Mohaç Savaşı'nın Nedenleri ve Sonuçları

Osmanlılar’la Macarlar arasında 932 (1526) yılında yapılan meydan savaşı.

XVI. yüzyıl Osmanlı ve Avrupa tarihinin sonuçları itibariyle önemli savaşları arasında yer almaktadır. Macaristan’ın güney sınırına yakın bulunan Mohaç (Mohács) ovasında yapılmış olması sebebiyle bu adla anılır. Ayrıca tarihî Macar Krallığı’nı sona erdirip Macar topraklarının parçalanmasının ilk adımını oluşturması yanında Avrupa’da Macar tahtı veraseti meselesini ortaya çıkarmasıyla da dikkat çeker.

MOHAÇ SAVAŞI'NIN NEDENLERİ

1533’te Alman elçileriyle görüşen Vezîriâzam İbrâhim Paşa’nın (Makbul) ifadelerine göre Kanûnî Sultan Süleyman, tahta çıktığında Macarlar’la iyi münasebetler kurmak için babasının vefatı ve kendisinin tahta cülûsunu bildirmek, böylece karşı taraftan bir tebrik alarak mevcut anlaşmaları teyit etmek maksadıyla Macar Kralı II. Layoş’a (Lajos) elçi göndermiş, fakat Macar kralı bu elçiyi ve onun ardından gönderilen ikincisini hapse atınca durum padişah tarafından düşmanlık belirtisi sayılmıştı. Daha sonra Fransa kralının annesi yardım talebinde bulununca kralın esaretine çok üzülmüş olmasının da etkisiyle buna bir cevap olmak ve İmparator V. Karl’a darbe vurmak için onun kız kardeşiyle evli olan Macar kralı üzerine sefer yaparak hem V. Karl’ı zor duruma düşürmeyi, hem de barış çağrılarına karşı düşmanca davranan II. Layoş’tan intikam almayı planlamıştı (Hammer, V, 134-135). Gerek buradaki ifadeler gerekse Mohaç’ta zafer kazanıldıktan sonraki gelişmelerden bu seferin hedefinin, âni şekilde Macaristan’a bütünüyle hâkim olmaktan çok Orta Avrupa meselelerine yön verici bir pozisyon elde etmek ve V. Karl’a rakipsiz bulunmadığını hissettirmek olduğu anlaşılır.

Sefer kararı alındığında Habsburg İmparatorluğu, Fransa ile olan savaş yanında Alman prenslerinden kaynaklanan iç problemlerle, sosyal ve dinî hareketlenmelerle (Protestanlık meselesi), İngiltere ve İtalyan şehir devletlerinin karşı tavırlarıyla uğraşıyordu. Vaktiyle papanın direktifleri doğrultusunda Osmanlılar’la anlaşma yenilemeyip elçileri hapse atan ve yeni padişahın cülûsunu tebrik için heyet göndermeyen Macar Kralı II. Layoş ise Osmanlı tehdidi karşısında güçlü müttefikler bulamadı.

YOL GÜZERGÂHINDAKİ KALELER FETHEDİLDİ

Gerekli hazırlıkları tamamlayan Kanûnî Sultan Süleyman, Vezîriâzam ve Rumeli Beylerbeyi İbrâhim Paşa ile İstanbul’dan 23 Nisan 1526'da hareket etti. Edirne’den Filibe’ye gelindiğinde İbrâhim Paşa, Rumeli askeri ve maiyetine verilen 2000 tüfekçi yeniçeri, 150 topla bir konak ileriye sevkedildi. İkinci vezir Mustafa Paşa, üçüncü vezir Ayas Paşa ve Anadolu Beylerbeyi Behram Paşa padişahla birlikte asıl kuvvetler onları takip ediyordu. Sürekli yağan yağmurların yumuşattığı ağır arazi şartları, kabaran dereler ve sellerle boğuşan, bu yüzden çok yavaş ilerleyen ordu güzergâh planını değiştirmek zorunda kaldı; Semendire (Smederevo) yolu yerine Alacahisar (Kruşevac) yolu tercih edildi. İbrâhim Paşa komutasında Macar topraklarına giren Osmanlı Ordusu, hiçbir direnişle karşılaşmadan Petervaradin, Ujlak, Eszek kalelerini fethetti. Eszek kalesinde, seferin hedefinin Macar Krallığı'nın Başkenti Budin olduğu orduya bildirildi. Drava Nehri aşıldı ve ordu Mohaç Ovası'na yaklaştı.

