Manevi Yolda En Büyük Tehlike 'benlik'

Balıkesir Bandırma’nın manevi büyüklerinden Tahsin Yatman Amca Hakk’ın rahmetine kavuştu. Cenazesi 29 Kasım 2018 Perşembe günü ikindi namazına müteakip Bandırma Haydarçavuş Camii’nden kaldırılacak. Merhuma Mevla’mızdan rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ederiz. Kendisi ile iki yıl önce Altınoluk Dergisi’nde yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

92 yaşındaki bir insanın yüzü ancak bu kadar güzel olabilir. İman ve irfan nuruyla pırıl pırıl parlıyor. Kalbi yüzüne vurmuş bir Allah dostuyla beraberiz. Bu dupduru simâdan sekînet ve huzur akıyor. Diyorsunuz ki, ‘bu yüzün sahibi değil yanlış yapmak, aklından hiç kötülük bile geçirmemiştir’.

Onu görünce Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretleri’ni görmüş gibi oluyorsunuz. Saçı, sakalı, siması tamamen Sami Efendi Hazretleri olmuş. Bunu kendisine söyleyince; “O benim hem anam, hem babam, hem mürşidim. Elbette benzeyeceğim. Çünkü hayatım boyunca onun haberi olmadan bir adım bile atmadım kardeş” diyor. Zaten kendisini dinledikten sonra şu kanaate sahip oluyorsunuz; “Tahsin amcayı tek kelimeyle özetleyin” deseler “Teslimiyet” dersiniz.

Yaşadıklarını o kadar tatlı ve akıcı bir şekilde anlatıyor ki dinlemeye doyamıyorsunuz. Hafızası dipdiri. Kendisini dinlerken sanki size “İyi bir derviş nasıl olur?” u tasvir ediyor. “İşte tertemiz ve mutluluk dolu bir hayat bu. Bu cemaatin iyi dervişleri yaşlanınca hep böyle güzel insanlar oluyorlar” diye düşünüyorsunuz.

Bir de Sami Efendi’nin evlatlarının hepsinde ortak özellik olarak çok kuvvetli bir azîmet ve takva hayatını görüyorsunuz. Artık Sami Efendi Hazretleri nasıl bir aşı verdiyse...

Tahsin Yatmaz amcayı H. Murat Karaman Bey ile birlikte Balıkesir’de bir yakınının evinde ziyaret ettik. Tahsin amcamız için Rabbimizden hayırlı ibadet ömürleri niyaz ediyoruz. Kendisinden Ümmet-i Muhammed için dua talep ediyoruz.

TESLİMİYET TİMSALİ BİR DERVİŞ

Selman TAN: Efendim bu sohbetlere genellikle nerede doğduğunuz, pederiniz, valideniz ile ilgili bilgileri alarak başlıyoruz. Böyle başlayabilir miyiz?

Tahsin YATMAZ: Keşan’da doğduk. Rumi 1340, miladi 1924 yılı. Babam Malkara’lı annem Keşan’lı. Dedemin fabrikası vardı, aile işletmesiydi. 9 yaşındayken babam öldü. İlkokulu Keşan’da, ortaokulu Edirne’de okudum. Sonra Orman Meslek Lisesi’ne gittim. 1945 yılında yedeksubay olarak Sapanca’da askerlik yaptım. Sonra bizi Tarsus’un Cehennem Deresi’ne Orman mühendisi olarak tayin ettiler. İlk vazifem orasıydı. Namrun Yaylası’na yakın bir yerde. Vazifem Toroslar’da Orman Bölge Şefliği’ydi.

Namrun Yaylası Sami Efendi Hazretleri’nin fırsat bulduğu zaman çıktığı yerdir. Adanalı Hasan Efendi’nin de orada yayla evi vardı.

Tayinim çıkınca gideceğim yerin ismi Cehennem Deresi olduğundan dolayı endişe ettim. Başka bir meslek tutabilirim diye düşündüm. Fakat Allah’ın hikmeti gittim. Gitmemde de bir hayır varmış başka türlü Efendi Baba’yı bulamazdım.

S. TAN: Nasıl buldunuz efendim?

YATMAZ: Şimdi kardeş hidayet de maneviyat da nasip meselesi. Askerden sonra namazlarım alacalı vaziyette, tasavvufa dair de hiçbir bilgim yoktu. Görmemişiz, bu noktalarda Trakya zayıftır.

