kılmışlardır. Kuraklık olduğunda istiskā namazı, zaman zaman da tesbih namazı kılmışlardır. Bir işe karar vereceği zaman istihâre namazı kılarak Cenâb-ı Hak’tan her işin hayırlısını istemişlerdir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ramazân-ı Şerîf’te de uzun uzun terâvih namazı kılmışlardır.

Peygamberimiz bütün bu namazları da ağır ağır, büyük bir huşû ile ve tâdil-i erkâna riâyet ederek edâ etmişlerdir. Kimin huzurunda olduğunun idrâki içerisinde kendilerini tamamen namaza vermişlerdir.

Sahâbeden Abdullah bin Şıhhîr -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’in namazdaki huşû hâlinden bir manzarayı şöyle tasvir etmektedir:

“Bir keresinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Ahmed, IV, 25, 26)

KURTULUŞA ERMEK İÇİN NAMAZ

Cenâb-ı Hak, kullarından huşû içerisinde, yani kalp ve beden âhengi ile îfâ edilen bir namaz istemektedir. Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulmuştur:

“Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir; onlar ki namazlarında huşû içindedirler…” (el-Mü’minûn, 1-2)

Bunun yanında kalpleri huşûdan mahrum olarak sırf sûret muhtevâsında namaz kılanlar hakkında Cenâb-ı Hak:

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazı gâfilâne kılarlar.” (el-Mâûn, 4-5) buyurmaktadır.

Bir de namazı ihmâl edenlerin hâlini düşünmemiz îcâb eder. Zira âyet-i kerîmede bildirildiği üzere, Sekar cehennemine düşenler, bu yakıcı azâba dûçâr olmalarının sebepleri arasında şu gafletlerini de zikretmişlerdir:

“…Biz namaz kılanlardan değildik!” (el-Müddessir, 43)

Namaz, Cennet’in anahtarı[4] olduğu için, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Cennet’e girmek ve orada kendisine komşu olmak isteyenlere de, çokça secde etmelerini tavsiye buyurmuşlardır.[5]

HAKÎKÎ NAMAZ İNSANI KÖTÜ FİİLLERDEN UZAKLAŞTIRIR

Namaz, îmânın kemâli için çok mühimdir. Bu sebeple de Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, çeşitli yerlere gönderdiği valilere, gittikleri yerin halkına kelime-i şehadetten sonra namaz kılmalarını istemelerini emretmiştir. Nitekim Muaz -radıyallâhu anh-’ı yönetici olarak Yemen’e gönderdiğinde Peygamber Efendimiz kendisine şunları söylemiştir:

“Sen kitap ehli olan bir topluma gidiyorsun, Onları, Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allâh’ın Rasûlü olduğuma şahitlik etmeye dâvet et. Eğer onlar, bu dâvete uyup itaat ederlerse, Allâh’ın kendilerine her bir gün ve gecede beş vakit namazı kesin olarak farz kıldığını bildir. Şayet buna da itaat ederlerse, Allah Teâlâ’nın, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere, kendilerine zekâtı mutlak sûrette farz kıldığını bildir. Buna da itaat edip uydukları takdirde, onların mallarının en gözde ve kıymetli olanlarını almaktan sakın. (Yani en pahalı veya en değersizini alma, orta hâlli mallardan al.) Mazlumun bedduasını almaktan da son derece çekin, çünkü onun bedduası ile Allah arasında bir perde yoktur.” (Buhârî, Zekât 41, 63, Meğâzî 60, Tevhîd 1)

Bir diğer hadîs-i şerîfte ise Efendimiz namazın ehemmiyeti ile ilgili şöyle buyurmuşlardır:

“Gerçekten kişi ile şirk ve küfür arasında namazı terk etmek vardır.” (Müslim, Îmân, 134)

Zira hakkıyla edâ edilen bir namaz için âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…” (el-Ankebut, 45)

Nitekim bir kişi Peygamber Efendimiz’e gelerek:

“–Falan zât gece namaz kılıyor, sabah olunca da hırsızlık yapıyor!” demişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:

“–Hakîkî namaz kılıyorsa, bu namazı ve namazda okuduğu Kur’ân âyetleri, o (kimseyi takvâya yönlendirecek ve bu) yaptığı kötü fiilden onu uzaklaştıracaktır.” (Ahmed, II, 447)

Rasûlullah Efendimiz cemaat üzerinde dâimâ hassâsiyetle durmuş, “Bir kimsenin camilere gitmeyi îtiyâd hâline getirdiğini görürseniz, onun îmanlı olduğuna şâhitlik edin.” (İbn-i Mâce, Mesâcid, 19) buyurmuşlardır. Mescide girdiğinde ashâbını tek tek gözden geçirmiş, eğer hasta olup gelemeyen varsa ziyaretine gitmiş, seyahatte olanlarına da duâ etmişlerdir. Sonra cemaat içerisinde yaşlı, hasta ve çocuklar bulunduğunda kıraati daha kısa tutmuşlardır.

CEMAATLE NAMAZIN ÖNEMİ

Cemaate devam hususunda da hiç tâviz vermemişlerdir. Nitekim bir gün âmâ sahâbî Abdullah ibn-i Ümmi Mektûm -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlâllah! Medîne’nin zehirli haşereleri ve yırtıcı hayvanları çoktur. (Ben bu hayvanların zarar vermesinden korkuyorum. Cemaate çıkmayıp evde namaz kılabilir miyim?)” demişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–حَيَّ عَلَى الصَّلَاةِ ve حَيَّ عَلَى الْفَلَاحِ davetlerini işitiyor musun? Öyleyse durma mescide gel.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 46/553)

Velhâsıl Peygamber Efendimiz, namazı hayatlarının mihveri kılmışlardır. Bu yüzden “Namaz gözümün nûrudur.”[6] buyurmuş ve son nefeslerinde ümmetine, “namaza îtinâ etmelerini”[7] vasiyet etmiştir.

Yâ Rabbi, bizlere namazı sevdir. Namazın feyzinden cümlemizi müstefîd eyle. Sana bol bol secde eden kullarından olmamızı lûtf u kereminle ihsan buyur…

Âmîn…

Dipnotlar:

[1] Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 162/2774-2775; İbn-i Mâce, Salât, 192.

[2] Bkz. Müslim, Zikir, 83; Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 22/1319.

[3] Bkz. Buhârî, Küsûf, 2-4; İbn-i Hibbân, Sahîh, VII, 68, 100. İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, II, 220.

[4] Bkz. Ahmed, III, 340.

[5] Bkz. Müslim, Salât, 225, 226; Ahmed, III, 428, 500.

[6] Nesâî, Işretü’n-Nisâ, 1.

[7] bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Genç Dergisi, Nisan 2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.