MACARLARIN PLANI

II. Layoş 24 Temmuz’da Tolna’ya gelmiş, burada toplanacak askerleri beklemeye başlamıştı. Yarısı köylülerden oluşan, diğer yarısını Estergon, Istolni Belgrad ve diğer Macar bölgelerinden gelen süvarilerle Leh, Bohemya, Alman askerlerinin oluşturduğu 20.000 kişiyle 15 Ağustos’ta Osmanlı ordusunun karşılanacağı Mohaç sahrasına hareket etmiş, dört gün sonra burada ordugâhını kurmuş, askerlerini yerleştirmişti. Bu sırada gelen takviyelerle asker sayısı giderek artıyordu, savaş sırasında sayı 40-50.000 dolayına ulaşmıştı. Kendilerinden daha kalabalık Osmanlı ordusunun (yaklaşık 80.000 kişi) araziyle boğuşmasını ve kısım kısım ilerlemesini fırsat bilerek âni bir saldırıyla doğrudan padişahın bulunduğu yere ulaşmanın, böylece zaferi kazanmanın mümkün olacağı kanaati hâkimdi. Macar ordugâhı ovanın en uygun yerinde bulunuyordu, Osmanlı ordusunun ovaya ulaşacağı güzergâh sürekli yağan yağmurlarla bataklık haline gelmiş, ağır Osmanlı ordusu yürüyüş düzenini bozmak ve yavaş hareket etmek mecburiyetinde kalmıştı. Buna rağmen Macarlar zorlanan ve kıtaları arasındaki bağı kopan Osmanlı ordusu üzerine yürümekte geciktiler.

Osmanlı askerî heyeti âni saldırı karşısında önceden kararlaştırılan planı uyguladı. Yapılan görüşmelerde Semendire Beyi Yahyâpaşaoğlu Bâlî Bey, Macar ağır zırhlı süvarilerinin birbirine zincirlerle bağlanarak yapacakları sert saldırılara karşı öndeki Rumeli askerinin yanlara ayrılarak onlara geçit vermesini ve ardından yan cepheden hücum edilmesini tavsiye etti. Ancak önde bulunan ağırlıkların bu plana engel olacağı düşünüldüğünden ordunun ağırlıklardan ayrılması ve bunların geride indirilmesi gerektiği üzerinde duruldu. Öte yandan saldıran Macarlar, Rumeli askeri ikiye ayrıldığında birdenbire bunların arkasındaki top arabaları, zincirle bağlanmış toplar ve tüfekçi yeniçeri birliklerinin oluşturduğu duvara çarpacaklardı. Ayrıca akıncı beyleri (Bâlî ve Bosna Beyi Hüsrev) Macar kuvvetlerini arkadan sarmak için pusuya yatırıldı.