Cehennem Deresi’nde çalışırken Tarsus’a inmiştik. Yanımdaki arkadaşım ertesi gün izne çıkacaktı, saatini yaptırmak istedi. Birkaç saatçiye sorduk hepsi ‘iki gün veya üç gün sonra gel’ dediler. Kimisi 3 lira kimisi 5 lira istiyor ama bugün yaparım, diyen olsa yine vereceğiz fakat o gün yapan yok. Tam ayrılacağımız sırada tanımadığımız bir şahıs bize dedi ki; “Kardeşim Emniyet’in altında saatçi Mehmet Efendi var, ona gidin.” Gidip bulduk, saati inceledikten sonra bize “İkindi namazından sonra gelip alabilirsiniz, ücreti 1 liradır” dedi. Hem o gün yapıyor hem de ücreti 1 lira. Zan kötü bir şey. Arkadaşla birbirimize bakıştık ve ‘bu amca bizden para mı almak istiyor acaba?’ diye düşündük ama yine de saati bıraktık çıktık.

İkindi namazından sonra saatçi Mehmet Efendi’nin yanına gidince bize; “Ben size 1 lira demiştim ama...” deyince ne akla gelir? ‘Bunun ücreti 3 lira veya 5 liradır diyecek’ diye düşünerek biz hemen “Amca pazarlık yaptık” dedik. “Oğlum bir dakika” dedi. “Ben size 1 lira demiştim ama filan çark kırıktır düşüncesiyle öyle söylemiştim. Halbuki içine bir kıl girmiş onu alıp temizledim, yağ damlattım bu yüzden benim hakkım 25 kuruştur” dedi. Biz bunun üzerine “Yok amca 1 lira alacaksın” diye ısrar edip parayı verince biraz da kızarak çekmecesinden üç tane 25 kuruşluk çıkardı ve bize “Burada Danyal aleyhisselam yatıyor, orada meczuplar var, gider onlara verirsiniz hem size sevap olur hem bana sevap olur” dedi. Biz şimdi ne umduk ne bulduk.

Sonra saatimizi aldık çıkarken arkadaşıma “Senin işin bitti o yüzden ayrılabilirsin” dedi. Sonra bana döndü ve “Sen biraz daha oturmak istemez misin kardeş” dedi. Böyle insanın yanında kim oturmaz. Allah için tasavvufa dair öyle şeylerden bahsetti ki her biri ok gibi içime oturdu. Allahuekber. “Oğlum ara sıra yayladan geldikçe bana uğrayacaksın değil mi?” dedi.

Yayladan her Tarsus’a inişimde yanına uğramaya başladım. O gün veya birkaç gün önce hangi rüyayı gördüysem aynen bana rüyalarımı söylüyor, sonra tabirini yapıyordu. Acaip bir durum. Muhabbet artınca her uğrayışta çok şeyler almaya başladım. Büyük bir zat idi. Maneviyatın tadını alınca artık teheccütleri de kaçırmaz olmuştum. Sonradan öğrendim Erenköy vazifelisi Abdulkadir Efendi’nin abisiymiş. Abdülkadir ağabey saatçi Mehmet Efendi’nin ders alması için Sami Efendi’ye müracaat ediyor Sami Efendi “Ona dokunmayın o üveysîdir” buyuruyor. Hakikaten çok yaman adamdı.

Bana bir gün “Evladım senin şeyhin Allahu alem Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretleri olacak ama burada Hoca Hamza Efendi isimli büyük bir zat var, teberrüken onunla görüş, onun hayır duasını al” dedi. Gittik, çok yaşlı ve mükemmel bir zattı. Sami Efendi’nin de akrabasıymış. Bana verdiği dersleri çekmeye başladım. Çünkü Cehennem Deresi ‘nin etrafında köy yok, yol yok, tamamen istihsal bölgesi ve yalnızım. Aradan iki sene geçti.

Merkezimiz Mersin’de olduğu için oraya gelmiştim. Akşam namazını kıldıktan sonra cemaatten birisi bana “Akşam yemeğine bize davet etsem gelir misiniz?” dedi. “Gelirim” dedim ve gittik. Yemekten sonra bana “Ne sen beni tanıyorsun, ne de ben seni. Hadi yemeğine bir zehir koysam ne yapacaksın. Neye güvenerek geldin?” dedi. Fellah ta çok o taraflarda. Ben de “Senin siman kötü bir insan siması değil” dedim. Bana “Yarın seni bir yere götürsem gelir misin?” dedi. Ben de “Bugün nasıl geldiysem yarın da gelirim. Sadece şartım pazartesiye işe beni yetiştirmendir” dedim.

Ertesi gün otobüse bindik Allah için nereye gideceğimizi bilmiyorum. Tarsus’a gelince bana “Kardeş nereye gideceğimizi sormayacak mısın? dedi. Ben de kendisine “Hayır” dedim. “Madem sen sormayacaksın ben söyleyeyim, Adana’ya benim şeyhim Sami Efendi Hazretleri’ne gidiyoruz” dedi. Saatçi Mehmet Efendi’nin sözü yerini buluyor diye düşündüm ve sevinç içinde yol arkadaşıma “Ver senin elini öpeyim” dedim. Bana “ Niye?” diye sordu. Ben de kendisine “Ben şimdiye kadar sana niye diye hiç sordum mu? dedim.

