Meşhur Kanije Müdâfaası Nasıl Gerçekleşti?

 Ta­rihteki meş­hur Kanije müdâfaası nasıl gerçekleşti?

Avusturyalılar, Kanije gibi mühim bir kalenin Osmanlı eline geçmesini bir türlü hazmedemiyorlardı. Bu sebeple Arşidük Ferdinand kumandasında 100.000 kişilik bir haçlı ordusu teşekkül ettirdiler.

Almanya, İtalya, İspanya, Fransa, Macaristan, Papalık ve Malta askerlerinden oluşan bu orduda Papalık kuvvetlerinin başında Papa 8. Clementius’un yeğeni Aldoprandini de bulunmaktaydı.

Böylesine geniş bir iştirâkle meydana gelen mağrur haçlı ordusu, zaferden emin bir şekilde harekete geçti ve 9 Eylül 1601’de Kanije önlerine gelip kaleyi muhâsara etti.

TİRYAKİ HASAN PAŞA'NIN ROLÜ BÜYÜK

O sıralarda hayli yaşlı, ak sakallı bir ihtiyar olan Hasan Paşa’nın elin­de kaleyi müdâfaa için sadece 9 bin asker vardı. Ancak o, şecaat ve ce­sa­reti yanında, zekâsı ve bilhassa düşman ordusunu mütemâdiyen şaşırtan harp hîleleriyle meş­hur, mahâretli, emsalsiz bir kumandandı.

Engin tecrübesine ilâveten, aynı zamanda mânevî te’yîde mazhar kâmil bir paşaydı. Dolayısıyla kendilerinden katbekat kalabalık bir haçlı ordusunu kalesinin önünde görünce hiç telâş etmedi. Yiğit askerlerine:

“–Ne kadar kalabalık olurlarsa olsunlar! Bizler, düşmandan korkmadık, korkmayız hiçbir zaman!..” diyerek sıkı bir müdâfaa terti­bâ­tı aldı ve o müthiş harp plânlarını yaparak düşmanın hücûmunu beklemeye başladı.

Elindeki sayısız harp malzemelerine ve kalabalık orduya son derece güvenen Arşidük Ferdinand, kaleye evvelâ öncü kuvvetlerini gönderdi. Maksadı, kaledeki Osmanlı harp gücü hakkında mûlûmat edinebilmekti. Ancak Ferdinand’ın niyetini gâyet iyi anlayan Hasan Paşa, üzerlerine gelen düşmanın öncü kuvvetlerine sadece tüfek atışıyla mukâbelede bulundu.

"İLERLEYİN!"

Böylece düşmana, ellerinde top bulunmadığı intibâını verdi. Buna inanan Ferdinand da, istediği mûlûmatı almış basîretli bir kahraman edâsına büründü ve ordusuna kale burçlarını göstererek:

“–İlerleyin!” diye haykırdı.

Haçlılar, hep birden hücûma geçtiler. Onlar kalede top olmadığından emin bir şekilde iyice surlara yaklaştıklarında ise Tiryâki Hasan Paşa, gizlemiş olduğu yüz topu birden ateşledi. Bir anda ortalık cehennemî bir manzaraya dönüştü. Beklemediği bu hamle karşısında düşman safları darmadağın oldu.

Mağrur haçlı askerleri, müthiş bir korku ve panik içerisinde birbirlerini ezercesine kaçmaya başladılar. Bu dağınıklığı yerinde değerlendiren Hasan Paşa, ikinci hamle olarak kahraman yiğitlerine kale kapılarını açarak düşmana büyük bir darbe daha indirdi. Haçlılar, kendilerini binbir güçlükle Kanije suyunun Zigetvar tarafına atabildiler.

İçine düştüğü tuzak karşısında öfkesinden ne yapacağını bilemez bir hâle gelen Ferdinand, bu defa elindeki bütün topları ateşleyerek kale surlarını amansız bir bombardımana tutmaya başladı.

Buna mukâbil Hasan Paşa, her gün yeni bir harp hîlesiyle düşmanı şaşırtıp zâyiat verdiriyordu. Bu arada Kara Pençe Osman adlı bir yiğidini sadrâzama gönderdi. Sadrâzam, Kanije’ye yardıma yetişeceğini söyledi, ancak yolda İstoni-Belgrad’ın düştüğü haberini alması üzerine zarûreten yön değiştirdi.

HASAN PAŞA'YA ULAŞAN MEKTUP

Tiryaki Hasan Paşa’ya da, bir mektupla Belgrad kalesindekilerin kılıçtan geçirilip çocuklara dahî işkence edildiğini, bu sebeple oraya gitmek mecbûriyetinde olduğunu, dolayısıyla Kanije’ye yardıma gelemeyeceğini ifâde ederek çaresiz bir şekilde sadece «Allah yardımcınız olsun!» duâ ve niyâzında bulundu.

Bu haberle kendi başlarına mücâdeleyi devam ettirmek durumunda kaldığını gören Hasan Paşa, gelen mektuptan kimseye bahsetmedi. Yiğitlerinin hâlet-i rûhiyeleri bozulmasın diye, ordu-yi hümâyûn’un imdâda yetişeceği yolunda ifâdeler kullandı.

