Ma'kıl Bin Yesar Kimdir?

Ma’kıl ibni Yesar -radıyallahu anh- Hudeybiye’den önce İslâm’la şereflenen bir sahabi!...

Bey’atürrıdvan’da bulunan ve haklarında Allah’ın rızasını müjdeleyen âyetin indiği bir bahtiyar iman eri!..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz tarafından kendi kabilesine kadı olarak gönderilen bir tebliğ eri!...

O, Medine ile Vâdiu’l-kurra arasında bir vahada, çölde yaşayan Müzeyne kabilesine mensubtur. Müzeni nisbesi dedelerinden Osman ibni Amr’ın annesi Müzeyne bint Kelb’den gelmektedir. Künyesi hakkında Ebû Abdullah, Ebû Yesâr ve Ebû Ali şeklinde üç farklı rivayet vardır. Asıl künyesinin Ebû Ali olduğu bilinmektedir. Fakat Riyâzü’s-sâlihîn’de Ebû Ya’lâ diye de geçmektedir.

O, Hudeybiye’den önce İslâm’la şereflendi. Meşhur ağaç altında yapılan Bey’atürrıdvân’da bulundu. Haklarında Allah’ın rızâsını müjdeleyen âyetin indiği ashaptan biri oldu. Bu âyette Yüce Rabbimiz o müminlerden razı olduğunu bildirdi ve şöyle buyurdu: “Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalblerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.” (Fetih: 18)

RIDVAN BİATI NASIL OLDU?

Burada işaret edilen biat, Hudeybiye’de “Semre” ağacının altında yapılan “Rıdvan Biatı”dır. 1400 sahabi, Kureyş’e karşı ölünceye kadar savaşacaklarına yemin etmişlerdi. Ma’kıl ibni Yesar radıyallahu anh da o bahtiyarlardan biriydi.

O, Müzeyne kabilesinin ileri gelenlerinden ve hürmet edilen bir kişi idi. Sözü sohbeti dinlenir, nasihat ve tavsiyeleri tutulurdu. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz onu kabilesindeki bazı ihtilâfları çözmek üzere kadı olarak görevlendirdi.

Ma’kıl ibni Yesar radıyallahu anh, iddet müddeti biten kadınların kocalarıyla tekrar evlenmesi konusundaki ayet-i celilenin nazil olmasına sebeb teşkil etmiştir.

Bu hadiseyi Kütüb-i Sitte’de Ma’kıl ibni Yesâr radıyallahu anh tafsilatlı olarak şöyle anlatıyor:

“-Benim bir kızkardeşim vardı. Evlenmek için müracaat edenler oldu. Fakat kimseye müsbet cevap vermiyordum. Derken amcamın oğlu istedi. Kız kardeşimi ona nikahladım. Allah’ın dilediği kadar bir müddet beraber yaşadılar. Sonra amcam oğlu onu talak-ı ric’î ile boşadı. Ancak tekrar almadan terketti. İddeti tamamlandı. Kız kardeşimle evlenmek isteyenler bana müracaat edince amcam oğlu da, müracaat ederek tekrar almak istedi. Kendisine:

“Daha önce de çok isteyenler oldu, kimseye vermedim, seni hepsine tercih ederek sana verdim, seninle evlendirdim. Sen onu talak-ı ric’î ile boşadın. Yani geri alma hakkın olduğu halde terkettin ve iddeti doldu. Başkaları istemeye gelince, sen de tâlib oldun. Allah’a kasem olsun onu asla sana vermeyeceğim” dedim.

NİKÂHA ENGEL DURUMLAR

Ma’kıl der ki: Bu hâdise üzerine benim hakkımda şu âyet nâzil oldu: “Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru bir surette anlaştıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikah etmelerine engel olmayın” buyuruldu. (Bakara: 2/232) Ben de yeminim için kefarette bulundum ve kız kardeşimi, eski kocasına nikahladım. (Buhârî, Tefsir, Bakara: 2, 40, Talâk: 44; Ebu Dâvud, Nikâh: 21, (2087); Tirmizî, Tefsir, Bakara: 2, (298).)

Bir başka rivayette de: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ma’kıl’ı çağırdı ve âyeti kendisine okudu. Bunun üzerine o, müşkülpesendliği bıraktı ve Allah’ın emrine boyun eğdi” şeklinde nakledilmektedir. (Buhârî, Talak: 44; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi: 3/322.)

