Merhamet Ahlakı

Allah dostlarının en önemli prensibi Allah’ın emirlerini tazim, kullarına da şefkat göstermektir. Onların Hakka samimi ibadetleri pek çok yazının konusu olmuştur, onların oruçları, halvetleri, namazları güzel olduğu gibi Allah’ın kullarına olan şefkatleri de dikkat çekicidir.

Sufilerin dini hayatta dikkat ettikleri en önemli husus bilmek değil, bulmak ve olmak, sadece öğretmek değil bizzat yaşamaktır. Yüce Rabbimizin Cuma suresinde ilmiyle amel etmeyenleri kitap yüklü eşeklere benzetmesi (Cuma, 5) ve yine Saf suresinde “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz” (Saf, 2) buyurması sufilerin bu husustaki delilleri olmuştur. Bu ayetlerin ışığında onlar, İslam’ı ihsan seviyesinde; Hakkın huzurunda bulunduğumuzu biran olsun unutmama şuuru ile yaşamayı hedeflemişlerdir. Durum böyle olunca Allah dostları sufiler Kuran ve sünnetin yüce ahlâkını en güzel şekilde zamanlarına taşımaya gayret etmişlerdir. Zaten onlara göre kendisine amelin eşlik etmediği dini bilgi, kuru bir bilgiden ibarettir, İmam Rabbani bu durumu şu beyit ile ifade eder:

Kendinden haberi yoksa bir kimsenin, Ne kıymeti vardır şundan bundan haber vermesinin.(Mektubat, 101m.)

GÜZEL AHLAKA KAVUŞMAK

İmam Rabbani’ye göre seyr u sülûkun aslı güzel ahlâka kavuşmaktır.  Hatta ona göre Nakşilerin ilk halkası olan Hz. Ebu Bekir (ra) diğer sahabeleri Peygamberimizin (sav) ahlâkını yaşamadaki başarısı ile geride bırakmıştır: “Hazret-i Sıddîk (r. a.), Efendimiz’in (s.a.v) ahlâkıyla gerçek anlamda ahlâklanması ve onda fânî olması sebe­biyle bu yola ulaşma konusunda diğer sahabeler arasında ayrıca­lıklı bir yer edindi.” (Mektubat, II, 290. M)

Bu yazımızda sufilerin günümüzde ve tarihte yaşanmış güzel ahlâk menkıbelerinden bazılarını sizlerle paylaşmak istiyoruz ki İslam’ın her zaman ve zeminde yaşanabileceğinin canlı örneklerini yakînen görelim. Peygamberimizin yüksek ahlâkından bahsetmedik zira onun ahlâkına zaten Yüce Kitabımız “şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin” (Kalem,4) diyerek şahitlik etmiştir. Bizim amacımız Peygamber Efendimizin ahlâk mucizesinin tarihte kalmadığını, dünden bugüne yaşana geldiğini okuyucularımızla paylaşmaktır. Umulur ki bizler de her günden daha çok ihtiyaç duyduğumuz bu ahlâk seferberliğine katılırız.

Allah dostlarının en önemli prensibi Allah’ın emirlerini tazim, kullarına da şefkat göstermektir. Onların Hakka samimi ibadetleri pek çok yazının konusu olmuştur, onların oruçları, halvetleri, namazları güzel olduğu gibi Allah’ın kullarına olan şefkatleri de dikkat çekicidir.

AHLAKİ DİKKAT OLMADAN MANEN TERAKKİ OLAMAZ

Musa Topbaş hazretlerinin buyurduğu üzere ahlâkî dikkat olmadan manen terakki olamaz:

“Çok kimseler zannederler ki manen terakki etmek, yalnız fazla ibadetledir… Çok kimseler vardır ki, bunların nafile ibadetleri çoktur. Daimi oruçludurlar, daimi gece namazlarına devam ederler. Fakat harama helale dikkat etmeyip, islamî ahlâk ile mütehallik olmağa gayret etmezler, boş zamanlarını dedikodu, gıybet ile geçirirler… Halbuki bunlar keşke nafile ibadetlerini azaltsalar da ahlâklanma hususunda gayret edib hak hukuk mevzuunda uyanık olsalar”

Hem Rabb’e karşı kulluğunu güzel yapan hem de onun kullarına hizmet eden sufilerden Ubeydullah Ahrar hazretlerine kulak verelim:

“Semerkand’da Mevlânâ Kutbüddîn Medresesinde, iki-üç hastanın hizmetini üzerime almıştım. Hastalıkları arttığından, yataklarını kirletirlerdi. Ben onları elimle yıkayıp, çamaşırlarını giydirirdim. Devamlı hizmet ettiğim için, hastalıkları bana da geçti ve yatağa düştüm. Bu hâlimle bile, birkaç testi su getirip, hastaların kirlerini yine ben yıkamaya devam ettim.” (Reşahat)

Nakşibendiliğe adını veren Bahaddin Nakşibendi hazretleri de şefkat ve hizmet yoluyla manevi terbiye görmüştür. Yedi yıl insanlara, yedi yıl hayvanlara ve yedi yıl da yolların temizliği ile manevi terbiyeden geçen Bahaddin Nakşibend hazretlerine Mürşidi Emir Külâl Hazretleri şu tavsiyede bulunmuştur:

“Gönül almaya bak; güçsüzlere hizmet et! Zayıfları, gönlü kırıkları koru! Onlar öyle kimselerdir ki, halktan hiçbir gelirleri yoktur. Bununla beraber, onların birçoğu tam bir kalp huzuru, tevazu ve eziklik içinde kalıp giderler. Böyle kimseleri ara bul ve onlara hizmet et!”

