Müslümanca Yeme İçme

Yeme içme hususundaki âyet­lerin hülasası ile orada çizilen ana çerçeveyi açıklayan hadîs-i şerîfte, Rasûlullah şöyle buyuruyor: “Allah Teâlâ temizdir; sadece temiz olanları sever. Allah Teâlâ peygamberlerine neyi emrettiyse mü’minlere de onu emretmiştir.

Cenâb-ı Hak peygamberlere: “Ey peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın.”1 buyurmuştur. Mü’minlere de; “Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin.”2 diye emretmiştir.” Bundan sonra Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak; ‘Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!’ diye duâ eder. Hâlbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır. Böyle birinin duâsı nasıl kabul olunur?”3

Böylece, içi dışı temiz insanlara değer verildiği belirtilmiş; görünüşü temiz olmayan ve yediği içtiği haram olan kişilerin, hayır nâmına yaptıklarına kıymet verilmediği anlatılmıştır.

Bu âyetler tefsirde şöyle açıklanıyor: “Ey mü’minler, siz hayvanlar gibi olmayınız. Size kısmet ettiğimiz rızıkların maddeten ve manen temiz olanlarından yiyiniz. Çünkü rızkın haramı da vardır helâl olanı da; pis olanı da vardır temizi de. Siz bunların temiz olanlarından ve kimsenin hakkı geçmeyecek şekilde meşru olarak kazanılmış olan helâllerinden insanca yiyiniz. Ve Allah’a şükrediniz. Helâl ve temiz rızıklarla beslenen vücudunuzun zahirî ve batınî uzuvlarını yaratıldıkları gayeler uğruna meşru işlerde çalıştırınız. Çünkü şükrün hakikati, nimetleri verenin râzı olacağı gayeler için sarf etmektir. Bunun aksi ise küfrân-ı nimettir.”4

Burada dikkat çeken iki husus var. Birincisi; “temiz ve helâl rızık talep edilmesi” emrinin, herhangi bir kayıtla mukayyet olmamasıdır. Dolayısıyla bunun, bütün zamanlarda her şartta gözetilmesi gerekiyor; kazanırken, harcarken ve yeme içmede…

FAYDALI İŞLER YAPMANIN ŞARTI

İkincisi şudur; Bu emir, birinci âyette faydalı işler yapmanın şartı, ikinci ayette ise Allah’a şükretmenin lâzımesi olarak bildirilmiştir. Nitekim başka bir âyet-i kerîmede “helâl ve temiz rızık talebi” bütün insanlara emredilmiş ve orada “Şeytanın peşine düşmeyin; zira o apaçık düşmanınızdır.”5  uyarısı gelmiştir.

Buradan anlıyoruz ki insan, yiyip içtiğinin temiz ve helâl olmasına özellikle dikkat etmeli. Çünkü bu, şeytanın geçiş yollarını kapatmak demektir. Bunun aksi, iblisin geçiş yollarını kolaylaştırmak olur. Günah ve isyan bataklığına yaklaştırır. Zamanla helâl-haram gözetmeyenlerle ve hatta inkâr edenlerle benzerlikler oluşmasına zemin hazırlar. Hâlbuki onların durumu âyet-i kerîmede; “İnkâr edenlere gelince; (onlar dünyadan) faydalanırlar, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir. “6 buyrulmuştur.

Âyetlerde zikredilen tayyibât; “fıtratın hoşlandığı, dînin mubah saydığı ve aslen temiz olan şeyler” demektir. Buna göre türlü türlü nimetlerden istifade etmede bir sakınca yoktur. Fakat kişinin cennetteki derecesinin düşmemesi ve Allah Teâlâ’nın “Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeyleri harcadınız, onların zevkini sürdünüz.”7 buyruğundaki tehdide maruz kalmamak için, tayyibâttan istifadeyi de ölçülü tutmak lâzım, denilmiştir.