Adana’da bir camide imam efendinin odasına gittik. Görüşmek için gelenler daire şeklinde oturmuş bekliyorlardı. Yunus baba isimli çok yaşlı bir zat yanımızdan bir kişiyi Efendi Baba’nın evine götürüyor geri dönünce bir kişi daha alıp gidiyordu. Ben zahirde oturuyordum ama heyecan içinde içimden hep “Sami Efendi beni çağırsa” diye feryad ediyordum. Diğer bekleyenlerin yanında ayıp ama yaptım, kendime engel olamıyorum, ‘illa beni çağırsın’ diye niyaz ediyordum. Yunus baba geldi ve “İhsan’la gelen Tahsin isminde birisi varmış Efendi Hazretleri onu çağırıyor” dedi. Ben yanımdaki kardeşin isminin İhsan olduğunu da orada öğrendim. İsmini hiç sormamıştım. Heyecanım bir kat daha arttı. Çünkü Efendi Baba beni tanımadığı halde ismimle çağırıyordu. Arkadaşım İhsan’ın oraya geldiğini ikimizden başka bilen yok. Allah razı olsun o İhsan Bey de uyanık bir kardeşmiş ki beni aldı evinde misafir etti, sonra Efendi Baba’nın yanına götürdü.

Huzuruna girdik, karşısına oturdum. Efendi Baba “Herhangi bir vazifen var mı?” diye sordu. Ondan ders almak istiyorum fakat senin Tahsin olduğunu, seninle birlikte gelenin İhsan olduğunu bilen bir insan herhalde önceden bir ders aldığımı da bilir diye düşündüm. Durumu anlatınca kendisi “Hamza Efendi benim sülalemden yakın akrabamdır. O büyük bir velidir ve onun ders verdiğine ben ders vermem” dedi.

Saatçi Mehmet Efendi’nin bir çok söylediğinden biliyorum o yalan söylemez. Söylediği tahakkuk edecek inşallah ama nasıl olacak. “Efendim ben ders almak için geldim” dedim. Israr etmek te sünnetmiş ben de ısrar ettim. Cahil cesur olurmuş. Yine muvafakat etmedi. Sonrasında dedim ki “Efendim benim canım böyle istiyor.” Bunun üzerine gülümseyerek “Yok yok bizim canımızın istemesi lazım” dedi. İş pazarlığa döküldü. Vakit saat gelmiş ki huzurunda açtım elimi “O zaman Allah size istetsin Efendim, sizin de benim de sahibimiz O” dedim. Tekrar tebessüm etti, başını bir müddet önüne indirdi sonra “O zaman istihare yapalım ve bir ay sonra gelelim” buyurdu.

Bir ayda dört cuma gecesi, dört pazartesi gecesi var. O sırada Fındıkpınarı Yaylası’nda şeflik yapıyorum. Döner dönmez istiharelere başladım. İlk istiharede göreceğimi gördüm, hemen Adana’ya gitmeyi arzu ettim ama imkan olmadı bir ay gidemedim. Sekiz istiharenin sekizini de yaptım ve gördüm. Tam bir ay bitti tekrar merkeze vazifelendirildim. Hem harcırahımı aldım, hem işimi gördüm, hem de Adana’ya gittim. Beni görür görmez “Hoşgeldin bugün tam bir ay oldu mu?” dedi. “Günü gününe tam bir ay oldu Efendim” dedim. “Anlat o zaman rüyanı” dedi. Anlattım.

S. TAN: Rüyada ne görmüştünüz?

YATMAZ: Bir at yarışı yapılıyor, ben de doru bir ata binmişim elhamdülillah menzili maksuda ulaşıp yarışı kazanıyorum. Sonra “Diğer rüyamı da anlatayım mı Efendim?” dedim. “Peki anlat” dedi. Bu şekilde diye diye sekiz rüyamı da kendisine anlattım. Arada “Ne varsa hepsini anlat da sende rüya bitsin” dedi. Hakikaten bende ondan sonra rüya görmek bitti. Görürsem sağlam bir rüya görürüm ama haricen rüya görmem. Rüyalarımı Efendi baba bitirdi, benim intisâbım da böyle oldu.

S. TAN: Sonra devamlı ziyaretine gitmeye başladınız herhalde.

YATMAZ: Dağlarda çalıştığımız için arkadaşlarla aynı odada kalırdık. Dersi yapmak biraz zahmetli olurdu fakat bir gün bile dersimi bırakmadım. Kontrole geldiğim zaman kendisine dersi çekmemin biraz zahmetli olduğunu ifade edince “İleriye doğru daha iyi olur” dedi. Böyle diye diye bizi senelerce idare etti Allah razı olsun.

Üç sene kadar her hafta sonu veya 15 günde bir ziyaretine gittim. Sonra kendisine “Efendim ben Trakyalıyım tayin istesem mi?” diye sordum. “Müracaat edebilirsin” dedi.

