Mü'min, Gâfillerle Bir Araya Gelmemeli

Muhabbetle yaklaşılan sâ­lih kim­se­ler­den gö­nül­le­re hu­zur ve fe­rah­lık ak­set­ti­ği gi­bi, gâ­fil ve fâsık kim­se­ler­den de sıkıntı ve kas­vet ak­se­der.

Gül, sümbül, karanfil gibi nâdide çiçeklerle bezenmiş bir bah­çe­­ üzerinden esen bir meltem, gittiği yerlere gönülleri mest eden hârika râyihalar götürürken; bunun aksine, kokuşmuş mezbele ve leşler üzerinden geçip gelen bir rüzgâr da o çirkin kokuları etrafa yayar; böylece nefesleri tıkayıp ruhları daraltır. Dolayısıyla zâlimler, fâsıklar ve nefsânî bir hayata dalarak Allâhʼı ve âhireti unutan gâfillerle ülfet ve ünsiyet, âdeta mânevî hayatın kanseridir.

SEYFİ BABA'YA KASVETİN TESİRİ

Her hususta olduğu gibi sâlihlerle beraber olup fâsıklardan sakınmak hususunda da kalpteki hassâsiyet arttıkça ölçüler de incelir, herkesin fark

edemediği nice tecellîler hissedilir. Bunun bir misâli olan şu hâdise pek ibretlidir:

Sâmi Efendi Hazretleri’nin sevenlerinden Seyfi Baba, keşfi açık, hâl ehli bir zâttı. Topkapı’da oturuyordu. Bir gün Erenköy’e, Sâmi Efendi Hazretleri’ni ziyarete gelmişti. Ancak devlethâneye girer girmez düşüp bayıldı. Onu karşılayıp üstâdın huzûruna iletecek olan kişi, telâşla üzerine su döküp ayılmasını temin ettikten sonra:

“Hemen bir doktor çağıralım!” dediğinde Seyfi Baba bitkin bir hâlde müdâhale etti:

“Hayır evlâdım! Doktor filân çağırmayın; hâlimin maddî bir hastalıkla alâkası yok! Topkapı’dan Erenköy’e gelene kadar yollarda rastladığım isyan ehli ve isyan yerlerindeki kasvet tesir etti ve bu tertemiz kapıdan girip birden içerideki rûhâniyete nâil olunca gönlüm dayanamadı. Buradaki mânevî iklîmin bereketi ve ârifler sultânı Sâmi Efendi’nin himmetiyle birazdan hiçbir şeyim kalmaz.” dedi.

MÜ'MİN GÂFİLLERLE BİR ARAYA GELMEMELİ

Hâllerdeki sirâyet, gayr-i ihtiyârî beraberliklerde bile bu kadar tesirli olurken takvâ ehli bir mü’minin kendi irâde ve arzusuyla gâfillerle düşüp

kalkması asla düşünülemez. Bu hususta gösterilen hassâsiyet noksanlığı, kişiyi ebedî hüsrâna kadar sürükleyebilir.

Nitekim hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Yani insan kimi sever ve kiminle daha çok düşüp kalkarsa kıyâmette de onunla haşrolunur. Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, hâllerdeki sirâyetin, kişinin mânevî hayâtını nasıl değiştirebildiğine dâir şu misalleri verir:

“Ashâb-ı Kehf’in köpeği, sâdıklarla beraber olduğu için büyük bir şeref kazandı; nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e ve tarihe geçti. Lût Peygamber’in karısı ise fâsıklarla beraber olduğu için küfre dûçâr oldu.”

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından, Erkam Yayınları.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Allah razı olsun... Cennete buluşmak ümidi ile inşaallah

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.