Misafir Ağırlamak Dinimizde Neden Önemli?

Müslümanlar misafir ağırlamayı ibadet gibi görüp değerlendirdiği için bu güzel hasleti îfâ ederken ihlâsla davranmaya çalışır ve ihsân sırrını gözetirler. Bu vesileyle misafiri nimet ve ganimet olarak görürler.

İslâm ahlâkının en önemli özelliklerinden olan misafirperverlik hasleti, cömertlik, iyilikseverlik, paylaşma ve hayır işleme duygularını içinde barındırır. Misafire ikram, sadece Hak rızâsı için olmalı, herhangi dünyevî bir menfaat ve çıkar hesâbı yapılmamalıdır. Hazret-i İbrâhim -aleyhisselâm- bir gün kendisine misafir olarak gelen bir mecûsiye:

“-Eğer Müslüman olursan sana ikram eder, ağırlarım!” deyince mecûsî darılıp gitti. Cenâb-ı Hak, ona:

“-Neden onu misafir etmek için dînini değiştirmeyi şart koştun? O Beni tanımadığı hâlde, Ben ona yetmiş yıldır rızkını veriyorum.” deyip uyarınca Hazret-i İbrâhim koşup mecûsîyi aradı, buldu. Tekrar misafir olması için yalvarıp yakardı. Mecûsî bu hâdiseye hayret etti. Halil İbrahim Peygamber de olanı biteni anlattı. Mecûsî:

“-Demek ki Allah Teâlâ bana karşılıksız olarak nimet veriyor. O hâlde bana İslâmiyet’i öğret, Müslüman olayım.” dedi. Hazret-i İbrahim de ona lâzım olan dînî bilgileri öğretti. O da şehâdet getirerek Müslüman oldu. (Bkz: Kurtubî, XVII/44)

MÜSLÜMANLAR MİSAFİR AĞIRLAMAYI İBADET GİBİ GÖRÜR

Müslümanlar misafir ağırlamayı ibadet gibi görüp değerlendirdiği için bu güzel hasleti îfâ ederken ihlâsla davranmaya çalışır ve ihsân sırrını gözetirler. Bu vesileyle misafiri nimet ve ganimet olarak görürler. Elbette her nimetin bir külfeti vardır. Misafirin bazı zahmetleri olabilir. Onun sıkıntılarına yüksünmeden katlanmalı, misafire lütufla, güler yüzle, yumuşaklıkla ve hoşça hizmet etmelidir. Hânelere hep misafir istenmelidir.

“Misafir girmeyen eve melek girmez.” denilmiştir.

Yine büyükler; “Misafirle yenilen yemekten sorgu-suâl olmaz.” derler.

İmâm-ı Gazâlî Hazretleri de; “Kişi, dostlarla yediği yemekten hesâba çekilmez.” buyurur.

Bir karşılık beklemeden misafire yapılan ikrâmın ecri ve sevabı, şüphesiz dünyada da âhirette de kişinin karşısına çıkar. Meselâ, misafirin ev sahibine yaptığı duâ, hâne sahibine büyük bir nimettir. Misafirine hizmet edene sevaplar vardır. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Efendimizin güzîde sahâbîleri hep misafirlerine bizzat ikram ve hizmet etmeye çalışmışlardır.

Cimrilik duygusuyla misafir ağırlamaktan kaçınmamak gerekir. Zira misafir, kendi rızkıyla gelir. Unutulmamalıdır ki, misafir, eve bereket getirir. Atalarımız; “Misafir on kısmetle gelir. Birini yer, dokuzunu bırakır.” demişlerdir.

Hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:

“Misafir rızkını getirir ve (evdeki) topluluğun günahını (bağışlatıp) götürür.” (Feyzü’l-Kadîr, IV, s: 261)

Misafire ikram etmek ve onu en hâlisâne şekilde ağırlamak gerekir. Yedirilecek şeyleri bolca yapmalı, misafiri Hakk’ın kendisine aziz bir emâneti bilmelidir.

Taberânî’de, “Sofra misafirin önünde olduğu müddetçe, melekler ev sahibi için istiğfar ederler.” diye geçer.

Misafiri darıltmamalı, ona hoşça, muhabbetle muâmele etmelidir. Misafiri gücendiren Rabbini gücendirmiş olur. Misafiri güzel sözlerle uğurlamalı, duâsını ganimet bilmelidir.