1950 senesi Bandırma’ya tayinim çıktı. Bunun üzerine tekrar yanına gittim “Efendim tayinim Bandırmaya çıktı fakat ben burada haftada bir yanınıza geliyorum. Bandırmaya gidersem yanınıza gelmem hayal olur, şimdi ne yapayım tekrar müracaat edip iptal ettireyim mi?” diye sordum. “Sen git inşallah yakında biz de o taraflara geleceğiz” dedi. Tahminen bir sene olmadan İstanbul’a hicret etti Soğanağa’ya, Laleli’ye yerleşti. Sonra elhamdülillah İstanbul’da görüşmeye başladık.

S. TAN: Adana’dayken Sami Efendi Hazretleri ile yaşadığınız ve unutamadığınız hatıralarınız varsa bizimle paylaşır mısınız?

YATMAZ: Bir pazar günü bir sebepten gündüz Efendi Baba’yı ziyarete gidemedim. Akşama doğru evinin yakınına gittim ve hizmetindeki Ahmet amcayı buldum. Ona “Bu saatten sonra ziyaretin imkanı yok ama yarın Efendi Baba’ya kendisini ziyarete geldiğimi söyler misin?” dedim. Akşam namazı için hazırlık yaparken Ahmet amca geldi ve “Tahsin hadi Sami Efendi seni çağırıyor” dedi. O saatte Efendi Baba kimseyle görüşmez. Olacak iş değil ama hayırdır inşallah dedim. Tam yanlarına giderken üç kişi yanımıza gelip Efendi Baba’yı ziyaret etmek istediklerini hacca gideceklerini ve vakitlerinin olmadığını söylediler. Ben Ahmet amcaya “Belki ben bu abiler sebebiyle içeri girebiliyorum, belki onlar benim sebebimle, o yüzden mesuliyet bana ait Sami Efendi’ye bu abileri götürelim” dedim.

Birlikte içeri girdik. Efendi Baba hepimize yarım saat kadar sohbette bulundu. Onlara hacda dikkat edecekleri hususları anlattı. Devam etmeleri gereken evrâd u ezkâr tavsiyelerinde bulundu. Anlattıkça ben devam etsin istiyorum. Sonra hafif öne doğru eğildi. O öyle yaptığı zaman artık yanında duramazdınız. Müsaade istedik. Evden ayrılırken her zamanki adeti olduğu üzere kapıya kadar uğurladı. O üç kişi önden çıktıktan sonra Efendi Baba bana “Sen kal” buyurdu. Meğer validemiz yayladalarmış akşam yemeğini yanında kalan müftü müsevvidi Mehmet Efendi’yle birlikte kendi elleriyle hazırlamışlar ve birlikte yiyeceklermiş. Üçümüz sofraya oturduk.

Efendi Baba önümüze konan toprak çanak içindeki yoğurdu işaret ederek “Yoğurt şifadır, bütün tabipler yoğurt tavsiye ederler, yoğurttan yeyiniz, biz her sofrada bulundururuz, inşallah bundan sonra sen de yersin” buyurdu. Ben o zamana kadar hayatım boyunca ne yoğurt, ne de peynir yemişim. Fakat Efendi Baba böyle söyledikten sonra vallahi zehir olsa yerim. O gün o yoğurdu yedim ve o gün bugündür yoğurda devam ederim. Rahmetli anacağızım “Keşke o sofrada yoğurdun yanında peynir olsaydı da peynir yemeye de başlasaydın evladım” derdi.

Peynir olarak sadece kaşar peyniri yedim, başkasını yiyemedim. Bir gün kahvaltıda Musa Efendi Hazretleri ile birlikteyiz. Herkese kendi elleriyle beyaz peynir dağıtıyorlar. Sıra bana gelince kaşar peyniri tabağını alarak benim tabağıma kaşar peyniri koymuştu. Allah rahmet eylesin.

S. TAN: Efendim simanız, sakalınız, herşeyiniz Sami Efendi Hazretleri’ne ne kadar çok benziyor. Bir ömrü onun muhabbetiyle geçirdiğiniz için midir?

YATMAZ: Ne kadar kulluk yaptıysam onların sebebiyledir. Ne kadar güzellik gördüysem yine o büyük zatın bereketidir. Onlardan ne gördüysem onu yapmaya çalıştım. Mesela Efendi Baba çorbasına kırmızı biber atardı onu gördüğüm gün ben de atmaya başladım. Aynileşme oluyor. Bizim kârımız onları seviyor olmamız. Bu işin başlangıcı da sonu da sevgi ve teslimiyettir. Onlarla beraber olmak, onlar gibi yaşamaya çalışmak kolay değildir ama, yapabilirsen kazanırsın. Rabbim şefaatlerine bizleri dahil etsin. Allah için şu an onlar bizden uzak değiller bunu böyle bilelim. Rabbim bizleri ahirette de beraber eylesin.