70 BİN MELEĞİN DUASI

Ma’kıl ibni Yesâr radıyallahu anh hadis rivayetinde de bulunmuştur. 34 tanesi Kütüb-i Sitte’de mevcuttur. Müsned’de yirmi yedi (V, 25-27), Taberâni’de ise 100 civarında olduğu nakledilmektedir. Bunlardan birkaç tanesi şöyledir:

Ma’kıl ibni Yesâr radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki:

“Kim sabaha erdiği zaman üç kere “Euzubillahi’ssemi’il-alim mine’şşeytâni’rracim” der ve Haşr suresinin son üç âyetini okursa, Allah onun için yetmiş bin meleği vekil tayin eder. Onlar, akşam oluncaya kadar kendisine rahmet okurlar. Şâyet o gün ölecek olsa şehid olarak ölür. Akşam vaktinde aynı şekilde okuyacak olsa, keza sabaha kadar aynı şeyler söz konusudur.” (Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân 22, (2923)

Ma’kıl ibni Yesâr radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdular ki: “Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Yasin suresini okuyun.” (Ebu Davud, Cenaiz 24, (3121); İbnu Mace, Cenaiz 4, (1448))

EVLENİLECEK KADIN NASIL OLMALIDIR?

Ma’kıl ibni Yesâr radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam gelerek: “Ben (evlenmek üzere) asaletli ve güzel bir kadın buldum. Ancak kısırdır, çocuk doğurmuyor. Onunla evleneyim mi?” diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Hayır evlenme!” buyurdular. Sonra adam ikinci sefer geldi, yine aynı cevabı aldı. Adam üçüncü sefer de gelince: “(Ey insanlar!) vedud (çok seven) ve velud (çok doğuran) olanla evlenin. Zira ben (kıyamet günü) diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla övüneceğim” buyurdular. (Ebu Davud, Nikah 4, (2050); Nesaî, Nikah 11)

Ma’kıl ibni Yesar radıyallahu anh, İki Cihan Güneşi Efendimiz’in dâr-ı beka’ya irtihallerinden sonra Medine’de duramadı. Yeni kurulan Basra şehrine ilk yerleşenlerden oldu. Hazreti Ömer radıyallahu anh onu bir sulama kanalı açmak üzere görevlendirdi. O da Basra yakınlarında bir kanal açtırdı. Bu kanal kendi adıyla (Nehr-i Ma’kıl) diye anıldı. (İstîâb, III, 1432-1433) Daha sonra Emevîlerin Horasan ve Basra valisi Ubeydullah İbni Ziyâd tarafından Übülle’de kazdırılan bir kanalın açılışı da ona yaptırıldı. Zira o, hayatta kalan az sayıdaki sahâbîden biri idi. (Yakut, V, 324) Ubeydullah İbni Ziyâd, Ma’kıl ailesine Basra’da iktâ yoluyla araziler tahsis etti. Burada yetişen bir tür hurma ona nisbet edilerek “ma’kılî” diye anıldı.

Ma’kıl ibni Yesar, Hazreti Ali radıyallahu anh’ın hilâfeti döneminde İran fetihlerine katıldı. Abdullah ibni Abbas radıyallahu anh’ın Basra valiliği sırasında Abdullah ibni Âmir ibni Küreyz’in İstahr şehrini ikinci fethinde de bulundu. Bu savaşta ordunun bir kanadına kumandan tayin edildi. (Belazuri, s. 566)

KİMLER CENNETE GİREMEZ?

Vali Ubeydullah İbni Ziyâd, Ma’kıl ibni Yesar radıyallahu anh’ın ahirete irtihal ile sonuçlanan hastalığı sırasında kendisini ziyarete geldi. O güne kadar kimseye söylemediği bir hadis-i şerif ona nakletti. Bu hadis-i şerif Riyazu’s-salihin Terceme ve Şerhi’nde şöyle rivayet edilmektedir:

Ebû Ya’lâ Ma’kıl İbni Yesâr radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Cenâb-ı Hakk’ın, yönetici yaptığı bir kimse, yönettiği insanları aldatarak ölürse, Allah Teâlâ ona cennet yüzü göstermez.” (Buhârî, Ahkâm 8; Müslim, Îmân 227-228, İmâre 21)

Bir başka rivayette: “Onlara sahip çıkıp korumazsa, cennetin kokusunu duyamaz”, şeklindedir.(Buhârî, Ahkâm 8)