Diğer yandan da sadrâzama verilmek üzere, kasden, Kanije’de asker ve mühimmat yönünden hiçbir ihtiyaçları bulunmadığı şeklinde bir kısım mektuplar tertipletti ve bunların düşman eline geçmesini sağladı. Böylece günlerdir netice alamayan haçlıların hâlet-i rûhiyelerini alt-üst edip düşmanda kendilerine karşı hücûm etmeye âdeta cesaret bırakmadı.

Yine de durum Kanije kalesi açısından pek iç açıcı değildi. Kaledekiler, gündüz hamlelerine ilâveten geceleri de boş durmayıp gündüzleyin top ateşiyle delik deşik edilen surları tamir ile uğraşıyor, neticede bir lâhza dahî istirahate fırsat bulamayarak, âdeta insanüstü bir güç sarf ediyorlardı.

KENDİ BARUTUMUZU KENDİMİZ İMÂL EDELİM

Bütün bu gayr-i müsâid şartlara rağmen Hasan Paşa, îti­dâlini kaybetmeden müdâfaayı idâre ediyordu. Ancak barutları tükenmeye başlamıştı. Bu ise, önüne geçilmez bir mağlûbiyete sebep olabilirdi. Paşa, nâçâr bir şekilde ne yapacağını düşünürken durumu fark eden bir yiğit çavuş yanına yaklaştı. Hafif bir sesle:

“–Paşam! İzin verirseniz kendi barutumuzu kendimiz îmâl edelim.” dedi.

Uzun Ahmed adında bir çavuştu bu. Pek çok mahâretleri vardı. Hasan Paşa, hayret ve heyecanla:

“–Ne diyorsun evlâdım? Bu iş nasıl olur?...” dedi.

Uzun Ahmed:

“–Paşa babam! İşte şu söğüt ağaçları var ya, onlar bizi epey barutsuz komaz. Yeter ki Mevlâ’m sizi başımızdan eksik etmesin.” dedi.

Paşa, sevinçle:

“–Peki oğlum! Göster öyleyse kendini! Cenâb-ı Hak yardımcın ola!..” diyerek hemen işe koyulmasını emretti.

Ahmed Çavuş, sıkı bir şekilde üç gün çalıştı ve bol miktarda barut îmâl etmeye muvaffak oldu. Bu sırrı kendisine öğreten ustasına da Fatihalar yolladı. Denilir ki, Osmanlı’nın söğüt ağacına olan sevgisi buradan kaynaklanmaktadır.

Bu sırada haçlı ordusuna yeni bir ilhâk daha oldu. Belgrad kalesini zapteden Arşidük Mathias, Avusturya ordusuyla birlikte Kanije önlerindeki haçlılara yardıma gelmişti. Bu takviye ile cesaretlerini toplayan haçlılar, artık kendilerine mukâvemet edemeyeceğini düşünerek Hasan Paşa’ya:

“–Teslim ol!” teklifinde bulundular.

GAZİLERİM DÜŞMANIN ÇOKLUĞUNA BAKMAYIN

Hasan Paşa’nın bu teklife top ateşi ile karşılık vermesi üzerine de topyekûn şiddetli bir hücûma geçtiler. Aralarında burçlara çıkabilenler dahî görüldü. Ancak dâsitânî bir müdâfaa gerçekleştirerek mukâvemet eden Kanije arslanlarını aşıp da kaleye giremiyorlardı. Başı daralan her gâzinin yardımına koşan Hasan Paşa, yaşından umulmayacak bir zindelikle gayret gösteriyor ve şöyle diyordu:

“–Gâzilerim! Düşmanın çokluğuna bakmayınız. Onlar îmandan mahrum, biz ise îmânın nûru ile dopdoluyuz. Ta­rih boyunca nice az sayıdaki mü’minler, Allâh’ın izniyle çok sayıdaki münkirlere galebe çalmıştır. Yine öyle olacaktır bi-iznillâh. Hem bu yolda ölürsek şehîd olur Cennet’e gider, kalırsak gâzilik rütbesi ile müşerref oluruz. Bugün yiğitlik günüdür. Fî-sebîlillâh cihâd üzereyiz. Hamle eyleyin; zafer, Allâh’ın izniyle yakındır!..”

Bu heyecanlı ifâdelerle daha bir vecde gelen kahraman gâziler, öyle bir mukâvemet sergilediler ki, nihâyet haçlılar, aralarında Papa’nın yeğeni Aldoprandini’nin de bulunduğu binlerce ölü bırakarak geri çekilmek zorunda kaldılar.

Tiryâki Hasan Paşa, şükür secdesine kapandı ve yiğit gâzileri tebrik ederek şunları söyledi:

“–Evlâtlarım! Mâlûmunuzdur ki, küffârın muhâsarası Âlemlerin Efendisi’nin dün­yayı teşrif ettiği 12 Rebîülevvel gecesi başlamıştı. İmdi Cenâb-ı Hakk’ın o mübârek gece hürmetine müslüman kullarını inşâallâh küffâr karşısında mağlûp ve perişan eylemeyeceği de mâlûmunuz ola! Yeter ki biz mücâhidler, îman ile kılıçlarımızı kavî tutalım!”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.