S. TAN: Efendim ayrıca yaşadığınız dönemin büyük zatlarıyla birlikte olmuşunuzdur. O zamanlardan faydaya medar olacak anlatabilecekleriniz var mıdır?

YATMAZ: Bir gün İstanbul Çarşamba’daki Ali Haydar Efendi’yi ziyarette Efendi Baba ile birlikte bulunmuştuk. Ali Haydar Efendi, Sami Efendi Hazretleri’nin yanındaki Alemdar abiye bir soru sordu. Alemdar abi Sami Efendi’ye baktı, Sami Efendi gözlerini yere indirdi. Bunun üzerine sorunun cevabını Ali Haydar Efendi kendisi verdi. Hasbıhal bir müddet devam etti. Sohbetin sonunda baktık ki terden sırılsıklam olmuşuz. O iki büyük zatın heybeti odayı kaplamış kimseye yer kalmamıştı.

Allah rahmet eylesin Ladikli Ahmet ağa ile ilgili bir hatıra anlatayım. O zaman yeniyim. ‘Bir Ahmet ağa var şöyledir, böyledir’ diye duyunca biz de yeni olunca etkilenmişiz onu göreyim arzu ettim. Hiçbir şeyi mümkün mertebe Efendi Baba’dan habersiz yapmamaya çalışırdım. Kendisine bunu söyleyince gülümsedi ve “Selam söylersin” dedi.

Konya’ya varınca bir camide ikindi namazını kıldım, vaazı dinledim, camiden çıkınca vakit ilerlediği düşüncesiyle, Ladik’e yarın giderim dedim. Baktım kapıda iki arkadaş beni bekliyor, selam verdiler. Sen mi buluyorsun onlar mı seni buluyor bilemezsin. Birisi dedi ki “Sizi gideceğiniz yere ben götürecektim ama acil bir işim çıktı bu arkadaşımız sizi götürecek.” Onlarda öyle bir tasarruf var ki oradan olduğunu bilirsin ve bir şey diyemezsin. Garaja gittik yanımdaki arkadaş iki Ladik bileti aldı. Kendi kendime “Ahmet ağaya gidiyoruz” dedim. Ulaştığımızda akşam olmuştu.

Bir müddet bekledikten sonra Ladikli Ahmet ağa elinde bir siniyle geldi ve “Önce yemeğimizi yiyelim sonra namazımızı kılalım, sonra görüşelim” dedi. Beni getiren arkadaş imam oldu namazımızı kıldık sonra diz dize oturduk. Ahmet ağa bana döndü “Evladım bu akşam dünyevi ve uhrevi ne istiyorsan sor sana cevabını vereceğim” dedi. İçimden bir şeyler geçirdim ama Ahmet ağaya herhangi bir şey söylemedim. Ahmet ağa yanımızdaki diğer arkadaşla saat 23:00’e kadar konuştular, ben de onları dinledim. Bana bir şey sormadı ben de bir şey söylemedim. Sonra Ahmet ağa “Bana müsaade işlerim var” deyip ayrıldı. O gece beni getiren arkadaşla misafir odasında birlikte kaldık. Sabah olunca Ahmet ağa gelip bizi yolcu etti.

Giderken o arkadaş bana “Ahmet ağaya gelenler genellikle keşif keramet görmek isterler. Sana Ahmet ağa bu fırsatı verdiği halde neden herhangi bir şey sormadın” dedi. Ben bekarım, Toroslar’ın başında istihsal bölgesinde mahrumiyet içinde mahrumiyet yaşıyorum. Bir tane anacağızım var yalnız yaşıyor. Yani dünyevi yönden de soracak olsam soracak şeylerim var. Ama bütün bunlara rağmen “Hiç” dedim. “Nasıl hiç, sen içinden ne geçirdin? dedi. Ben de “Allah için ne geçirdiysem sen söyle” dedim. Bunun üzerine “Ben Efendi Baba’mın yanından geliyorum ihtiyaç olsaydı ona sorardım. Ahmet ağayı ziyarete geldim, elini de öptüm benim ona soracağım bir şeyim yok, benim için matlup hasıl oldu” diye düşündün. O sırada Ahmet ağayı ziyarete gelmiş ricalden kimseler de vardı. Ahmet ağa onlara “Bakın Sami Efendi’nin en zayıf müridi bile ne diyor” dedi.

