Müminler Resulullah'a Karşı Nasıl Duruş Sergilemeli?

Allah’ın beşeriyete rahmet eseri olarak gönderdiği peygamberler, insanlar tarafından şu üç tavırla karşılanmışlardır: İnkâr, nifak ve îman. Bu üç tavrın her birinin kendi içinde de farklı seviyeleri ve tezâhürleri elbette olmuştur. Biz bu yazıda özellikle müminlerin Resûlullâha karşı nasıl bir duruş sergilemeleri gerektiğini Rabbimizin mesajları çerçevesinde maddeler halinde sunmaya çalışacağız.

1- ALLAH'IN RESULÜ OLDUĞUNA İMAN ETMEK

“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin.” (Nisâ Sûresi, 4/136)

İman gerçekleşmeden, Allah elçisi ile aramızda bir hat kurulamaz. İman, onun Allah tarafından seçilip elçi olarak gönderildiğini kalben kabul etmek ve bunu dille ifade etmektir. Dikkat edilirse âyet-i kerimede hitap müminlere yöneliktir. Bu, şu anlama gelir: İman şüphe kabul etmez, zan üzerine bina edilemez, sadece dille “iman ettim” demekle de tamam olmaz. Bu itibarla şüpheler giderilmeli, zayıf noktalar tamir edilmeli ve bütün benliğimizle O’nun Allah elçisi olduğu kabul edilmelidir.

2- SAYGIDA KUSUR ETMEMEK, HÜRMET VE TAZİM GÖSTERMEK

“Ey insanlar! Allah’a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, ona saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tespih edesiniz diye (Peygamber’i gönderdik).” (Fetih Sûresi, 9)

Dinin özünde tazim ve hürmet vardır. Tazimin ve saygının en üstünü, Allah’a yönelik olandır. Allah’a nispet edilen her şey de tazime layıktır. Bu çerçevede, Beytullah, Kitabullah, Resûlullâh ve Allah’ın kulu ve mahlûku olmaları cihetiyle bütün varlık mertebe mertebe bu tazimden nasip alır. Ancak Allah’ın hor ve zelil kıldığına tazim ve hürmet edilmez. Elçiye yapılan tazim, hakikatte onu gönderene yapılan bir tazimdir.

Kur’ân-ı Kerim’de peygambere saygıyı ihtivâ eden çok sayıda âyet-i kerime mevcuttur. O’nunla konuşurken diğer insanlarla konuşur gibi konuşmamak, sesimizin O’nun sesinin üstüne çıkmaması, hiçbir şekilde O’nun önüne geçmemek1, hatta kendisiyle konuşmadan önce bir sadaka vermek2 gibi nice edepler bizzat âlemlerin Rabbi tarafından müminlere öğretilmiştir.

Helâk edilen toplumların çoğu peygamberlerine karşı gerekli saygıyı göstermeyen, onları inciten ve kendilerine nice nice eziyetler eden topluluklar olmuştur. Zira peygambere karşı imanı ve saygısı olmayan kimselerin ilâhî mesajları dinlemesi, anlaması ve hayata geçirmesi elbette düşünülemez. Öyleyse denilebilir ki, ilâhî mesajla buluşmak, ancak Resûle iman ve saygı ile başlayan bir süreçtir.

3- RESULULLAH'I CAN Ü GÖNÜLDEN SEVMEK

Allah Teâlâ’nın müminlerde görmek istediği sevgi sıralamasının ilk üç maddesi şöyledir: 1. Allah sevgisi, 2. Resûlullâh sevgisi, 3. Allah yolunda cihâd sevgisi.

Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” (Tevbe Sûresi, 9/24)

Diğer bir âyet-i kerime de şöyledir:

“Peygamber, müminlere kendi canlarından daha önce gelir.” (Ahzâb Sûresi, 33/6)

Peygambere muhabbet bu ölçüde olmadan iman kemâle eremez.

4- ALLAH RESULÜNE YARDIMCI OLMAK 

Rabbimiz bütün müminlerden Resülünün yanında ve davasında O’na destek olmalarını ve bu uğurda canlardan ve mallardan fedakârlıkta bulunmalarını istemektedir.

“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.” (Saf Sûresi, 61/14)

Yüce Rabbimiz peygamberlerine yardımcı olmayı, kendi Zât-ı uluhiyetine yardım saymıştır. Çünkü peygamberin davası nefsânî bir dava değil, Hakk’ın davasıdır. Kıyâmete kadar gelecek tüm müminler de ne zaman ve nerede yaşarlarsa yaşasınlar, peygamberlerinin mesajlarını hayat haline getirmede O’nun yanında yer almak durumundadırlar.

