Müslüman Neden Umutlu Olmalı?

Nureddin Yıldız Hoca, bu ay Altınoluk Dergisi’nde Mü’minlerin ‘Umut Hakkı’nı kaleme aldığı yazısında “Bugüne ve yarına umutla bakma hakkı, yeryüzü toprağına iman etmiş insan olarak basanların hakkıdır. Gerçek umut da onların umududur.” diyor. İşte Nureddin Yıldız Hoca’nın “Umut Hakkı” başlıklı yazısı…

İman etmek ve iman ehli olarak yaşamak, yaratan ve yaşatan Allah ile bağlantılı olmaktır. Her ne kadar şeytan ve ona hizmet edenler, iman ehli olmayı biçare olmanın sebebi gibi gösterip inandırıyor olsalar da en büyük hakikat, Allah’ın her şeyin sahibi ve son sözü söyleyenin olduğu hakikattir. Bu büyük hakikatin gölgesinde yaşayan mü’min insan umut insanıdır. Hem umutludur hem de umutla bakan gözler ona yönelmiştir.

İman ehli olmak, dünya ile sınırlandırılmış beklentileri aşmak demektir. Ahiret için yaşamak, yatırımını ahirete yapmak, dünyayı bir istasyon gibi görmektir. Dünyayı ve dünya gerçeğini bilen insandır mü’min. Dünyanın geçmişi ve geleceği, bir balkondan evinin önünü seyreden insanın ‘gördüklerini anlaması kadar’ açık ve kesin bildiği şeydir dünya.

MECBURİ GÜZERGÂH

Mü’min, dünyayı babası Âdem aleyhisselamdan bilir. Cennetten inip geldiği yer olarak görür dünyayı. Vatan edinmez ama vatanına dönmek için mecburi güzergâh olarak bilir.

Nuh aleyhisselamdan bilir yaşadığı hayatı. Yıllarca değil asırlarca bile sürse önündeki çileler, kahırlar mü’minin umudunu yitirmez. Kurak bir ortamda bulunsa da dünyasını tufan silip götürse de onun gayesi bellidir. Çalışır, çırpınır ama yığılıp kalmaz. O, asırların bitiremeyeceği bir iman ve öyle bir imanın gerekleri ile yaşar.

Mü’minin umut kaynaklarından biri Kur’an’dan izlediği İbrahim aleyhisselamdaki gördükleridir. Önüne çıkan engeller kendi evinden, babasından ya da orduları olan bir sistemden, nereden gelirse gelsin o, sabra ve sebata hazırdır. Umutlu olmayı, yılmayıp devam etmeyi, sabredenlerin sonunda kazanacaklarına dair itimadını İbrahim aleyhisselamdan almıştır. Ateşlerde yanmamayı ondan anlar. Alevlere dönüşse de dertleri, o yine umutlu olmayı, ‘O bana yeter’ diye Rabbine itimat etmeyi ondan öğrenmiştir.

Musa aleyhisselama bakar mü’min, onda yaşarken nelere katlanmak gerektiğini görür. Çilenin henüz doğmadan başlayabileceğini anlar. Allah korumayı murat ettikten sonra suyun insan boğamayacağını, kimsenin düşmanlık edemeyeceğini anlar. O böyle anladıkça da içindeki umut filizi büyür de büyür.

UMUTLA UYUYUP, UYANMAK

Taif’teki duası ile Peygamber aleyhisselamı hatırlar mü’min. Onu Mekke sokaklarında, Medine’deki mescidinde, Uhud eteklerinde görmeye çalışır. Elindeki kazma ile Hendek’te Kisra’nın çöken sistemini müjdelerken görür. Fakirliğin, yalnızlığın, çaresizliğin, bitiremediği heyecanını izler. Ashabı ile yaşadığı tatlı acı hatıraları, ailesi içindeki üzücü, güldürücü günleri onunla berabermiş gibi gözünde canlandırır. Her düşündüğü olayla beraber o da bir kere daha o günlere gider. Evini onun evine, namazını onun namazına, şehrini onun şehrine kıyas eder. Sonra da kendine bir yer bulur o koca dünyada. Umutla oturur, umutla kalkar. Umutla girer yatağına da her sabah yeniden doğmuş bir gün için kalkar yataktan.

Allah’ın cennet vaadine bakar mü’min.

Cennetin ırmaklarının kenarında hisseder kendini.

Rabbinin hiçbir ameli boşa çıkarmayacağını bilir de ‘iş yapan mü’min’ olmak için çırpınır durur. Oturmayı, beklemeyi, hayal kurmayı kendine yakıştırmaz. Ne yapabilirsem, ne kadar olursa ama ‘Allah için’ der her seferinde. Küçük denecek işler de yapsa Rabbinin o küçük işlerden Uhud dağı gibi sevaplar büyüteceğine iman eder.

Bugününü, yarınını, elindekini, hayalindekini Allah’a emanet eder. Allah’a emanet edilen hiçbir emanete de ziyan gelmeyeceğini bilir.

Bu olunca mü’min, neden umut hakkı onun olmasın. İyi bir dünya da iyi bir ahiret de onun hakkıdır. Beklemek ve beklediğine ermek onun hakkıdır. Cennet de cenneti umut etmek de.

Kaynak: Nureddin Yıldız, Altınoluk Dergisi, 346. Sayı, Aralık 2014

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.