AYAĞI KAYDIRAN HASTALIK BENLİK

S. TAN: Adana'dan döndükten sonra Sami Efendi ile yaşadığınız başka hatıralar var mı?

YATMAN: Bandırma’ya geldikten sonra bir buçuk yıl kadar Gemlik civarında ağaçlandırma sahası çalışması yaptık. Efendi Baba Bursa’ya sık sık gelir, her gelişinde görüşürdük. Bir gün iki araba Bursa’ya doğru gidiyoruz. Efendi Baba öndeki arabada biz de Bursalı Kitapçı Hakkı’larla arka arabadayız. Gemlik yokuşundan aşağıya inerken seslendim “Şu kadar zamandır buradayım bir tane ihvan kardeşim yok, ya burada kardeşlerim olsun ya da ben Gemlik’ten gideyim Efendim. Eğer bana bir arkadaş gelecekse arabadan şöyle denize doğru bir nazar etseniz” dedim. İki araba arka arkaya yokuştan aşağı iniyor. Sami Efendi öndeki arabanın arka koltuğunda oturuyor bir baktım başını denize doğru tamamen çevirdi. Arkadaşlara “Bugünden sonra Gemlik’te yalnız değilim haberiniz olsun” dedim.

Daha o gün akşam namazından sonra cemaatten iki kişi yanıma gelip “Sizinle bir şey görüşmek istiyoruz” dediler. Ben ne görüşeceklerini bildiğim için “Şimdiye kadar niye söylemediniz, bak uzun zamandır aynı camide cemaat arkadaşıyız” diye nazlandım. Camiden lojmana kadar 1 km’lik yol boyunca hem ağladım hem güldüm. Efendi Baba’nın tasarrufunu daha o gün bitmeden görmüştüm.

Ertesi gün tekrar müracaat ettiler ve “Kahvehanede sizinle biraz oturalım mı?” dediler. “Olur” dedim. Orada bana “Sen necisin nurcu musun, tarikatçı mısın? diye sordular. Herhangi bir şey söylemeden kendilerine 15 gün boyunca Allah sevgisinden, Peygamber sevgisinden, İslam’ı güzel yaşamaktan dilim döndüğünce anlattım. 15 günün sonunda onlara “İçinizde hergün düzenli olarak Rabb’ine tevbe eden, düzenli olarak Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme salavatı şerife getiren, düzenli olarak Rabb’ini zikreden var mı?” dedim. Olumlu cevap veren çıkmadı. “Ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde bizden bunları yapmamız isteniyor. Siz yapmak istemez misiniz?” dedim. “İsteriz” diye cevap verdiler. Ben de bunun üzerine “Kardeşler işte bunları yapmak, Rabb’imizle bağ kurmanın adı tarikattır, tasavvuftur dedim. 15- 20 kişi varlardı. “O zaman arzu edenler istihare yapsınlar” dedim. İstihareler yapıldı, çok güzel şeyler görenler oldu. Kısa bir süre sonra Efendi Baba Bursa’ya gelince bu kardeşleri götürdüm. Efendi Baba hiçbir şey sormadan, istihare de istemeden 8 tanesine ders verdi. Sonra ikinci sefere yeni gidenler oldu ve elhamdülillah orada bir maneviyat aşısı yapılmış oldu.

Bir gün Musa Efendi’nin Bursa Çekirge’deki evine saat 7:00 de çağrıldım. İçeri girince hizmet eden kardeş Efendi Baba’nın oturduğu odanın kapısını açarak beni itiverdi. İçerde Sami Efendi Hazretleri, Musa Efendi ve bir başka zat daha vardı. Efendi Baba eliyle Musa Efendi’nin yanını gösterdi, oraya oturdum. Ben sohbet olacak zannediyorum fakat 45 dakika kadar sükût edildi. Herkes başını eğmiş oturuyordu meğer sükût sohbeti oluyormuş. Sami Efendi, Musa Efendileri böyle yetiştirmiştir. Medine’de Mevlana Ziyaettin Efendi ile de böyle sohbetleri olurmuş.

S. TAN: Efendim Sami Efendi Hazretleri ile hac yolculuğunuz oldu mu?

YATMAN: 1965 yılıydı. Üç arkadaş Efendi Baba’yı Erenköy’deki evinde ziyarete gitmiştik. Oturur oturmaz gözgöze gelince bana “İnşallah bu sene hacca gideceksin değil mi?” dedi. Ne maddi ne manevi vallahi aklımdan bile geçirmemişim.

Bir hafta sonra tekrar ziyaretine geldiğim zaman “Muamelelere başladık mı, Allah kolaylık lütfeder, Allah sebeplerini halkeder, zahmetsizce olur” dedi. Hacıların yarısı uğurlanmış vaziyette. Belki 3- 5 günlük zaman kalmış benim müracaat edip umum müdürlükten izin almam bir ay zaman alır. Şaşkın vaziyette dışarı çıktım.

Dışarıda Ömer Kirazoğlu ağabey ile karşılaştım. Bana “İki haftadır meczup gibi dolaşıyorsun, derdin nedir?” diye sordu. Anlatınca “Senin umum müdürün benim sınıf arkadaşım aynı zamanda hemşehrim. Bugün Ankara’ya gidiyorum sen üç gün sonra Ankara’yı ara iznini al” dedi.

