Man İbni Adi El-aclan (r.a.) Kimdir?

Ashab-ı Kiram’dan Ma’n İbni Adî el-Aclan (r.a.) kimdir? İslam’a hizmetleri nelerdir?

Ma’n İbni Adî el-Aclân (r.a.), Efendimiz’in vahiy kâtiblerinden!... Efendimiz’le İkinci Akabe’de buluşan Evs kabilesinden bir iman eri!... Hicretten sonra Hazreti Ömer’in (r.a.) ağabeyi Zeyd ibni Hattâb (r.a.) ile kardeş ilân edilen bir bahtiyar!...

Resûl-i Ekrem Efendimiz tarafından Mescid-i Dırâr’ın yıkılması için  görevlendirilen sahâbîlerden bir kahraman!...

Ma’n İbni Adî el-Aclân el-Ensârî (r.a.), Medine’li olup Evs kabilesinin Amr ibni Avf ibni Mâlik koluna mensubtur. Avf ibni Mâlik’in halifi olarak tanınır. “Halifü’l-Ensar” diye de anılır. Yani bu kabile ile anlaşma yaparak Medine’ye geldiği ve himayelerine girdiği nakledilir. (İsabe, VI, 151)

Ma’n ibni Adî el-Aclân’ın, İslâm’la şereflenişi ve hayatı hakkında geniş bir bilgiye sahib değiliz. Kaynak eserlerde onun İkinci Akabe bey’atinde Efendimiz’le buluştuğu bildirilir. Ayrıca Efendimiz’in Medine’ye hicretinden sonra Hazreti Ömer’in (r.a.) ağabeyi Zeyd İbni Hattab (r.a.) ile kardeş ilan edildiği anlatılır. (İstiâb, IV, 1442; Hâkim, III, 352.) Resûl-i Ekrem Efendimiz’le bütün savaşlara katıldığı, Bedir, Uhud ve Hendek Gazvelerinde bulunduğu rivayet edilir. (İsabe, VI, 151; İstiâb, IV, 1442.)

O, Bedir Gazvesi’nde elde edilen ganimetler dağıtılırken pay almak istemedi. Fakat Resûl-i Ekrem Efendimiz’in almasını işaret buyurması üzerine kabul etti. İki Cihan Güneşi Efendimiz ona bir de hizmet verdi. Bu gazvede şehid düşen Mübeşşir ibni Abdülmünzir’in ganimet hissesini ailesine ulaştırma hizmetiyle onu vazifelendirdi.

Ma’n İbni Adî (r.a.), İslâmiyet’ten önce okuma yazma bilen çok az kişiden biri idi. Bu sebebten o, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in vahiy kâtipleri arasında yer aldı. (Zehebî, Târihu’l-İslâm, II, 44.)  Efendimiz ona önemli bir vazife verdi. Münafıklar tarafından inşâ edilen Mescid-i Dırâr’ın yakılıp yıkılması için onu görevlendirdi.

MESCİD-İ DIRAR NE İÇİN VE NE ZAMAN YIKILDI?

Mescid-i Dırar ne için, ne zaman yapıldı? Ne için, ne zaman yakıldı ve yıkıldı? Bu konuya dair bilgileri, M. Âsım Köksal, “İslâm Tarihi” kitabında şöyle anlatmaktadır:

Peygamberimiz, Medine’ye hicret ettiği zaman, Medine’de Dubay’a oğullarından Ebu Âmir ibni Sayfî diye anılan bir Hıristiyan papazı bulunuyordu. Baş münafık Abdullah ibni Übeyy ibni Selûl, onun halası oğlu idi. (İbni İshak, Sire , c. 3  s. 7)

Peygamberimiz Allah tarafından peygamber olarak gönderilince, Ebu Âmir’in kıskançlığı ve azgınlığı tuttu. Peygamberimiz, Medine’ye hicret edip gelince, Ebu Âmir elli kişi ile birlikte Mekke’ye gitti. (İbn Hişam, Sire, c.3 s.71) Bedir savaşında müşriklerin yanında çarpıştı.  (İbni Sa’d, Tabakat, c. 3 s. 541) Peygamberimiz, ona “Fâsık” adını taktı. Bu fâsık, müşrikleri, Uhud, Hendek savaşı için ayaklandıranlar arasında yer aldı. (Vakıdî , Megâzî, c. 2  s. 441)

O fâsık, Mekke fethedilince, Taif’e, Taifli’ler müslüman olunca da Şam’a gitti. Kuba köyündeki münafıkları da o harekete geçirdi ve şöyle dedi: “Ben, bu Kuba Mescidi’ne giremem! Muhammed’in ashâbı beni görür ve bana hoşlanmadığım bir şey söylerler!” dedi. Münafıklar da: “Biz bir mescid yaparız. Sen onun içinde yanımızda oturur, konuşursun!” dediler. O fâsık: “Öyleyse, siz kendi mescidinizi yapın! Gücünüz yetebildiği kadar kuvvet ve silah hazırlayın! Ben de, Rum hükümdarı Kayser’e gideceğim. Rumlardan asker getirip Muhammed’i ve ashâbını Medine’den çıkaracağım!” dedi.