Müslim’in bir rivayetinde de: “Müslümanların işlerini üstlenip de onlar için çalışıp çabalamayan hiçbir yönetici, onlarla birlikte cennete giremez” buyurulmuştur. (Müslim, Îmân 229, İmâre 22)

Bu hadisin şerhinde şunlara yer verilmektedir. Ma’kıl İbni Yesâr hazretlerinin bu hadîs-i şerîfi rivayet etmek için seçtiği zaman önem arzetmektedir. Peygamber aleyhisselâm’ın bu değerli sahâbîsi Basra’da ölüm döşeğinde yatarken, Emevîlerin Horasan ve Basra valisi Ubeydullah İbni Ziyâd kendisini ziyarete geldi. Ma’kıl, Kerbelâ fâciasının baş sorumlusunu yanında görünce:

- Sana Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittiğim bir hadisi rivayet edeceğim dedi ve yıllardır kimseye söylemediği bu hadîs-i şerîfi okudu.

Ubeydullah İbni Ziyâd: “-Bunu bana daha önce söylemeli değil miydin? deyince hayır, daha önce söyleyemezdim” dedi.

NASİHAT KABUL ETMEYEN İNSAN

Ma’kıl İbni Yesâr hazretleri, Ziyâd İbni Ebîh’in bu zâlim oğlunun nasihat kabul etmeyen kötü bir idareci olduğunu biliyordu. Bu sebeple hadisi ona daha önce söylemenin bir faydası olmayacağına inanıyordu. Belki bu hadisi söylediği takdirde kendisine kötülük yapacağını hesaba katıyor ve boş yere problem çıkarmak istemiyordu. Artık son demlerinde ona hadisi rivayet etmenin diğer müslümanlara faydası olacağını düşünmüş olmalı ki, zâlim idarecilere bir şamar niteliğinde olan bu hadîs-i şerîfi okudu.

Ma’kil İbni Yesâr radıyallahu anh fitne zamanlarıyla ilgili de şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ortalık kargaşa içindeyken ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir.” (Müslim, Fiten 130. Tirmizî, Fiten 31; İbni Mâce, Fiten 14)

Hadiste geçen “herc” kelimesine, kargaşa, fitne zamanı, müslümanlar arasındaki savaş hali, işlerin karmakarışık hale gelmesi, toplumda kargaşa çıkaran asılsız haberler gibi anlamlar verilmiştir. Resûl-i Ekrem Efendimiz’e hercin ne olduğu sorulduğunda: “Herc, katildir” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb 39; Müslim, İlim 11)

KARGAŞA VE FİTNE ZAMANINDA İBADET ETMENİN FAZİLETİ

Katilden maksat, fitne zamanında Müslümanların birbiriyle çarpışmaları ve karşılıklı öldürmelerin olmasıdır. Bunun daha çok kıyamete yakın zamanlarda olacağı ve çoğalacağı da bir çok sahih hadiste haber verilmiştir. Kargaşa ve fitne zamanında ibadet etmenin faziletli ve ayrıcalıklı olmasının sebebi, böyle anlarda insanların pek çoğunun fitneye karışarak Allah’a ibadetten ve kulluk vazifelerini gerektiği gibi yerine getirmekten mahrum kalacağı içindir.

Kargaşalara katılmayıp köşesine çekilip ibadet edenler de onlar gibi büyük ecir ve sevaplara nâil olurlar. Bu tutum, toplumun ıslahı ve kendilerine örnek alacakları akl-ı selim sahibi kişiler bulmaları açısından önem taşır.

Ma’kıl İbni Yesâr radıyallahu anh’den şöyle bir söz nakledilir: “Doğan hiçbir gün yoktur ki; Ey insanoğlu! Ben bugün yeni yaratılmış bir günüm. Senin yapacağın işler hakkında şahidlik edeceğim. Öyle ise, bende yaşarken üzerimde hayır işle ki, onunla senin lehine şahitlik edeyim. Eğer bugün geçip gidersem, beni bir daha asla göremezsin diye seslenmiş olmasın. Gece de insanoğluna bu sözlerin aynısını söyler.” (Ebu Nuaym, Hilye, 2. Cilt. 303)

Ma’kıl İbni Yesâr radıyallahu anh, 60 (680) yılı civarında Basra’da vefat etti. (İsâbe, VI, 146-147)

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 361

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.