MACARLAR HİLAL TAKTİĞİNİ ENGELLEMEK İSTEDİ

Macar ordusunda bulunan ve kendisi de savaşa katılan episkop ve kançılar Brodarics de bazı farklılıklarla benzeri bir tablo çizer: Öncelikle Osmanlı kuvvetlerinin Macar ordusunu çember içine almaması için geniş bir alana yayıldıklarını, en kalabalık kısmı oluşturan sağ kanadın başında Hırvat banı Franjo Batthyány, Tomori’nin de bulunduğu sol kanada Péter Perényi’nin kumanda ettiğini, yayaların bu süvarilerin ortasına yerleştiğini, ikinci safta ise kralın kuvvetlerinin yer aldığını, pusuya yatırılan Osmanlı akıncılarının hareketlerinin farkedildiğini ve üzerlerine Ráskay’ın kumandasında 400 süvari yollandığını, saldırı sırasında Osmanlı ordusunun ikiye ayrıldığını, Macar süvarilerinin karşılarında birden top ve tüfekçileri bulduğunu ve dağıldıklarını, bozgunun yaygınlaştığını, Macar ordugâhına sokulan Osmanlı kuvvetlerinin burayı yağmalayıp tahrip ettiklerini söyler.

Savaşa çok önem veren Macar tarihçiliğinde Osmanlılar’a saldıran sol kanadın Rumeli askerini bozduğu, bu sırada yağmaya daldığı için zaman kaybettiği, yetişen tüfekçi yeniçerilerin bunları dağıttığı üzerinde durularak savaşın kaybı buna bağlanır. Önceden yapılan planlar ve Osmanlı kuvvetlerinin belirlenen taktiğe uygun hareket ettiği göz önüne alınmaz. Âni hücumla saldıran Macar kuvvetlerinin başarı şansı pek yoktu, üstelik saldırı sırasında arkadaki kuvvetlerle olan bağları kopmuştu, gerideki yayalar ise bunlara yetişememişti. Bunda biraz da yandan çevirme hareketi etkili olmuştu. Ayrıca yine ümitsizce çarpışan Macar kuvvetleri ordugâhın tahrip edildiği haberi gelince tamamıyla kuşatıldıklarını düşünmüşler ve bu da savaşın kaybında önemli bir rol oynamıştı. Öte yandan pusudaki akıncılar, üzerlerine yollanan Ráskay’ın müfrezesini dağıtmış, süratle Macar ordugâhına yönelip burayı ateşe vermiş ve Macar ordusunun arka tarafında kontrolü sağlamıştı. Macarların durumuna nisbetle oldukça zor arazi şartlarıyla boğuşan ve yavaş hareket eden Osmanlı kuvvetlerinin âni saldırı karşısında tam olarak savaş düzenine geçemediği, hatta bir bölümünün hiç savaşa girmediği hesaba katılırsa sonucu, bütün bu olumsuz faktörlere rağmen asker sayısı bakımından üstünlüğünden ziyade taktik, düzen ve âni değişime hazır bir savaş disiplini içerisinde bulunmasının tayin ettiği söylenebilir.

OSMANLI'NIN MOHAÇ ZAFERİ

Yaklaşık iki saat süren Mohaç Meydan Muharebesi neticesinde Macarlar yenilgiye uğratıldı. Kral II. Layoş kaçarken Csele deresinde boğuldu. Macar ölüleri ortada bırakılmayarak gömüldü. 10 bin esir alındı.

Savaş Macar Krallığı’nın bir bakıma sonunu hazırladı. Her ne kadar Osmanlılar, Budin merkezli olmak üzere Zapolya’nın krallığını, kendilerine bağlı olmak kaydıyla, kabullendilerse de bu durum geçici bir süre içindi. II. Layoş’un ölümü, V. Karl’ın kardeşi Avusturya ve Bohemya taraflarının idarecisi Arşidük Ferdinand’ın akrabalık bağı dolayısıyla Macar tahtı verasetinde hak iddiasına ve Macaristan’ın bir bölümünde hâkimiyet kurmasına yol açtı. Ortaçağ Macar Krallığı’nın eski toprakları üçe taksim edildi. Bu durum Macaristan topraklarında Osmanlılar’la Habsburglar arasında 150 yıl sürecek olan mücadelenin de ilk adımını oluşturdu. Öte yandan Avrupa’daki siyaset arenasında Osmanlılar’ın ağırlıklarını hissettirecekleri yeni bir devir bu zaferle başlamış oldu.

Kaynak: Feridun Emecen, İslam Ansiklopedisi, 2005

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.