Muhammed Seyfüddin Sirhindi Hazretleri Kimdir?

Altın Silsile’nin 25’inci halkası Muhammed Seyfüddîn Hazretlerinin hayatı...

Muhammed Seyfüddîn Sirhindî -rahmetullâhi aleyh- (Altın Silsile 26) - Sesli Kitap

Muhammed Mâsûm Hazretlerinin beşinci oğlu olan Muhammed Seyfüddîn (k.s.), 1639 yılında Sirhind’de dünyaya geldi.

Tahsil yaşına ulaşınca evvelâ Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzetti. Sonra amcasının yanında aklî ve naklî ilimleri tahsil etti. Kısa zamanda büyük ilerleme kaydetti. Kalbe âit ilimleri de, zamanın en büyük âlimlerinden olan muhterem babasının hizmet ve sohbetinde elde etti. Pek ulvî makamlara ulaştı. Feyz ve bereketi cihâna yayıldı.

SULTANI İRŞAD ETMESİ

Zamanın sultânı, kumandanlar ve devlet adamları onun ilim ve fazîletinden istifâde eder ve kendisine çok hürmet gösterirlerdi.

Şeyh Seyfüddîn g emr bi’l-mârûf’a çok ehemmiyet verir ve bid’atlerle mücâdele ederdi. Muhterem babasının emriyle, Sultan Âlemgîr Evrengzîb’in (hükümdarlığı: 1658-1707) mânevî terbiyesi için Delhi’ye geldiğinde, şehrin kapısında resimler görmüştü. İki azgın fil ve üzerinde bu filleri zaptetmeye çalışan iki heybetli pehlivan vardı. Şeyh Seyfüddîn Hazretleri, bâtıl inançların sembolü olan bu tabloları oradan indirtip yok ettirmeden şehre girmedi. Memlekette yaygınlaşan pek çok bid’ati, sultanla olan sohbetlerinde dile getirerek hepsini ortadan kaldırttı. İslâm, Hindistan’da o kadar kuvvetlendi ki daha evvel böyle bir devir yaşanmamıştı. Bid’at ehli rezil-rüsvâ olup hiçbir yerde kabûl görmez oldular.

Bir gün Sultan, onu husûsî bahçesine dâvet etmişti. Bahçenin ortasında gâyet süslü bir havuz vardı. Havuzun kenarında altından balık şekilleri olup gözleri yâkut ve elmas gibi kıymetli taşlardan yapılmıştı. Şeyh, oturmak için Sultân’ın yanına gelince evvelâ o sûretlerin kırılıp ortadan kaldırılmasını istedi. İslâm’ın hoş görmediği bu tür şeyler temizlendikten sonra gelip oraya oturdu.

Evliyâlıktan nasîbi olan Sultan, onun bu hareketlerinden memnun kalıyor ve:

“Allâh’ım! Benim zamanımda böyle sevgili kullarını var ettiğin için Sana nihâyetsiz hamd ü senâlar olsun!” diyerek şükrediyordu.

Şeyh Seyfüddîn g, Sultân’ın mânevî hâllerini ve katettiği merhaleleri babasına bildirir, ondan gelen tâlimâta göre hareket ederdi.[1] Sultan ile uzun uzun sohbetler ve toplantılar yapar, babasının bâzı ağır ifâdeli mektuplarını ona okuyup îzah ederdi. Pâdişah da bütün samimiyetiyle bunları dinlerdi.

Şeyh Seyfüddîn g, Sultân’ın yanında bulunarak İslâmî esasların tatbîki ve Sünnet-i Seniyye’nin ihyâsı için gayret etmiştir. Uzakta olduğu zamanlarda da mektuplar yazmıştır. Onun mektuplarının toplandığı Mektûbât-ı Seyfiyye isimli eserde, Sultân’a yazılmış 18 mektup bulunmaktadır.[2]

Sultan, üstâdının telkinleriyle gecelerini ibadetle ihyâ eder ve ömrünü Allah yolunda cihâda sarf ederdi. Hattâ ilerlemiş yaşına rağmen Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemişti.

Sultan Âlemgîr’in, memleketi 50 sene adâletle idâre etmesinin altında yatan sır; böyle mübârek bir üstâda samimiyetle itaat ederek Allah yolunda gayret etmesiydi.

Sultan, adâleti hakkıyla tevzî edebilmek için, Hanefî fıkıh kitaplarında dağınık hâlde bulunan kuvvetli görüşlerin hüküm ve fetvâlara esas olacak şekilde yeniden tasnif ve tanzim edilmesini emretti. Bu maksatla 40 kişilik bir heyet teşekkül ettirdi. Bu âlimlerin ortak çalışmasıyla 1664-1672 seneleri arasında el-Fetâva’l-Hindiyye (Âlemgîriyye) adlı eser kaleme alındı. Fetvâlar için, çokça tercih edilen ve kuvvetli rivâyetlere dayanan görüşler esas alındı. Sultan, ilmî çalışmalara bizzat nezâret etti ve eserin hazırlanması için çok büyük meblâğlar harcadı. Eser tamamlandıktan sonra Sultân’ın emriyle devletin resmî makamlarınca tatbîke konuldu.

el-Fetâva’l-Hindiyye, Hint-Türk devletlerinde asırlarca İslâm adlî ve idârî sistemine esas teşkil etmiştir. Hemen hemen İslâm dünyasının her tarafında görülen muhtelif hukûkî düzenleme ve kanunlaştırma faaliyetlerinde ve İslâm hukûkuyla alâkalı diğer araştırmalarda başvurulan temel kaynaklardan biri olmuştur.

