Muhtaç Olduğun Adamı Doğuracaksın

Âcizlik Müslümana yakışmaz. İman heyecanı ile dolu bir gönül, zamanla etrafına sirayet eder. Esasen her insana potansiyel “insan-ı kâmil” nazarıyla yaklaşılır ise bu niyet bile, nicelerinin öz benliğini dönüştürmeye vesile olur.

Şâzeliyye tarîkatının Fas kolu olan Darkâvî tarîkatının kurucusu Mulay el-Arabî ed-Darkavî anlatıyor:

“Üstadım Mülay el-İmrânî, Fez Bali’de yaşıyordu. Ben ailemin bulunduğu kabileye doğru yola çıkmak üzereyken kendisine:

“Gittiğim yerde mânevî sohbetler yapıp hasbihal edebileceğim bir Allah’ın kulu yok; fakat yine de bu tip bir değişikliğe ihtiyacım var” dedim. Bana:

“Muhtaç olduğun insanı doğur!” dedi.

Bunu söylerken sanki silsilenin benimle devam edeceğini düşünüyormuş gibiydi. Aynı konudan tekrar bahsettim ve bana tekrar:

“Onları doğur” dedi.

Efendimin icâzetindeki bereket ve sır sayesinde, tek bir adımla fenâ ve bekâ mertebelerine ulaşacak kadar muhabbetullah ile dolu birisi yanıma geldi; onu gördüğüm anda, o da beni gördü. Allah söylediklerimizin vekilidir. İşte bu hadiseyle, izindeki fazîlet ve gizli güç bana gösterildi ve tüm şüphe ve vesveselerden kurtuldum. Allah’a hamd u senâlar olsun!”[1]

KENDİN OLARAK KALMA İRADESİNE NASIL KAVUŞULUR?

Âcizlik Müslümana yakışmaz. İman heyecanı ile dolu bir gönül, zamanla etrafına sirayet eder. Esasen her insana potansiyel “insan-ı kâmil” nazarıyla yaklaşılır ise bu niyet bile, nicelerinin öz benliğini dönüştürmeye vesile olur.

Her insanın bir mıknatıs özelliği vardır; aynı duygu frekansındaki kimseleri çeker ya da kendisi onlar tarafından çekilir. Önemli olan, o frenkansı diri ve güçlü kılmaktır.

Her dâvâ erinin çoğalma irâdesi olmalıdır. Sadece kendisi olarak kalmak, zayıflıktır ve zamanla kendini bile koruyamayacak hâle düşmek demektir.

Özellikle mânevî irşad alanında büyüklerin izin ve duaları ile yola çıkmak, nice bereketlere kapı aralayacaktır. Kendisi olarak ortaya çıkanların nefesi yarı yolda kesilir ve kısa sürede yorulurlar. Burada tâlibiyyet değil, matlûbiyyet (yani isteyen değil istenilen olmak) ilâhî yardım ve inâyete kapı açar. Bu da ince bir sırdır.

[1] Mulay el-Arabî ed-Darkavî, Bir Mürşidin Mektupları, s. 38.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Medeniyet Öncülerimizden 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.