Mevlânâ Halid-i Bağdadi Hazretlerinin Faziletleri

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri devamlı Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ve tazarrû hâlinde bulunurdu. Sıkıntı ve meşakkatlere tahammül gösterirdi.

Hoşsohbet idi. Latîfesi tatlı, konuşması huzur verici idi. Îzah ve açıklamaları gâyet hikmetli idi. Kalbi metîn, sözü açık ve lisânı akıcı idi. Dullara ve yetimlere kol kanat gererdi. Dâimâ İslâm’a hizmet etmek ister ve her fırsatı değerlendirirdi. Şam’a hicret ettiğinde, yıkılmaya yüz tutmuş pek çok câmiyi ihyâ etti. Oraları, namazların ikāmesi ve evrâd ü ezkâr ile şenlendirir, ilâhî emir ve nehiylere riâyet hususunda halkı irşâd ederdi.[1]

Mevlânâ Hâlid Hazretleri, son derece heybetli ve vakar sahibi idi. Yeme, içme, giyme, uyuma, oturma, kalkma ve diğer fiillerinde Peygamber Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sine titizlikle riâyet ederdi. Hizmetlerinde bulunanlar, onun herhangi bir sünneti veya ilâhî emri terk ettiğini hiç görmediklerini ifâde ederlerdi. Hattâ takvâ sahibi bâzı âlimler, onunla bir sene beraber bulunarak mescide giriş ve çıkışta dâimâ sağ ayağıyla girdiğini ve sol ayağıyla çıktığını gördüler. Onlar da bir kez olsun, sünnete uymayan bir fiiline rastlayamadılar. Bu sebeple pek çok âlim; “Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünneti hususunda emîn bir şahsiyet” diyerek ona intisâb etti.[2]

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri cömertlerin sultânı idi. İhsan ve merhamet sahibiydi. Fakirlere, gariplere, yetimlere, son derece şefkatle infak ve ihsanda bulunurdu. Onların şahsiyetlerini hiç rencide etmezdi. Kötü insanlara bile çirkin söz söylemek istemez:

“–Ben lânetçi olmayı istemem!” buyururdu.[3]

Mevlânâ Hâlid Hazretleri, ilim ve irfanda uçsuz bucaksız bir deryâ gibiydi. Buna rağmen hocaları ve arkadaşlarına karşı çok mütevâzı davranır, çok iyi bildiği pek çok meseleyi bilmezlikten gelerek gurur ve kibirden kendisini muhâfaza ederdi.[4] O, ilmi ile amel eden ulemâ için kâmil bir örnekti. İbadetlerinde aslâ kolaya kaçmazdı. Kanaatkârdı. Zamanını hiç boş geçirmez, en güzel şekilde değerlendirirdi. Her hâliyle övülmeye lâyık, örnek bir şahsiyetti.

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, yetiştirdiği talebelerinden kemâle erip yükselenlerin her birini bir ülkeye gönderirdi. Böylece her tarafa şerîat, tarîkat, hakîkat ve mârifet feyizlerinin dağılmasını temin yolunda büyük hizmet görürdü. Ölü kalpleri Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla canlandırır, mânevî bir bahar ikliminde yaşatırdı. Niceleri, uzak diyarlardan gelip onun talebesi olmaya âdeta can atardı. İrşâdının bereketiyle kalplerdeki dünyevî temâyüller bertaraf olurdu.

Mevlânâ Hâlid Hazretleri’nin nazarları çok güçlü ve tesirli idi. Bir gün yolda yürürken Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu ve gönlüne verdiği ilhâmıyla bir hristiyana nazar eyledi. Hristiyan, o anda mânevî bir cezbeye kapıldı ve ağlayarak Mevlânâ Hâlid Hazretleri’nin peşine düştü. Kendisini kaplayan hidâyet heyecanıyla Hazret-i Pîr’in evine girdi ve o mübârek kapıdan müslüman olarak çıktı. Gönlündeki sürur ve nur, âdeta yüzüne aksediyordu.[5]

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’ın mârifet ve muhabbetindeki ilâhî lezzeti kulların gönlüne aşılamak için çok gayret ederdi. Nitekim şu mânâdaki beyti, onun bu hâlini ne güzel tasvir eder:

“Gönlüm alev içinde, bağrım yanarak, sokak sokak, kapı kapı dolaşırım!