Hemen pasaport dairesine gittim, memur “İzin kağıdını ver” dedi. “İzin kağıdım gelecek” dedim. Memur güldü “Öyle şey olur mu, sen nereye gideceksin?” diye sordu. Hacc’a gideceğimi söyledim. Pasaportu verdi ama üzerine mühürlü, imzalı şöyle bir not düşmüş; “Hac süresi zarfınca Suudi Arabistan için muteber değildir” Allahuekber. Pasaportum var ama Suudi Arabistan’a çıkışım engelli. Fakat ben Allahın izniyle gideceğimi biliyorum. Pasaportum tamammış gibi diğer işlemlerimi bitirdim. 56 kişilik teyyarede tek kişilik yer kalmış o bileti aldım, gümrük ve uçuş işlemi Adana’dan olacağı için oraya gittim.

Havaalanında uçuş işlemleri yapılacağı sırada baktık ki itibarlı birisi benim biletimi iptal ettirip kendisinin biletini tasdik ettirmiş. Bu sefer olurdu olmazdı tartışması başladı. Uçak kalkamadı bekliyor. Ben çekildim kenara kendi kendime ‘benim yüzümden üstadım uçağa binemiyor, uçak kalkmıyor ben yerimden, hakkımdan feragat edeyim’ dedim. Gümrük memuruna bunu söyleyince bana Efendi Baba’yı göstererek “Bu zat kimdir bana söyler misin?” dedi. Ben de “O zat benim anamdır, babamdır, hocamdır, mürşidimdir, her şeyimdir” dedim. Pasaportuma baktıktan sonra bu sefer o da güldü ve “Pasaportunda ne yazdığının farkında mısın, sen zaten bu uçağa binemezsin ki” dedi. “Kardeşim sen ne dersen de ben bu yola çıktım sen yapsan da gideceğim yapmasan da gideceğim” dedim. Adam bir müddet düşündükten sonra “Ben senin bu işini yapmazsam Allah bana gazap eder” dedi. “Hac süresi zarfında Suudi Arabistan’a ve diğer dünya devletlerine girebilir” mührünü vurdu. Yolcular tayyareye geçerken kapının önünde durdum, Efendi Baba herhalde ben garip kaldığım için âdeti olmadığı halde iki elini birden uzattı ellerini öptüm. Bana “Hiç merak etme yarın ikindi namazından sonra Altınoluk’ta buluşacağız inşallah” dedi. 10 metre gittikten sonra döndü bana elini salladı dünyalar benim oldu. O gece havalimanında beklemeye başladım. Ertesi sabah uçağında bir kişilik yer açılmış bindim ve ikindi namazına Altınoluk’un altındaydım.

Tavaf yapılırken 8- 10 kardeş kolkola girer Efendi Baba’yı içeri alırlar tavaf öyle yapılırdı. Baktım Nijeryalı bir grup öyle geliyorlar ki bunlar bana çarpsa kendileri zarar görür diye düşünüyorum. Yani öyle bir duygudayım. Halbuki kuş kadar adamım. O sırada Efendi Baba benim kolumdan tuttu ve kendisinin yanına dairenin içine çekti. O zaman tavaf mahallinde mermer yok, yürüdüğümüz yerde çakıl taşları, buğday taneleri, iğneler var. Çıplak ayakla bastığın zaman beynin oynuyor. Baktım Efendi Baba yere eğildi onları toplamaya başladı. Anladım ki benim vazifem bu. Yere eğildim ve onları toplamaya başladım. Ben eğilince Efendi Baba kalktı. Benim o günkü tavafım ördek yürüyüşüydü. Elhamdülillah birlikte güzel bir hac nasip oldu.

ADRESİNİ BULAN MEKTUP

Size yaşadığım değişik bir hac hatırasını da anlatayım; Arabayla Hacca gittiğimiz bir sene Kabe’nin karşısında oturuyoruz. Saç sakal karışık bir zat gelip bize buzlu zemzem ikram etti. Sonra “Benim ismim Muhammed Zemzemî sizde bana ait bir mektup var” dedi. Benim böyle bir mektuptan haberim yok. Etrafa bakınırken Bursalı bir kardeşimiz “Sami Efendi Üstadımız bana bir mektup verdi” dedi ve cebinden çıkardı baktık üstünde Muhammed Zemzemî yazıyor. Getiren kardeş de kime vereceğini bilmiyormuş. O zat mektubunu aldı ve cevabi mektubunu elimize verdi “Bunu götürüp gidersiniz” dedi. Gelen mektubu okumadan cevabını yazmış. Biz de emaneti götürüp teslim ettik. Maneviyat aleminde anlamadığımız sırlar vardır.

Geçtiğimiz yıllarda haccı yaptıktan sonra otele gelince düştüm, kalça kemiğim kırıldı. Arafat’tan inerken Osman Efendi’nin arabasında birlikte inmiştik. Kendisi “Bunların hepsinde hikmetler var” buyurdu.