MUHAMMED SEYFÜDDİN HAZRETLERİNİN FAZİLETLERİ

Şeyh Seyfüddîn Hazretleri’nin huzûru dâimâ kalabalık olurdu. O kadar ki bir gün pâdişâhın oğlu Muhammed Âzam Şah, teveccühüne mazhar olmak için huzûruna gelince, kapıdaki kalabalığın arasından geçmek için çok zahmet ve güçlük çekti. Hattâ kalabalıkta sarığı başından düştü, elbisesi bir yere takıldı. Hazret’in huzûruna güçlükle varıp teveccühüne ve feyizli nazarına mazhar oldu. Babasının yanına dönünce yaşadıklarını anlattı. Sultan buna çok sevindi ve:

“–El-hamdü lillâh ki benim memleketimde, sultanların ve evlâtlarının bile, huzûruna güçlükle çıkabileceği büyük bir velî bulunuyor!” dedi.

Şeyh Seyfüddîn Hazretleri, ağabeylerine ve kardeşlerine çok hürmet eder, onların haklarına fazlasıyla riâyet ederdi. Bir gün aynı şehzâde kendisini dâvet etmişti. Ağabeylerinden biri de bu dâvetteydi. Yemek gelince, pâdişâhın oğlu ibriği ve leğeni getirip Hazret’in ellerine su dökmeye hazırlandı. Hazret onun elinden ibriği alıp ağabeyinin eline su döktü. Sonra ibriği şehzâdeye verip kendisi ve diğerleri ellerini yıkadılar. Hiç şüphesiz ki bu hâdise, onun tevâzû ve hiçlikte de zirve olduğunu göstermekteydi.

Şeyh Seyfüddîn g, mânevî heybet ve haşmet sahibi bir Hak dostu idi. Sultanlar ve emirler onun meclisinde hürmetle ayakta bekler, ondan evvel oturmaktan teeddüb ederlerdi.

Zâhirî ve bâtınî ilimlerde zirve; zühd, takvâ ve Sünnet-i Seniyye’ye ittibâ hususunda meşhur olup lâkabı “Muhyi’s-Sünne” yani Sünnet-i Seniyye’yi ihyâ eden idi.

Feyz ve rûhâniyet dolu huzurlarına çıkmakla şereflenen kâfirlerden, fâcirlerden ve fâsıklardan niceleri hidâyete erip onun huzûrundan tevbe ve istiğfâr ederek dönerdi.

Dünyayı seven ve dünyalık isteyenlerle beraber olmaktan şiddetle sakınırdı. Sohbet meclislerinde daha çok zikir, tefekkür ve murâkabe ile meşgul olurdu.

Kendisinden istifâde etmek için her gün huzûruna sayısız derviş gelirdi. Hepsine de yemek ikram ederdi. Bu derece bol nîmetler içinde olmalarına rağmen müridleri yüksek makam ve kerâmetlere nâil olurlardı. Buna şaşıran kimselere şöyle buyururdu:

“–Şiddetli bir riyâzat, mücâhede ve zühd hayatı, kişiyi kerâmet ve tasarruf sahibi kılar. Bizim maksadımız ise kerâmet sahibi olmak değil; ancak zikre devam, Allâh’a teveccüh, Sünnet’e bağlılık ve daha fazla feyz ve rûhâniyete nâil olmaktır.”

MUHAMMED SEYFÜDDİN HAZRETLERİNİN KABRİ NEREDE?

Şeyh Seyfüddîn Hazretleri 47 yaşındayken, 1686 yılında vefât etti. Kabr-i şerîfleri Sirhind’dedir.[3]

MUHAMMED SEYFÜDDİN HAZRETLERİNİN HİKMETLİ SÖZLERİNDEN

  • “Allah Teâlâ kullarına hiç dert ve elem vermeseydi, insanlar O’na ibadetten ve zikirden gâfil kalırlardı. İnsanın iki cihan saâdetine ve Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine kavuşabilmesi için ibadet, tâat ve zikirden geri kalmaması şarttır. Allâh’ın rahmetine ise herkes muhtaçtır. Bu durumda iyi düşününce dert ve sıkıntıların aslında birer nîmet ve insanı Allâh’a çeken birer kement olduğu anlaşılır.”
  • “Çok eski bir düşman olan bu alçak dünya, ister dostu ister düşmanı olsun, hiç kimseyi kendi hâline bırakmaz ve hiç kimseye acımaz! Herkesi aldatarak nihâyetinde vefâsızca ve ebediyyen insanı terk edip gider. Akıllı o kişidir ki, şu birkaç günlük ömründe Allah Teâlâ’ya kulluk ederek O’nun vaad ettiği sonsuz saâdet yolunu tutar.
  • Saâdet topu ortaya kondu;

Topu kapan yok, erlere ne oldu?!”

[1] Meselâ bkz. Muhammed Ma‘sûm, Mektûbât, III, 115, no: 220.

[2] 20, 22, 23, 26, 35, 39, 56, 57, 59, 60, 67, 72, 74, 76, 80, 161, 164 ve 165. mektuplar.

[3] Kişmî, Berekât, s. 477-479; Süleyman Kuku, Muhammed Ma‘sûm Fârûkî, s. 169-172; Nedvî, İmâm-ı Rabbânî, s. 398-400; Hânî, Hadâik, s. 593-595.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ALTIN SİLSİLE

Altın Silsile

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.