"MİSAFİR ODALARI" VARDI

Eskiden Anadolumuzun köylerinde, kasabalarında, şehirlerinde dışarıdan gelen misafirleri ağırlamaya yönelik “selâmlık” denilen “misafir odaları” şimdiki tâbirle “konuk evleri” vardı. Buralarda sadece misafir değil, onun binit olarak kullandığı hayvanı da bakıma alınarak yemlenir, istirahat ettirilirdi. Ecdâdımız bu ihtiyaç için hanlar, hamamlar, kervansaraylar, hatta hastahâneler inşa ettirmiş; orada yolcuların, misafirlerin her türlü ihtiyâcı üç gün ücretsiz olarak karşılanmıştır.

Şanlı tarihimiz bu konuda iftihar edilecek bir mâziye sâhiptir. Bugün bunun izleri her ne kadar devam ediyor olsa da eskiyle kıyas dahî edilemez. Eskiler, misafire “Tanrı misafiri” gözüyle bakar, evlerinin en kıymetli yerlerini misafirlere tahsis eder, onun istirahati için hiçbir fedakârlıktan kaçınmazlardı. Misafiri memnun etmek için her türlü yorgunluğa seve seve katlanılırdı.

MİSAFİR AĞIRLAMA SÜRESİ ÜÇ GÜNDÜR

Güzel dînimizde misafirin ağırlanma süresi üç gündür. Üç günden sonraki sürede izzet ve ikram adına yapılanlar sadaka olarak değerlendirilir. Üç gün içinde, bilhassa ilk gün en güzel ikramlar ziyâfet nevinden yapılır, sonraki iki gün için de normal, en halkının rutin yediklerinden ikram edilir. Bu hususta hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Kim Allâh’a ve âhiret gününe îman ederse misafirine ikram etsin. Onun câizesi (ödülü), bir gün ve bir gecedir. Ziyâfet ise üç gündür. Bundan sonrası sadakadır.” (Müslim, Lukata, 15-16)

Eskileri yâd ederken misafirliğin bugüne bakan tarafını da mütâlaa etmek gerekir. Bugün de evlerimizin en seçkin ve en güzel odası “misafir odası” olarak muhafaza edilir. Orası özel günlerde konuklara açılır, tertemiz tutulur. Misafir için hazırlanan sofralarda, evde her zaman pişmeyen, özel yöresel yemekler, tatlılar sunulur. Misafir bir yere götürülse, ona para harcatılmaz. Hattâ, “Burada senin paran geçmez!” latîfesi yapılır. Bir adres sorulsa, yakînen ilgilenilir, gerekirse oraya kadar eşlik edilir. Yani misafire nezâket ve hassasiyetle davranılır.

HANE HALKININ RAHATI BOZULACAK DİYE EVLERDE MİSAFİR İSTENMEZ OLDU

Ancak günümüzde bütün mânevî değerlerde bir kayıp söz konusu olduğundan, hâne halkının rahatı bozulacak diye evlerde artık misafir istenmez olmuştur. İnsanlar bırakın hiç tanımadığı yabancı bir misafiri ağırlamayı, “bencillik” yüzünden, akrabasını, komşusunu dahî evine misafir olarak kabul etmek istemiyor. Misafire eski sıcak ilgi ve alâka kalmadı. Bu insânî bir tutum değildir. İnsanlar arası muhabbetin artması, kardeşliğin gerçekleşmesi, evlerin bereketi için; dînî, millî ve mânevî değerlerimizin muhafazası şarttır. Misafirperverlik, bize şanlı medeniyetimizin güzel bir mîrasıdır.

Yine de ümitliyiz. Milletimizin, devletimizin Sûriyeli mültecileri ağırlanmasındaki ciddiyeti, samimiyeti ve fedâkârlığı 1400 küsur yıl önceki Ensâr-Muhâcir kardeşliğinin hâlâ yaşıyor olduğunu gösteriyor. Kilis, Şanlıurfa, Gaziantep gibi bazı şehirlerimiz, bu hususta öncü olmuş durumda... Cenâb-ı Hak bizlere kendi rızâsı için misafir ağırlamayı ve misafiri sevdirsin. Böylece evlerimize Halil İbrahim bereketi, gönüllerimize bütün peygamberlerin ve bilhassa Halîlullah ve Habîbullah -aleyhimüsselâm- Efendilerimizin misafir muhabbetini ihsân eylesin. Bizleri engin cömertlikle, ihlâsla yapılmış ikrâm ve ihsanlarla rızâsına eren mü’min kulları arasına dâhil eylesin. Âmin.

Kaynak: Nurten Selma Çevikoğlu, Şebnem Dergisi, 139. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.