5- RESULULLAH'A İTAAT ETMEK

Resûlullâh Efendimiz, Rabbimizin haber verdiğine göre kendi arzusundan, hevâsından konuşmaz; O’nun konuşması vahiyden ibarettir3. Öyleyse O’na itaat, Allah’a itaattir. Âyet-i kerime’de şöyle buyrulur:

“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisâ Sûresi, 4/80)

Bu çerçevede Allah ve Resûlüne itaatte tercih hakkı yoktur. Mümine düşen “işittik ve itaat ettik” demekten ibarettir.

6- RESULULLAHI ÖRNEK ALMAK VE O'NA İTTİBA ETMEK 

Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve Allah’ı çok zikretmek isteyenler için en güzel örnek Resûlullâhtır4. O’nun ahlâkı Rabbimizin şehâdeti ile yüce bir ahlâktır.5 O kendisi sırat-ı müstakim (dosdoğru bir yol) üzerinde olduğu gibi bütün insanları da sırat-ı müstakime davet etmektedir. Allah’ın sevdiği ve razı olduğu bir Müslüman olmanın yolu O’nun izini takip etmekten (ittibadan) geçer. Nitekim şöyle buyrulmuştur:

“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3/31)

7- VERDİĞİ HÜKÜMLERE GÖNÜL RIZASIYLA TESLİM OLMAK

Resûlullahın bir konuda hüküm vermesi durumunda mümine düşen vazife, O’na gönülden teslim olmaktır. Böyle bir teslimiyet söz konusu olmaz ise imanın sıhhatinde şüphe var demektir. Zira şu âyet-i kerime bu konuda son derece açıktır:

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ Sûresi, 65)

8- RESULULLAH'IN TALİM VE TERBİYESİNE TALİP OLMAK 

Rabbimiz, Habibinin vazifelerini ve insanlığa nimet oluşunu beyan ederken O’nun “Kitabı ve hikmeti öğreten, inananları arıtıp geliştiren (tezkiye)” yönüne dikkat çeker6. Evet O, ilâhî mesajları, hayat ve hadiselere dair hikmet ve hakikatleri öğreten bir muallimdir. Hem Kur’an’da indirilen âyetleri bütün yönleriyle okur ve açıklar ve hem de kâinattaki kevnî âyetlerin nasıl okunması gerektiğinin yolunu öğretir. Bu yönüyle O’ndan sadır olan ilme ve hikmete talebe olmak, her müminin en büyük arzularından biri olmalıdır.

Yine beşeriyeti her çeşit kirden arındıran ve faziletlerle donatan bir mürebbi ve mürşiddir. Öyleyse İslâm şahsiyetinin teşekkülünde, O’nun irşâdı, sünneti, usul ve üslûbu gözetilmeden bir sonuç alınamaz. Bu yönüyle ham insanı kemâle erdirme ocağı Resûlullah ocağıdır.

9- RESULULLAH İLE İRTİBATI KOPARMAMAK 

Zaman ve mekân farkı gözetmeksizin, hem getirdiği ilâhî mesajları hayata taşımak, hem sünnetini yol edinmek ve hem de O’nunla salat u selam bağını daim kılmak Rabbimizin muradı ve bizim de müminlik vazifemizdir.

Resûlullâhın üzerimizdeki bunca hukukunu ve rahmet oluşunu göz ardı ederek, O’nunla irtibatını sadece iman ve Kur’an’ın tebliği ile sınırlamak, nasıl bir mümin duruşudur? Böyle bir anlayışla Allah’ın razı olduğu ve sevdiği bir mümin olmak ve hatta mümin kalmak ne kadar mümkün olabilir? O’nun, Kur’an’ın tefsiri, beyanı ve hayat haline gelişi demek olan sünnetini (söz, fiil, takrir, ahlâk ve hâlini) gereksiz, önemsiz ve sıradan görmek, nasıl bir Müslümanlıktır? Böyle bir anlayışla kıyâmet gününde Resûlullâh’ın yanında O’nun ümmeti sıfatıyla nasıl durulabilecektir? Böyle bir mahcubiyet ve mahrumiyete düşmekten Allah’a sığınırız.

Dipnotlar: 1) Hucurât Sûresi, 1-2. 2) Mücâdele Sûresi, 58/12. Bu âyetin hükmü daha sonra kaldırılmıştır (Mücâdele Sûresi, 58/13); ancak bazı sahabiler onunla konuşmadan önce sadaka vermeye devam etmişlerdir. 3) Necm Sûresi, 3-4. 4) Ahzâb Sûresi, 33/21. 5) Kalem Sûresi, 68/4. 6) Âl-i İmrân Sûresi, 3/164.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, 389. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.