Tasavvuf yolunun büyükleri sadece insanlara değil aynı zamanda hayvanlara da büyük bir merhamet göstermişlerdir. Bunun güzel örneklerinden şu menkıbe gerçekten bizlere yol göstericidir. Beyazid-ı Bistami uzun bir yolculuğu esnasında bir ağacın altında mola verir. İhtiyacını görür, sonra devesine biner ve uzun bir süre daha yol alır. İhtiyaç için verdiği ikinci molasında çıkınının içinde iki tane karınca bulur. Eyvah der bu iki karıncayı vatanlarından ayırdım, der ve devesine biner uzunca bir yolu sırf bu iki karıncayı yuvalarına bırakmak için göze alır. Zira karıncalar da bizim gibi birer canlıdır ve onlar adına Kuran-ı Kerim’de  bir sure inmiştir. Günümüzde hayvanlara işkence yapıldığını onlara kötü davranıldığını üzülerek görüyoruz hâlbuki sufiler Kuranın merhamet emrini ve Peygamber Efendimizin tüm canlılara karşı olan engin sevgisini bu şekilde kendi zamanlarına taşımışlardır.

BİR KÖPEĞE BİLE BU KADAR MERHAMET EDEN MÜSLÜMAN

Bu konuda benim de bizzat şahit olduğum başka bir yaşanmış hikâye de şudur. Avustralyalı bir hanımefendi eşiyle beraber Müslüman oluyor ve bir Arap ülkesinde İngilizce öğretmenliği yaparak hayatlarını idame ediyorlar. Ne var ki bu ülkede bazı cahiller sokaktan geçen kedi ve köpeklere silahları ile ateş ediyor, canlı hedef üzerinde atış talimi yapıyorlar. Hâlbuki bu hareket Peygamber Efendimiz tarafından yasaklanmıştır. Bu durumun İslam’da yasak olduğunu bilmeyen bu hanım, gördüğü bu merhametsizlik karşısında şüpheye düşüyor, acaba bu din acımasızlığı mı emrediyor şeklinde vehimlere kapılıyor.

Ruhunda bu çatışmalar devam ederken eline, Mahmud Sami Ramazanoğlu’nun hayatını anlatan “Sultanü’l-Ârifin, Mahmud Sami Ramazanoğlu” adlı kitabın İngilizcesi geçiyor. Herkesin malumu olan bu eserdeki “dışarıda birisi var ve aç, ona yemek verin” hadisesini okuyor. Hazret dışarıdaki köpeğe sanki bir insan gibi muamele yapıyor, onun açlığını fark edip Musa Efendi’den bu hayvancağızı doyurmasını istiyor. Bunu yaparken de son derece nazik bir dil kullanıyor. Bu Allah dostunun garip bir köpeğe karşı gösterdiği duyarlılık ve nezaketi, Avustralyalı hanımın dinimizle alakalı şüphelerini gidermeye yetiyor, onun imanını kurtarıyor. ‘Bir köpeğe bile bu kadar merhamet eden Müslüman acaba insanlara karşı ne kadar merhametlidir?’ diyerek tekrar İslam’a dört elle sarılıyor.

Sufilerin güzel ahlâkı insanları, tüm canlıları ve hatta cansız görünen varlıkları bile içine alan derin bir anlayıştır. İbn Arabi hazretleri sert bir taş ile yumuşak taşların rahatsız edilmemesini tavsiye eder. Yine zikirlerinden kesilmesin diye Şeyhi Üftade hazretlerine solmuş bir çiçek götüren Aziz Mahmut Hüdayi’nin menkıbesi çoğu okuyucumuzun malumudur. Şeyhi bu hareketin sebebini sorduğunda ona şu cevabı vermiştir:

“–Efendim! Size ne takdîm etsem, azdır!.. Ancak koparmak için hangi çiçeğe elimi uzattıysam onu “Allah Allah” diyerek Rabbini tesbîh eder hâlde buldum. Gönlüm onların bu zikirlerine mani olmaya razı gelmedi. Çaresiz ben de elimdeki şu tesbîhine devam edemeyen çiçeği getirmek zorunda kaldım!..”

TÜM CANLILARA VE TABİATA MERHAMET

Modern hayat tarzı sadece insanı değil tüm canlıları ve tabiatı da tehdit etmektedir. İnsanların aşırılıkları yüzünden denizler, nehirler, dağlar ve ormanlar kirlenmekte, adeta hepsi insanın zulmü altında inlemektedir. Yunus Emre çoğumuzun bildiği ilahilerinde çiçekler ile konuşmakta, dağlar ve taşlar ile Rabbini zikretmekte, tüm varlık ile dostça yaşamaktadır. Sufilerin ahlâkı kâinattaki tüm varlıkları içine alan bir merhamet ahlâkıdır. Denizden bir katre misali vermiş olduğumuz bazı canlı misallerle bu ahlâkın günümüzde de tatbik edilebileceğini görmüş olduk. Büyük sufileri büyük yapan kerametleri değil, en büyük keramet olan istikamet ve güzel ahlâkları olmuştur.

Rabbimizden niyazımız Peygamber Efendimizin mükemmel ahlâkını yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere günümüze taşımayı bizlere nasip etmesidir. Ziya Paşa’nın veciz olarak ifade ettiği üzere insanın dini kemalatı boş sözlerinde değil yaptığı işlerde ve davranışlarında gizlidir:

Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 389

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.