Kimse benim yâr ve diyârımdan âvâre kalmasın diye uğraşırım!”[6]

MANEVİ KIYMETİ

Üstâdı Abdullah Dehlevî Hazretleri, Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri ile alâkalı olarak Rumeli âlimlerine yazdığı bir mektupta, onun sahip olduğu mânevî kıymet ve dereceyi şöyle ifâde buyurur:

“Allah Teâlâ’ya hamd ederim. Rasûlü’ne salât ve selâm ederim. Ey o bereketli Rumeli memleketinin hürmete lâyık, fazîletli âlimleri, kıymetli devlet adamları, kumandanları, hâkimleri ve ileri gelen şerefli ve çok değerli mü’min kardeşlerimiz! Biliniz ki, zâhir ve bâtının fazîlet ve meziyetlerine sahip Mevlânâ Hâlid -Allah Teâlâ ona âfiyet ve selâmet versin- aldığı bir sırrî işaretle, bu hiç sayılan fakirin yanına geldi. Nakşibendî-Müceddidî yolunda el alıp halvette zikir, murâkabe, râbıta ve bu yolun bütün vazifelerini ikmâlde merhaleler katetti. Allah Teâlâ’nın inâyeti ve büyüklerimizin himmetiyle dâimî zikre, uyanıklığa, hiçliğe, vâridâta, mânevî keyfiyetlere ve sırrî hakîkatlere kavuştu…

Bu hâl ve makamlara erişince, kendisine, ümmet-i Muhammed’i irşâd için icâzet ve hilâfet verdik… Onun eli benim elimdir, onu görmek beni görmektir, onu sevmek beni sevmek, ona düşmanlık bana düşmanlık, onu inkâr beni inkârdır… Sizden arzum ve isteğim, ona hürmet ve tâzim göstermenizdir. Bu fakire düşen de onun için hayırlar dilemek, uzun ömürlü olması ve her türlü zarar ve sıkıntıdan korunması için duâ etmektir. Hadîs-i şerîfte:

«İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.» buyrulur. (Beyhakî, Şuab, VI, 117; İbn-i Hacer, Metâlib, I, 264)

Böyle bir kâmil mürşidin orada bulunmasını büyük bir nîmet biliniz! Onu sevmeyi, ona dost olmayı, hukûkuna ve âdâbına riâyet etmeyi vâcip biliniz!

İHSAN MERTEBESİ

İhsân mertebesi, dîn-i mübînin rûhudur. Sübhânallah! İşte Mevlânâ Hâlid’in huzûr ve sohbetinde bu mertebe ele geçmektedir. Bunun yanında âhirete istikâmetlenme ve dünyanın nefsânî arzularından yüz çevirme kolaylığı hâsıl olmaktadır…

Tasavvuf devirlerinin hiçbirinde bu kadar çok feyzin bulunduğunu bilmiyorum. Kendisini takviye edip korumak, ihlâs ve muhabbetle sohbetinde bulunup ondan istifâde etmek lâzımdır. Muhammed Bâkì Billâh Hazretleri’nin talebeleri arasında İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin nasıl apayrı bir yeri varsa, bu fakir ve âciz kulun talebeleri arasında da Mevlânâ Hâlid’in apayrı bir yeri vardır... Allâh’a tekrar tekrar hamd ü senâlar olsun!..”[7]

DİPNOTLAR

[1] İbn-i Âbidîn, a.g.e, s. 323-324.

[2] İbrahim Fasîh, a.g.e, s. 155.

[3] Hasan Şükrü, a.g.e, s. 233, 270.

[4] İbn-i Âbidîn, a.g.e, s. 319; Hasan Şükrü, a.g.e, s. 207.

[5] Hasan Şükrü, a.g.e, s. 233.

[6] M. Es‘ad Efendi, Dîvân-ı Es‘ad, s. 111.

[7] Abdullah Dehlevî, a.g.e, s. 217-220, no: 109.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.