Maddi ve Manevi Fakirlik

Zekât birinci derecede ancak fakirlere verilebildiğine geldiğine göre, zekât-ı mânevî de rızk-ı mânevî olduğundan mânen fakir olan yani kendisinde hiçbir varlık, hal, ilim gibi medâr-ı iftihar bir sanat görmeyen kimselere mahsustur.

"Sadakalar (zekât) fakirlere âittir.” (Tevbe Sûresi, 60) âyet-i celîlesinde sadaka, yani zekâtın birinci derecede fakirlere verilmesi beyân buyuruluyor. Şüphesiz fakir demek hiçbir şeye mâlik olmayan kimse demektir. Bu âyet-i celîlede beyân buyurulduğu veçhile zekât birinci derecede ancak fakirlere tahsîs ile onlara verilmek lâzım geldiğine göre, zekât-ı mânevî de rızk-ı mânevî olduğundan mânen fakir olan yani kendisinde hiçbir varlık, hal, ilim gibi medâr-ı iftihar bir sanat görmeyen kimselere mahsustur.

Âbidin birisi üç yüz sene ibâdet etmiş. Hiç günah işlememiş. Vefât etmiş. Cenâb-ı Hakk kendisine suâl etmiş:

– Adâlet ile mi muâmele edeyim, yoksa rahmetimle mi buyurmuş. Âbid, günahı olmadığını düşünerek:

– İbâdetimle muâmele ediniz, demiş. Bir hesâb edilmiş, üç yüz senelik ibâdeti dünyada bir defa bakmasına mukâbil olmuş. Onun üzerine Hakk’ın rahmetini taleb etmiş.

Aleyhissalâtü vesselâm hazretleri altmış üç yaşında irtihal-i dâr-ı baka buyurmuşlardır. “Ümmetimin pek azı yetmiş yaşının oğullarıdır.” (Tirmizî, İbn Asâkir, Keşfü’l-hafâ / I-163) buyurulmuştur.

KİTAP YÜKLÜ MERKEPLER

Kelâm-ı îlâhî on defa bile okunsa usanılmaz. Fakat insan kelâmı bir kaç kere okununca usanılır.

Kezâ Fransız demiş ki:

– Bir insan gökleri yapmağa bilfarz muktedir olsa, fakat Kur’ân’ın bir âyetini bile yapamaz.

Ümmetin en şereflileri hamele-i Kur’ân’dır.” (Taberâni, Beyhakî, Keşfü’l-hafâ / I-143)

Bazıları hâfız-ı Kur’ân olanları hamele-i Kur’ân’dır, demişler. Fakat emr-i ilâhiyeyi îfâ etmeyen hâfızlara eşrâf-ı ümmet denilemez. Ahkâm-ı Kur’âniye’yi yüklenmiş olanlar, hamele-i Kur’ân’dır. Zîra:

O kimseler ki Tevrât’ı hâmil oldular, sonra da amel etmediler. Onlar merkeb gibidir.” (Mâide Sûresi, 83) buyurulur.

Bir merkebe bir çok kitab yükleseler, o merkebe faydası olamaz.

Bir insan Cenâb-ı Hakk ile tekellüm etmek istese, Kur’ân-ı Kerîm’i kıraat etsin, buyurulmuştur.

Dinleme esnâsında Kur’ân Cebrâil vâsıtasıyla yeni nâzîl olmuş gibi zan olunur. Kırâat sünnet, dinlemek vâcibtir.

Mü’min derûnundaki emellerinin ne olduğunu başkasının işitmesiyle sıkılırsa mü’min değildir. Nefsi fenâ bir şey isterse diğerinin bu fenalıktan haberdâr olmasını istemez. Nefsi ibâdet ve zikirle tathîr etmek mümkündür.

Hasta bir insanın dünyada hiçbir şeyin lezzetini anlayamadığı mâlumdur. Binâenaleyh, nefsin hastalığı da âhiret için hiçbir şeyden haberdar olmamaktır.

Bir insan kalbindeki düşüncesine başkasının agâh olduğunu hisseder ve mahcûb olursa hali iyi değil demektir. Bu güzel bir mihenk; ayar ve ölçüdür.

İÇİ FENA DIŞI İYİ GÖRÜNENLER

İki gömleği olan cennete giremez. Bu gömlekten murad bildiğimiz gömlek değildir.

İki libâs, zâhiren başka bâtınen başka görünmektir. Libâs-ı zâhîresi başka libâs-ı bâtınîsi başka olan kimseler, içi fenâ ve dışı iyi görünenlerdir.

Evliyâullah’tan bir zât buna öyle mânâ vermiştir. Yukarıdaki hadîsin hakîkî mânâsı da budur.

Meselâ bir insan, yalnız iken namazı hafif kılıyor, fakat kalabalık cemâatte ağır kılıyorsa bu doğru değildir. Cemâatle nasıl erkân ile edâ ediyorsa yalnız iken de aynı sûrette edâ etmeğe çalışmalıdır.

İmâmet eden kimseler de farz kılarken iki rekatta gâyet ağır kırâat ediyorlar, diğer iki rekatta hafî okudukları için süratle okuyorlar. Bu iyi bir hal değildir. Zîra mahlûkun istediğini erkân ile okuyup da Cenâb-ı Hakk’ın istediğini ehven okumak doğru değildir.

Ramazanoğlu M. Sâmi,Musâhabe-5, s. 37-40

Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Altınoluk Dergisi, 375. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.