S. TAN: Evliliğiniz de Sami Efendi’nin izniyle mi oldu?

YATMAN: Anacağızım üç çocukla kalmış. Beni evlendirmek istiyor ama ben de evleneceğim hanım belki onu üzer endişesiyle acele etmiyordum. Bu arada Efendi Baba birkaç defa sordu ve “Sabredelim” buyurdu. 30 yaşına geldiğimde yine bir ziyarette Efendi Baba “Validen ne diyor?” dedi. “Efendim iyice sertleşti” dedim. Bir müddet sükût etti sonra “Cenabı Hak levh-i mahfuz’da kimi yazmışsa o olacak. Vakit saat gelmeden de olmuyor. Madem ki çok ısrar ediyor Allah sebebini tezde ve hayırlısıyla halk etsin” dedi.

Ertesi sabah Bandırma’ya gelir gelmez anam “Ben birisini gördüm beğendim” dedi. “Tamam anacığım isteyelim” dedim. “Görmeyecek misin?” dedi. “Anacığım ben gördüm say” dedim. Çünkü Efendi Babam hem tezden hem de hayırlısı olsun demiş. 15 gün içinde evlendim.

Babam ben dokuz yaşındayken öldü. Aradan seneler geçti babamın hali bana dert oldu. Acaba ne durumdadır diye merak ediyorum. Bir gece bir kabrin başındayım, babam kabrin içinde yatıyor. ‘Babacığım sen bana bir tokat atmadın, ben sana doyamadım bana niye cevap vermiyorsun’ deyip sarılıp öpüyorum ama kıpırtı yok. Derdim daha da büyüdü. Aradan bir ay geçti. Bu müddet içinde bütün okuduklarımı, verdiğim sadakaları, yaptığım iyilikleri hep onun ruhuna gönderdim.

Kardeşler hayır ve hasenatlarında peder ve validelerini veya yakınlarını niyetlerine alırlarsa sevaptan onlar istifade ettiği gibi kendileri de istifade ederler.

Yine bir gece aynı kabristanda aynı kabrin başına gittim fakat bu sefer babam bembeyaz iskelet vaziyetinde. Ben yanına girince doğruldu ve üç defa “Allah senden razı olsun, Allah Sami Efendi Hazretleri’nden razı olsun” dedi. Babam Efendi Baba’yı tanımaz, peki bu nasıl oldu?

Yine bir ay sonra aynı kabrin başındayım. Bu sefer babam giyinip kuşanmış vaziyette, elinde baston yürüyerek yanıma geldi ve neşeli bir halde gülümseyerek benimle konuştu. Ayan beyan yaşadığım şeydir bu. Mürşidi kâmil’in evladının anasına, babasına faydası olur da kendisine olmaz mı... Allahın izniyle olacak inşallah.

Siz anlattıklarımdan enaniyet gördüklerinizi, uygun olmayanları bırakırsınız olur mu kardeşim. Benlikten korkarım. Bunları da muhabbete vesile olması için, üstadımızın büyüklüğünü ifade etmek için anlatıyorum. Bizim yolumuzda ayağı kayanlar hep benlikten kaymıştır.

1982 yılında Medine’deydik. Efendi Baba torunu Mahmut Bey’e “Tahsin’i çağırın onunla özel olarak görüşeceğim” demiş. Endişelenmiştim. Hasta yatağındaydı. Fakire “Bundan sonra Musa Efendi ile görüşeceksiniz” demiştir.

Daha sonra büyüklerimizin yönlendirmesiyle Balıkesir’e yerleştik. Fakire Balıkesir İhvanı ile ilgilenme vazifesini verdiler. İnşallah vazifemizi hakkıyla yerine getirmişizdir.

Musa Efendimizi de o yetiştirdi, Osman Efendi’yi de o yetiştirdi. O yüzden aynı hassalar belki fazlasıyla bu üstadlarda da mevcuttur. Allah Osman Efendi’ye hayırlı ömür versin, yardımcısı olsun.

S. TAN: Efendim son olarak söylemek istediğiniz birşeyler var mı?

YATMAN: Eskiden mürid azdı o yüzden hususi olarak ilgilenilirdi. Efendi Baba 3 ihvan için Samsun’a gitmişti o zamanlar. Şimdi elhamdülillah müridân çoğaldığı için kimseyle tek tek ilgilenme imkanı olmuyor. Gayret herkesin kendine düşüyor.

Hepimiz geldik, gideceğiz. Çok dikkat etmek gerekiyor. Çünkü bazı kardeşlerimizin nerelerden gelip te hangi noktaya düştüklerini gördük. Allah muhafaza buyursun.

Rabbimiz bizi Peygamberine gerçek ümmet eylesin. Mürşitlerimize layık mürid eylesin. Son nefeste her birimizi imandan, Kuran’dan ayırmasın. Son nefes... Allah akıbetlerimize hayretsin. Allah diye diye canımız çıksın. Lillahi taâlel fatiha.

Kaynak: Röportaj: Y. Selman Tan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 365-366

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.