Buna göre, dikkat edilmesi gereken hususları şöyle özetleyebiliriz: Rızkın helâlden temini hususunda titiz davranmak, maddeten ve manen temiz olmasına özen göstermek, harama yaklaşırım endişesiyle şüphelilerden uzak durmak ve Peygamberimiz’in bu konudaki uygulamalarıyla tavsiyelerini gözetmek. Bu cümleden olmak üzere iyice acıkmadan sofraya oturmamak, tıka basa mideyi doldurmamak, israftan ve cimrilikten sakınmak, verenin Allah olduğu bilinciyle, nimetlere hürmet etmek, sofra âdâbına riayet etmek, bir şeye el uzatırken bundan mahrum olanları hatırlamak…

Mesela, öğünlerde radikal değişikliklere giderek bir sabır eğitimine tabi tutulduğumuz Ramazan ayını, kifayet miktarı ile yetinme ve şüphelilerden sakınmayı alışkanlık hâline getirmede bir fırsat olarak değerlendirilebiliriz.

Orucun farziyetini bildiren âyet-i kerîmedeki; “Umulur ki, (günahlardan) sakınırsınız.”8 buyrulmuş olması kanaatimizce önemlidir. Demek ki, günahlardan sakınmanın ilk adımı, başta yeme içme hususunda olmak üzere, nefsi dizginleyerek atılıyor. Evet, yeme içmenin disipline edilmesi, oruçtaki kazanımların dibacesidir. Ancak “İşin sonu, başında dürülüdür.” hükmünce, orucun rûhaniyet iklimine yolculuk da buradan başlıyor.

Velhasıl, Ramazan ayında kazanılan irade hâkimiyetini sair zamanlara taşımak gerekiyor. Ağızdan gireni özenle seçmek lâzım ki o, çıkana da tesir ediyor. Bu konudaki çerçevenin gözetilmesi ya da ihmal edilmesi ibadet, muâmelat ve fikriyatımıza doğrudan etki ediyor.

PEYGAMBER AHLÂKI

Peygamberimiz’in ahlâk-ı hamî­de­sini bildiren âyette; “Muhakkak sen yüce bir ahlâk üzeresin.”9 buyruluyor. Hz. Âişe: “Onun ahlâkı Kur’ân’dı.”10 derken, Kur’an’da övülen güzel sıfatların tamamına sahip olduğunu, yasak edilenlerden de uzak bulunduğunu ifade etmiş oluyor. Bu durumda Efendimiz’in vazifesi, Kur’ân-ı Kerîm’in hayata tatbikini göstermek olmuş oluyor.

Şunu diyebiliriz: Medeniyet ayrıntılarda saklıdır. Ve Rasûlullah’ın üstün ahlâkı; aile efradı arasındaki en küçük meselelerden devletlerarası münasebetlerdeki söz, fiil ve takrirlerinde ortaya çıkan zarâfet örnekleriyle örülmüştür. Bir beşer olarak da insanlar arasındaki yapıp ettikleriyle ortaya çıkmıştır.

Şu halde, gayesi nebevî ahlâkın icaplarını yaşamak olan bir Müslümanın bunda muvaffak olmak için, “Hak ile olan ilişkilerinde Allah’a teslim olmalı ve O’ndan gelene razı olmalıdır. Yaratılmışlarla olan ilişkilerinde ise muhatabını bağışlamayı şiar edinmeli ve her hususta cömert olmalıdır.”11 Bir işe başlarken öncelikle, “İslâm’ın bu konudaki hükmü nedir?” sorusunu sormalı; “Rasûlullah bu durumda nasıl davranmamı isterdi?” sualine cevap aramalıdır. Kalabalıkta tenhada, yürürken otururken, konuşurken susarken, ağlarken gülerken, verirken ve alırken tercihlerinin daima onun fiillerine muvafık olmasına gayret etmeli; Hakk’ın razı olmayacağı şeylerden uzak durmaya çalışmalıdır.

Peygamber ahlâkının izini sürenler, tercihlerini onun kutlu adımlarına denk düşürmelidir.

Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 364, Haziran 2016

Dipnotlar: 11) Mü’minûn sûresi, 23/51. 2) Bakara sûresi, 2/172. 3) Müslim, Zekât, 65. 4) Hak Dîni, Kur’ân Dili, M. Hamdi Yazır, Eser Neşriyat, c. 1, s. 588. 5) Bakara sûresi, 2/168-169. 6) Muhammed sûresi, 47/12. 7) Ahkaf sûresi, 46/20. 8) Bakara sûresi, 2/183. 9) Kalem sûresi, 68/4. 10) Müslim, Misâfirîn, 139. 11) Rûhu’l-Beyân, Erkam Yayınları, c. 22, s. 99.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.