Ebu Âmir Fâsık, Sakîf’den İbn Balin ve Kays’dan Alkame ibni Ulâse ile birlikte Rum Kayserinin yanına varıp orada kaldı. Alkame ile İbn Balin ise, geri dönüp Peygamberimize bey’at ederek Müslüman oldular.

Kuba münafıkları, önceleri Kuba Mescidinde mü’minlerle birlikte namaz kılıp dururlarken, Dırâr Mescidini yapıp, kendi cemaatleriyle mü’min ve Müslümanların arasını ayırmak istediler.

Peygamberimiz, Behzec’e: “Şu gördüğüm şeyle sen ne yapmak istiyorsun?” diye sormuş, o da: “Yâ Rasûlallah! Vallahi, iyilikten başka bir şey istemiyorum!” demişti.

Ebu Lübâbe ibni Abdulmünzir de, münafık olmadığı halde, kötü niyetle yapıldığını bilmediği için, Dırâr Mescidi yapılırken onlara kereste yardımında bulunmuştu.

Peygamberimiz Tebük’e gitmek üzere hazırlandığı sırada, Dırâr Mescidinin kurucularından beş kişilik bir temsilci heyeti geldi ve Efendimiz’den  şöyle bir talebde bulundu:

“Yâ Resûlallah! Yağmurlu gecelerde hasta ve hâcet sahibi olanların içinde namaz kılmaları için bir mescit yapmış bulunuyoruz. Sel geldiği zaman, vâdi ile aramızı kesiyor! Kuba Mescidi ile aramıza engel oluyor. Namazımızı kendi mescidimizde, sel çekilip gidince de, onlarla birlikte kılacağız. Senin gelip mescidimizin içinde bize namaz kıldırmanı arzu ediyoruz!” demişlerdi.

Peygamberimiz de: “Ben şimdi sefere çıkmak üzere meşgul bulunuyorum! Seferden dönüp gelecek olursak, Allah da dilerse, yanınıza gelir, onun içerisinde size namaz kıldırırız!” buyurmuştu.

Âsım ibni Adiy der ki: “Peygamberimizle Tebük’e gitmeye hazırlanmıştık. Abdullah ibni Nebtel ile Sa’lebe ibni Hâtıb’ı, Dırâr Mescidinin oluğunu düzeltirken görmüştüm. Bana: ‘Ey Âsım! Resûlullah seferden döndüğü zaman bunun içerisinde namaz kılmayı bize va’d etti’ dediler.

Ben, kendi kendime: ‘Vallahi, şu mescidi, nifakla tanınmış münafıktan başkası yapmaz!’ dedim. Halbuki, Rasûlullah’ın eliyle yapmış olduğu mescit, orada idi. Cebrail (a.s.), Beytullah’ın bulunduğu tarafı işaret etmek suretiyle ona kurdurmuştu. ‘Vallahi, biz dönünceye kadar, Dırâr Mescidini yeren, onun yapımında söz ve iş birliği yapmış ve yardım etmiş olanları yeren Kur’ân âyeti iner!’ diye düşündüm.

MESCİD-İ DIRAR AYETLERİ

Peygamberimiz, Tebük’ten dönüp Medine’ye gelirken, Zî-Evan’da konakladı. O sırada, Peygamberimize vahiy geldi. İnen âyetlerde şöyle buyuruluyordu:

Münafıklardan bir grup, İslâm ve müslümanlar aleyhinde zararlı faaliyetler yapmak, kâfirleri desteklemek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Rasûlüne karşı savaşmış olanların gelip kendilerine katılmasını beklemek maksadıyla bir mescit yaptılar. Üstelik bunlar: “Bu mescidi yaparken iyilikten başka bir şey düşünmedik” diye yemin de ederler. Allah şâhittir ki, onlar kesinlikle yalancıdırlar.

O mescitte asla namaza durma! Daha ilk günden takvâ temelleri üzere yapılan mescit, senin namaz kılmana daha uygundur. Orada her türlü günah ve kötülüklerden temizlenmek isteyen kimseler vardır. Allah da zâten bu ölçüde temizlenme gayretinde olanları sever.

Binasını Allah korkusu ve Allah rızâsına uygun olarak yapan kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını dibi sel sularıyla oyulmuş ve her an çökmeye hazır bir uçurumun kenarına kurup, onunla beraber kendisi de cehennem ateşine yuvarlanacak kimse mi? Allah böyle zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.

Münafıkların kurdukları bütün yapılar ve bu arada yaptıkları o bina, ölüp de kalpleri paramparça oluncaya dek yüreklerinde devamlı bir şüphe, telaş ve endişe sebebi olarak kalmaya devam edecektir. Allah her şeyi hakkiyle bilen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır. (Tevbe: 107-110)

PEYGAMBERİMİZİN YIKTIRDIĞI MESCİT

Vahiy bu şekilde gelip, âyetler bu derece açık ve net olarak nâzıl olunca, Peygamberimiz, Malik ibni Duhşum ile Ma’n ibni Adiyy’i çağırdı ve: “Şu halkı zâlim olan mescide gidiniz de, yakınız, yıkınız onu!” buyurdu.

Ashab-ı Kiram’dan bu iki yiğit kahraman zaman kaybetmeden hemen yola çıktılar. Salim ibni Avf oğullarının mahallesine (mescidine) vardılar. Salim ibni Avf oğulları, Malik ibni Duhşum’un kabilesi halkı idi. Malik ibni Duhşum, Ma’n ibni Adiyy’e (r.a.) şöyle dedi:

“Ev halkımdan alacağım ateşle senin yanına gelinceye kadar, beni burada bekle!” dedi ve ev halkının yanına vardı. Yapraklı hurma dallarından bir dal aldı, onu ateşledi. Sonra, Ma’n ibni Adiy ile birlikte koşarak Dırâr Mescidine vardılar. Vakit akşamla yatsı arası idi. Ellerindeki ateşle yakıp yıktılar.

Ma’n İbni Adiyy: “Onların kulaklarını kurt kulakları gibi yukarıdan bize diktiklerini hâlâ unutmamışımdır!” diyerek münafıkların halini bildirmektedir. Dırâr Mescidi yakılıp yıkılınca, münafık cemaati de dağıldılar. ( İbni İshak, c.4, s.174; Taberi, c.3, s,147; M. Âsım Köksal, İ. Tarihi c.7, s. 365-367.)

Ma’n İbni Adî (r.a.), Allah ve Resûlüne tam teslim olmuş sâdık bir iman eri olarak yaşadı. İki Cihan Güneşi Efendimiz’e duyduğu muhabbet, teslimiyet ve bağlılığını her zaman ve her yerde göstermeye çalıştı. Söz ve davranışlarıyla Efendimiz’e bağlılığını şöyle dile getirdi:

“- Sevgili Peygamberimizin dâr-ı beka’ya irtihalleri sırasında Ashâb-ı Kiram, bundan sonraki hayatlarında büyük fitnelerle karşılaşmaktan korktukları için: “Keşke Efendimiz’den önce ölseydik” diye ağlaşıyordu. Ma’n İbni Adî (r.a.) ashâbın bu halini görünce şöyle dedi:

 “Vallahi ben Efendimiz’den önce ölmeyi arzu etmem. Efendimiz’in sağlığında olduğu gibi vefatından sonra da ona olan sadâkatimi, bağlılığımı, muhabbet ve teslimiyetimi göstermeyi daha çok sever, daha çok isterim. Bunun için kendisinden önce ölmeyi asla arzu etmem” diyerek ortalığın yatışmasına ve sakinleşmesine gayret etti. (İbn Sa’d, III, 465;  Zehebî, Târihu’l-İslâm, II, 44; İsâbe, VI, 151; İstiâb, IV, 1442.)

Ma’n İbni Adî (r.a.) halife seçiminde önemli hizmetlerde bulundu. Bu konu ile ilgili olarak “Buhârî” de şu bilgiler rivayet edilmektedir:

“Sevgili Peygamberimiz daha henüz vefat etmişti. Hazreti Ömer (r.a.), Ensar’ın Beni Sakıf’te toplandığını haber aldı. Zaman kaybetmeden oraya gitmek üzere Hazreti Ebubekir’e (r.a.): “Haydi Ensar kardeşlerimizin yanına gidelim” dedi. Oraya ulaştıklarında onları iki salih kişi karşıladı. Onlardan biri, Uveym ibni Sâıde diğeri Ma’n ibni Adî’dir (r.a.). (Buhari, Kitâbü’l-Megâzî, 12)

Halife seçiminde muhacirlerle ensar arasında bir tartışma çıkmıştı. Ma’n İbni Adî (r.a.) söz alıp ayağa kalktı ve tesirli bir konuşma yaptı. Onun yaptığı konuşma ile ortalık yatışıp sakinleşti.

O, Hazreti Ebûbekir’in (r.a.) halifeliği döneminde Müseylimetü’l-kezzâb’a karşı yapılan Yemâme savaşına katıldı. Komutan Hâlid ibni Velîd(r.a.) onu yüz atlıdan oluşan bir öncü birliğin başına komutan tayin etti. O, Yemame savaşında büyük yararlılıklar gösterdi. Bir ara müslüman askerlerin bozguna uğraması karşısında ileriye atılarak ashâba şöyle seslendi:

“-Ey Ensar!.. Allah için düşmanınıza karşı savaşmak üzere geri dönün!...” diye haykırdı. Kendisi  kahramanca düşman üzerine atılıp çarpışmaya başladı. Öncülüğünü bizzat yaptığı bu saldırı esnasında askerlerden bazılarını kurtardı ama o, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in kendisine kardeş olarak ilan ettiği  Zeyd ibni Hattâb (r.a.) ile birlikte şehit oldu. (m. 633)

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 384

 

İslam ve İhsan

TEVBE SURESİ NE ANLATIYOR?

Tevbe Suresi Ne Anlatıyor?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.